Bölümün ilk fragmanını izlediğimde aklımdan çok farklı bir başlık ve kapak
fotoğrafı geçiyordu. Hatta nasıl bir giriş yapacağımı bile planlamıştım ama son
sahne algılarımı değiştirdi. Gözümü kapatıp da bölümü düşündüğümde Canan’la Sait’in
birbirine aşkla bakan hali belirdi zihnimde. İlk bölümden bu yana aşık olsunlar
diye hop oturup hop kalkarken, Sait’in Fahriye’den sonra birine böylesine
anlamlı baktığını görmüşken yazımda da ‘aşk’ konuşmalı diye düşündüm. Ve değiştirdim tüm planlarımı. Bir gerçek var, onları böyle bırakacak olmak içimi
acıtıyor...
Gelin 9.bölüme bakalım, ben önce aşka uzanan yolda başımıza
gelenleri konuşalım istiyorum.
Orhan’ın hayallerini hep sevdim; çocuksu gelse de, saçma
gelse de sevdim. Orhan için bin farklı yoldan tek bir sonuca varmak mümkün. Tek
isteği şarkılarla örülü bir dünya olan Orhan’ı kimsenin ciddiye almaması ise en
büyük şanssızlığıydı. Ta ki bu haftaya kadar. Kardeşleri Başeğmez’lik nasıl
olur göstererek Orhan’ın yanında yürüdü ve ortaya gerçekten keyifli bir bölüm çıktı.
Harika görünmüyorlar mı?
Beş Kardeş, misal bir romantik komedi olsa yukarıdaki
fotoğrafta gördüğümüz sahnenin Orhan’ın hayatının özeti olmasını ister miydim?
İsterdim. Çünkü Orhan dizi dünyasında görüp görebileceğimiz en naif, en tatlı
kişiliklerden biri. Tek bir amacı var fakat o amaca uzanan yollar taşlı, o da sürekli bu yolda tutunacak bir dal arıyor. Ayağına batan taşlar tabanlarını
kanatsa da, canı acısa da o yolun sonunda bir ışık görmeyi umuyor. Abartılı
derecede saflıkları yok mu? Bugün de gördüğümüz gibi kesinlikle var. Fakat Başeğmez’ler
için kurulan dünyada onun o saflıkları abartılı olmak şöyle dursun bir gereklilik
gibi yansıyor bana. Çünkü o dünyaya gerçekten inandım. O yüzden mutlu olsun istiyorum
Başeğmez’lerin Orhan’ı, yüzü hep gülsün istiyorum. Yarışma deyip geçmiyorum; Orhan’ın
yüzü bir an bile gülecekse o yarışma için heyecanlanır, o yarışmayla yatar
kalkarım diye düşünüyorum.
'Bugün de başımızı belaya soktuk, şükür...' by Sait
Kardeşlik, yeri geldiğinde kardeşin için hayallerinden
vazgeçmeyi gerektirir. Yıllar yıllar sonra da kardeşliğe bir yorum getirmek
istersek, Beş Kardeş’in herhangi bir bölümünü izleyip üzerine konuşabiliriz.
Zira dayak yemek, şarkı söylemek, düşünmeden paranı çıkarıp vermek, kendi
yapacaklarını ertelemek derken Başeğmez’ler bir nevi kardeşliğin kitabını yazdı dizinin satır aralarında. İzlerken gözlerimin dolması, kucaklaşma isteği hep bundan…
Hep Sait’in kardeşlerine kaba saba davranmasından,
hayallerini baltalamasından şikayet ederdim. Fakat Sait’e Canan’ın sevgisi
gerekliymiş, anladım. Sait Canan’la beraberken daha naif, daha ılımlı bir insan
olmuyor mu? Sait’in bir anda değişen ruh hallerinin hayranıyım, işte bunlar hep
Serkan Keskin etkisi.
'Boğulmazsam şarkı da söylerim tatlı kız' by Sait
Daha önce ‘Her eve lazım Canan yenge’ derken bu kadarını da
beklemiyordum. Artık kardeşlerin başları sıkıştığında yardım isteyeceği bir
yengeleri var, hem de bir sesleniş uzakta. Bazen düşünmüyor değilim bu yenge
daha önce karşılarına çıksa böyle mi olurlardı diye. Çünkü net bir öz güven
sorunu var ve bence kardeşlerin bir iş tutturamamasının sebeplerinden biri de
bu. Yengemiz bizim canımız fakat Canan’cım o mektubu ortaya çıkarmanın zamanı
mıydı yahu? Yarışma bitsin, topla kardeşleri göster mektubu. En azından kimse
görmedi, yarışma meselesi tatlı bir şekilde tamamlandı ya mutluyum. Kardeşlerin
ablası kim çıkacak, yoksa o mektuplar bir başkasına yazılmıştı da bir yanlış
anlama mı var göreceğiz. Lakin ben kardeş olurum derken şaka yapmıyordum; unutun ablayı, kardeş olarak beni alın aranıza.
Orhan kayıt parasını toplamak için dilenirken Birol’la
karşılaşınca, Birol’un çorabından bir tomar para çıkarması gözlüklü çocuk
Kaan’ı anımsattı. Elbet külçe külçe altın olmasa da Birol da iyi birikim yapmış,
aferin. Orhan’ın kayıt sırasında tanıştığı, çirkin sesli kıza ise sinir oldum.
Yalnız Orhan bu, tabii ki kandırılacaktı.
Bakın bu sahne hüzündür... Ama sen hep kendi sesini haykır Nazım!
Nazım’ın kenara köşeye ayırdığı paralarıyla okunmadığını
bile bile, vazgeçmeden çıkardığı gazetelerine saygım büyük. Bugüne kadar onu hiç
umursamayıp, sürekli tersleyen bir konumda bulunan Yasemin’in yaptığı jest ise
yüreğime dokundu. Yasemin hep burnu büyük, umursamaz biri olarak hikayenin
içindeydi fakat gönlünün ne derece geniş olduğunu görmek beni çok memnun etti.
Nazım’ın gözleri öyle doldu ya, sen çok yaşa Yasemin!
Ak sakallı dedelik ciddi bir müessese...
Gönül ister ki, Yasemin’le Orhan tıpkı rüyadaki gibi mutlu
olsunlar. Hayallerinin peşinde koş Orhan'cım, belli mi olur belki Yasemin hanım
da senin içindeki güzelliği keşfeder. Rüya demişken 'Ak sakallı dede' ayrıntısını
ne kadar sevdiysem de o sahnenin biraz daha uzamasını bekledim doğrusu. Evet
bir Mecnun-dede sahnesi göremeyiz -ki görmek de istemem- ama biraz
daha detaylı bir sahne güzel olabilirdi.
Nazım’ın günlerce gazete çıkarabileceği, hatta gazetesini
geliştirebileceği parayı hiç düşünmeden kardeşlerine vermesi ise bir
dersti adeta; kardeşlik dersi. Bir bölümde de tüm kardeşler Nazım için çalışsa, 'Halkın Öfkesi' güzel yerlere gelse çok güzel olmaz mı sizce de?
'Keşke bir mısır patlatsaydık.' by Şevval
Orhan, Şevval, Taşkın, Kudret cephesinde oluşturulan
sahnelerin kısa ama etkili olduğunu düşünüyorum. Şevval’in bazı anlarda
sivrilse de uyum sağlayabilen kişiliğini seviyorum. Şevval-Turgut ilişkisinin
kaplumbağa hızında ilerlemesinden biraz rahatsız olsam da, Turgut’un lunaparkta
geçirdiği vakitlerin Şevval’le bir ilgisi olursa bu durum bana çok şık bir
cevap olur. Bu arada cumartesi günü Tansu Biçer’in doğum günüydü, bu vesileyle güzel yıllar
diliyorum kendisine...
Ve gelelim bölümün en tatlı yerine! Öncelikle Sait ve
Canan’a eşlik eden A Capella Boğaziçi’ne çok teşekkür ediyorum, anlamlı bir
sahneyi daha da güzel kıldıkları için. Tekrar tekrar açıp izleyebileceğimiz bir
Beş Kardeş sahnemiz daha oldu a dostlar, koşun! ‘Ben Aşık Oldum’un güzel
sahnelenişi bir yana, Sait ve Canan’ın birbirlerine bakışı der susarım. Çünkü ben
susmalıyım ki, aşk konuşsun…
'Fikirlere kelepçe vurulamaz!' Sanat grubunu da ayrı bir seviyorum.
Nadir Sarıbacak en hassas noktam. Hani yüreğinize çok farklı
bir telden dokunan oyuncular vardır ya, Nadir Sarıbacak yıllar önce dokundu
yüreğime… Konuşmasa, bir kenarda dekor rolü yapsa izlerim. Hal böyle olunca
Nazım’a yazılan her sahne içimde kelebeklerin uçmasına neden oluyor. Lakin Onur
Ünlü de Nazım’a replikler yazarken kaleminin ayarını biraz kaçırıyor. Sonuçta
bizim de bir kalbimiz var, değil mi? Bu kadar da hayran bırakılmaz ki canım. Şair
adamın yazdığı repliklerin tadı bambaşka; Nazım’dan şiirler dinlemek, Nazım’ın
duygularıyla çepeçevre sarılmak ise inanılmaz keyifli… Shakespeare okumak Nazım'a ayrı bir yakışmış. Yalnız ben bir de Ah Muhsin
Ünlü şiiri dinlemek isterim Nadir Sarıbacak’tan.
Özetle şiirlerle, şarkılarla şahane bir bölüm izledik. Erken
veda edecek olmanın burukluğu elbet var çünkü daha anlatılacak çok hikaye, daha
birlik olunacak çok mesele vardı. Tam her şey rayına girmiş, hikayemiz oturmuş,
yaz akşamlarını tarifsiz bir keyifle doldurmuşken geriye doğru saymak pek hoş
değil. Fakat en azından finale yürüdüğümüz bölümler boyunca sanki hiç
bitmeyecekmiş gibi izlemek, yorumlamak istiyorum. Tüm hafta sahneleri zihnimde
yaşayıp, Başeğmez’lerle gülüp, hüzünlenmek istiyorum. O yüzden finalle ilgili
söylemek istediklerimizi son bölümde konuşuruz.
Başeğmez neşesiyle kalın, haftaya görüşürüz…