Yalan yok;
son bir haftadır, malum can sıkıcı olayların ardından bir şeylere (Sadece
televizyon ekranı olarak sınırlamak istemiyorum.) odaklanmakta çok
zorlanıyorum. Bir gözüm hep sosyal medyada. Aman, diyorum, artık birine daha
bir şey olmasın. Kötü haber duymaya tahammülüm kalmadı. Bu bağlamda İlişki Durumu: Karışık 25 Temmuz 2015,
Cumartesi akşamı itibariyle ilaç gibi geldi. Gülebildiğimizi hatırladık. Panik
yok arkadaşlar, uzaklarda, bir yerlerde hala “AŞK” varmış. Üçüncü bölüm
itibariyle kaldığımız yer İsmail Dede’nin Ayşegül-Can çiftinin evinin kapısına
dayanmasıydı. Kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Bizim aşktan
anladığımız nedir ki? Dünyanın en göreceli, en iyi ihtimalle 7.125 milyar
cevabı olan bir soru bu. 7 milyar küsur insandan biri olarak benim cevabım ise
Y kuşağı olarak (1981-1999 doğumlular) aşktan bir cacık anlamadığımız. Ne varsa
eski topraklarda var zira İsmail Dede’nin Ayşegül ve Can çiftini kollarından
tuttuğu gibi kendi yanına almak istemesinin mantıklı başka bir açıklaması
olamaz. Ha İsmail Dede, hafiyecilik oynuyor görmüyor musun diyebilirsiniz? Yok,
ben de bardak dolu. Romantik kısımdan bakacağım. Hem ne demiş Haldun Taner Hoca Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım adlı eserinde:
"...Çok düşünmek de iyi değildir. İnsanın kafasına zararlı fikirler üşüşür. Büyükler her şeyi bizden daha iyi düşünür."
Aslında eser güzel ama ortam müsait değil. Hamam olacaktı. Yaşasın Tosun Paşa!
Hoş, bu iyi niyetli girişim
Ayşegül’ün performansından sonra başka bahara kaldı. Çok daha iyi oldu. Yeni
evli bir çiftin “kayın annenin” dibinde işi ne? (Annelerimizin sesini duyar
gibiyim! SUSTUM!) İsmail Dede
ve Mediha Hanım Teyze ile yemekten önce Can ve Ayşegül’ün birbirlerini tanıma
çabalarını çok takdire şayandı. Evet, insanlar birbirlerini bir ellerinde
kalem, bir ellerinde kâğıt ders çalışırmış gibi tanıyamazlar ama böyle vakitler
de olmasa yakın ilişkiler kuramazlar, değil mi?
Yemeğin
akabinde gelişen olaylar başta Ayşegül olmak üzere tüm İlişki Durumu: Karışık izleyenleri üzmüştür diye tahmin ediyorum.
Kızcağız seni çaya davet ediyor. Çay! Çay içebildiğin insan hiç kötü olur mu?*
Sözüm meclisten dışarı, bazen şu erkek ırkı da sağlam bir sopayı hak ediyor,
hani. Gönlü başkasında olan, yeri geldiğinde öfkesini kontrol edemeyip seni
herkesin içinde rezil eden bir kadının, bir telefonuyla dünyası değişiyor. Kokusunu
almayagörsün her şeyi bırakıp, peşinden gidiyor. Bunun adı aşk değildir,
olmaz, olamaz, olmamalı. Bu olsa olsa takıntıdır, saplantıdır. Ah be Can, sen
Ayşegül’ü o akşam, çay bahçesinde bir başına bırakmayacaktın. Hem de kimin
için? Murat için içip sarhoş olmuş, sonra kontrolsüz bir şekilde öpücükçülük
yapan Elif için. Tabii sen bunu nereden bileceksin? Hayır yani, hem kızı orada bırakıyor, bir de hiçbir şey olmamış gibi üste çıkmaya çalışmıyorlar mı? Allah'ım yaratıyorsun, lütfen takip de et! İyi ki Can kendi türü içinde hatasını anlayabilecek kapasitede biri çıktı da durumlar tatlıya bağlandı. Sadece muhtaç olduğumuz kudret değil trip atmak da damarlarımızdaki asil kanda mevcut. Bu yolda Ayşegül'ün yanındayız! Bu kutsal yolda attığın her trip helal!
Şu an Ayşegül'ü seslendiriyorum: Elin ayağın tutuyor, kalk kendi çayını kendin al!
Madem adı
geçti Murat ve Elif’in saplantılı durumlarına bir bakalım ve yine dedikodudan
zehirlenelim. Aslında Can ve Ayşegül’ün birbirlerine attıkları tatlı triplerini,
masum flörtleşmelerini, Minnak’ın annesi ve babası olarak verdikleri ilk sınavı
gibi konulardan bahsetmeyi daha çok isterdim. Çünkü o sahneleri gerçekten
keyifle seyrettim. Yaz ekranında dizilerin başlamasıyla acaba onlar mı daha
tatlı bir çift, yoksa bunlar mı daha uyumlu derken doğru cevabın Ayşegül ve Can
olduğunu buldum. (Eğer siz de benim gibi düşünüyorsanız
BURADAN Can ve Ayşegül'e oy verebilirsiniz.) Ama gerçek dünyada olduğu gibi kurgu hayatlarda da ortalık iyi
niyetli Ayşegülleri düşünmeden, kafa karıştıran Elifler ile dolu.
Cahille ve sarhoşla muhatap olmayacaksın. Çünkü onlar her zaman haklı çıkar. (Ulan İstanbul-Servet Abi) Sarhoş kadını görünce kaaaaç! (Duygu)
Elif, tam
bir kararsızlık kazanı. İçine düşenin kafası karışıyor. Tıpkı Murat gibi. Murat’ın
bugüne kadar Elif’in duygularına karşı epey bir dirençli olduğunu görüyor,
devamının da geleceğini tahmin ediyordum. Resmen hayal kırıklığına uğradım. O nasıl
bir yakınlaşma, nasıl ateşli bir öpüşmeydi. Şükürler olsun ki, öpüşmeden öteye
geçemeyen bu girişimi Murat’ın hanesine eksi puan olarak işledim.
Ortada çakmak, kibrit falan bırakmayın.
Bunun
dışında Elif ile Murat arasındaki durumlarda canımı sıkan tek şey bu değildi. Samimi,
dürüst, net olmak şartıyla aşkın, flörtün her türlüsüne varız. Burada büyüyü
bozan Elif’in “Beni kendine âşık ettin.” demesi oldu. Nedendir bilinmez, bu
cümleyi oldum olası antipatik bulmuşumdur. Neden derseniz, sorunuza soruyla
cevap veririm: Meziyet kendine âşık etmek midir, yoksa hiç kimsenin baskı ve
tesiri olmadan tek başına, özgür bir ruhla âşık olabilmek mi? Sanki Elif’in
Murat’a âşık olması Murat’ın suçu. Evet, Murat’ta şeytan tüyü var. Kendisine
baktırmayı çok iyi biliyor, kendisi de çapkın çapkın çok güzel bakıyor. Ekranın
diğer tarafında duranların bile kalbini pırpır ettirebilirken, Elif’in bu bakışlara
kayıtsız kalamaması çok normal. Söylemek istediğim şey kalbinin arkasında
durmak sanırım. “Beni kendine âşık ettin.” demek yerine “Ben sana âşık oldum.”
her zaman daha cesur gelmiştir bana ve kadınlara cesaret çok yakışıyor.
Murat’ı bir
kenara koyarsak, Elif, evli barklı Can’ın da kafasını karıştırıyor. Tam “Oğlan
bizim, kız bizim!” havasına giriyorum, hooop bir telefon: Elif! Artık her zor
durumda arayacağı insan Can olmamalı.
Elif'e arkadaş tavsiyesi: Yüzük kimdeyse hükümdar odur!
Bakmayın, bu
kadar kızıyorum, yükseliyorum ama en çok da Elif’e üzülüyorum. İnsan sevdiğini
yerden yere vuruyor işte. Kariyer sahibi olmak, ekonomik anlamda özgürlüğünün
elinde olması çok güzel bir şey, hele ki kadınlar için. Ama bu tarz bir
güzellik gurur, duruş gibi soyut kavramlarla daha anlamlı bir bütün olur,
şeklinde düşünenlerdenim. Hadi, tamam, partide olan oldu, öfkeni kontrol
edemedin. Yapacak bir şey yok, geçmiş olsun. Ama bundan sonrası Elif’in elinde.
Ya “Battı balık yan gider.” diyecek ve başta yakın ve eski arkadaşları Murat ve
Can’ın gözünde düşecek ya da “Bir musibet bin nasihatten yeğdir.” deyip kendine
çeki düzen verecek.
Murat, Elif,
Mediha Hanım Teyze, İsmail Dede, Tahsin Bey Amca, Efe, Ece... Ayşegül’den aşkın
ilk sinyali olan kıskançlığı aldığımıza göre evliliklerinin ve tabi ki aşklarının vereceği sınavlar da
yakındır. Bu sınavlara iyi çalışmak lazım zira bütünlemeleri yok. Notlar
fotokopici abide varmış. EVL 101: Evliliğe Giriş derseniz, o anlar. Şimdiden Allah
zihin açıklığı versin.

Aile fotoğrafı :)
İlişki Durumu: Karışık her geçen bölüm çıtayı biraz daha yükseltiyor. Özellikle kurgulanan dünyanın diliyle seyri daha güzel bir hale geliyor. Hikaye ise tam istediğim, beklediğim hızla ilerliyor. Ne çok yavaş, ne çok hızlı. Aslında bizim çok fazla görmeye alışık olmadığımız bir hız bu. Tam "Olmuş bunlar!" diyoruz, sonra birileri bizi dürtüyor. Yavaş diyor, vaat ettiğim şey bu değil, hemen havalara girme. Kalpler yavaş yavaş doluyor. Tam bir denizci işi. Öyle ki denizciler kimsenin çözemeyeceği düğümler atarlar ve bu düğümleri yine kendilerinden başka kimse çözemez. Biz ekran karşısında elimizde düğümlerimiz bekliyoruz. Tam çözdük derken...
Ve son söz; Bu hafta da
geçtiğimiz 3 haftada olduğu gibi, aşka, güzel bakışlara doyduk. Gerek
ülkenin gündemi gerekse havalar cayır cayır yanarken, bir hafta gibi kısa bir sürede, 2 saatlik bölümler yetiştirmek zorunda olan tüm set emekçilerinin ellerine, kollarına, yüreklerine sağlık. Yine
çok güzeldiniz…
*Orijinali: Adamlar bana çay verdi çay! Çay veren adam hiç kötü olur mu? (Leyla ile Mecnun-İsmail Abi)