Anne Başeğmez’den hatıra kalan yüzük elden ele dolaştı,
sonunda denizden çıktı. Yüzüğün yolculuğu sırasında kahramanlarımızın atıldığı
maceralarsa bir kez daha Beş Kardeş’te neyi görmek istediğimi gösterdi. Evet,
konu bütünlüğü varsa alınan keyfi ikiyle çarpabiliriz. En büyük sıkıntının
anlaşılmış olmasından ötürü nasıl mutlu olduğumu anlatamam. Yine de bu
sıkıntının anlaşıldığını 6.bölümde görmek isterdim. Verilen aradan sonra hiçbir
şey olmamış gibi dönmediklerini iki bölümdür görüyoruz ama izleyici mola
sonrasındaki ilk bölümde bunu anlayabilmeliydi. Çünkü kışlık giysilerle beraber
hikayenin hantallığını da üzerinden atan Beş Kardeş’in bu hali çok daha
keyifli.
Bölümün en iyi sahnesi kesinlikle yüzük algoritmasıydı. Tek
kelimeyle bayıldım! Kalemlerine, oyunculuklarına, çekimlerine sağlık; ufak
tefek görünen ayrıntılar da beni kalbimden vurdu. Fakat Melike gibi zeki bir kızın
yüzüğü Birol’a emanet etmesini de hiç yakıştıramadım. Kızım çocuk senden
hoşlanıyor, yüzük mü kalır aklında? Tabii işin şakası bu. Ama yüzük
kaybolduktan sonra Birol’un büründüğü ruh hali çok güzeldi, hele de yüzüğü
bulduğunda yüzüne oturan sevinç.
Acıların çocuğuyum ama yüzüğü ben buldum, n'aber?
Daha fragmanları gördüğümüzden beri yüzüğün elden ele dolaşacağını
biliyorduk fakat içimden bir ses Hasan’da kalacağını söylüyordu. Neticede öyle
de oldu. Yüzük Hakkı’da kalsaydı gelecek bölümlerde atıldıkları maceralarda
aklımıza ilk gelen isim Hakkı olacaktı, hikayenin bir sürprizi kalmayacaktı. Hasan yüzüğü Deniz’e hediye ettikten sonra, Deniz yüzüğü denizin
derinliklerine gönderirken onları Nazım’ın görmesi de bence oldukça anlamlı. Yeri
gelmişken Nazım ve Deniz’in daha çok sahneyi paylaşmasını istediğimi de
belirteyim.
Arada gel Yeşim Yahşi! Hare Sürel'e keyifli konukluğundan ötürü bin teşekkür!
Yüzük elden ele dolaşırken bir de konuğumuz vardı. Hare
Sürel, Yeşim Yahşi karakterine bürünüp maceramıza ortak oldu. Ben bu konuk
oyuncu meselesini de sevdim doğrusu, hatta Aziz’in kirli işlerinin ortasında
var olmasına rağmen sevdim. Sokak aralarında, çocuk parklarında Aziz’in elini
öpmeye çalışan siyah takım elbiseli adamları da bu haftalık görmezden
geliyorum.
Canan'ı, Sait'i bırakın, Orhan'la Taşkın süper ikili olmadı mı? :)
Tartışma sırasında, tam sesler yükselmişken edilen aşk
itirafları kalp ben! Canan’ın Sait utanmasın diye çırpınması, Sait’in ilk
anlardaki naifliği çok güzeldi. ‘Eğer bir kadın erkeğe bunları söylüyorsa ya
delirmiştir ya da gerçekten seviyordur.’ cümlesiyle Canan, Sait’e olan
sevgisine inandırdı beni. Hep ikisinin de asıl isteğinin evlilik olduğuna
inanırdım, aşk olmasa da olur diye dolaştıklarını düşünürdüm. Fakat Canan her
bölümde farklı bir yerden fethediyor gönlümü. Ben Canan’ı biraz daha severken
Sait’in yaptığı odunlukla kendime geldim. İşte bunu anlayamıyorum, karşında her
şeyi anlayabilecek kadar ince bir kadın var; yalan söylemenin, bağırıp çağırmanın
anlamı ne?
Borcumu ödeyeyim, boya almaya para kalırsa bir de evlenme teklifi ederim.
Sevdiği kadına kendini anlatmayı bilmeyen sadece Sait değil
elbet. Sevdiği kadından saçma sapan triplerle uzaklaşmak bir Başeğmez’lik
geleneği. Sait’ten de Turgut’a geçmiş. Yalnız öyle güzel bakıyor ki Turgut, insan bir
yandan kıyamıyor ama gerçekler ortada. Fakat Şevval de Turgut’a karşı boş
değil, yakında mahallede kelebekler uçuşur. İnşallah diyelim.
Bu bölümün de kıyısına köşesine sıkıştırılmış bir karakol
sahnesi olmamasını ise tahmin ettiğiniz gibi büyük bir memnuniyetle karşıladım.
Nazım’ın peşinden koşturan polisleri unutmasam da o sayılmaz; haftaya uğrar, komiserimizin
çayını içeriz. Fakat sürekli karakol sahnesi görmekten nasıl sıkıldıysam,
Sait’in sürekli yara bere içerisinde dolaşmasını da o kadar seviyorum. Sait
için boş vakitlerinde ne yaparsın sorusunun tek cevabı kavgaya karışıp dayak
yemek.
Halkın Öfkesi günden güne Sait’in öfkesi oluyor ya işte buna
da bayılıyorum. Sait boş bir vakit bulsa sürprizlerden uzak olmak için gazeteyi
kendi çıkaracak diye de korkmuyor değilim. Bir de Nazım, tatlım neden tek taş
pırlanta? Yahu nereden bilsin mahalleli senin annenin yüzüğünü? Yalnız Halkın
Öfkesi merkez binasında oturup 7/24 mizanpaj yapabilirim, öyle bir huzurlu.
Bence Nazım bana sigortalı bir iş teklifi yapsın.
Acaba bu hafta Halkın Öfkesi'ni nasıl ortaya çıkarsam?
Nazım’ın Orhan’a tavrını ise biraz abartılı bulmaya
başladım. Tatlı tatlı atışmalar çok güzel de Nazım’da özellikle iki bölümdür
Orhan’ın üstüne yürüme durumu var, keşke o biraz geriye çekilse. Çünkü Orhan
biraz saf, çokça iş tutturamamış biri ama yüreği güzel. Bir de kardeşlerin
birbirini hırsızlıkla itham etmesi canımı sıktı. Çünkü gizli gizli misafire
yapılmış kurabiyeleri yemeye benzemez yüzük çalmak. Başeğmez kardeşler arasında
mevzusu yapılabilecek şey bununla sınırlı kalmalı.
Kudret’in adım adım dibe vuruşunu ise bayılarak izliyorum.
Serdar Orçin sahneye girdiği anda yüzüme oturan tebessüm son repliğine kadar
yüzümden inmiyor.
Dur Birol, biraz serinleyeyim sonra ararız yüzüğü.
Yayın saatinin değişmesini de görmezden gelemeyeceğim elbet.
Benim için 20.00 ya da 22.30 farketmez, her türlü dizinin seyircisiyim. Ama bu
değişiklik reytinglere bir etki edecek mi çok merak ediyorum. Tabii ki tek dileğim reytinglerin artması ve ilk
bölümden beri kalbimizin bir köşesinde belirip duran o ihtimalden uzak olmak…
Haftaya görüşmek üzere!