Under The Dome 3. sezon açılışını 83 dakikalık ilk iki bölümün yayınlanmasıyla yaptı. Lost ve Matrix tadında paralel
evrenlerle karşılaştığımız bölümle, yeni sezon resmen gümbür gümbür gibi geldi.
Geçen sezon
finalinde tünelin ucundaki beyaz ışıkta bıraktığımız Chester's Mill sakinleri
Melanie’nin gazıyla o ışığa yürüdüler. Uzun yıllardır hem sinema hem de televizyon
dünyasında pek hayra alamet olarak yorumlayamayacağımız bu beyaz ışık
karakterlerimizi kusursuz bir ütopyaya sevk etti. Velhasılıkelam, kubbe yok
olmuştu ve Julia, Junior ve Big Jim dışında herkes gerçek dünyaya adım atmıştı.
Welcome to Chester’s Mill, bitch! Peki, hakikaten
bu dünya gerçek miydi? Bir ara ciddi ciddi kubbenin yok olduğuna, aradan bir
sene geçtiğine ve herkesin hayatına devam ettiğine inanmıştık. Ta ki Chester’s Mill’deki anma törenine gelene ve Ben’in
çektiği videoyu izleyene kadar. Yeniden birleşme
tadındaki bu anma töreni bir takım garipliklere sebep oldukça, ekran başında
bizde de bir şüphe uyandırdı. Ayrıca, sahneler arasında yapılan süpersonik
geçişler bir şeylerin gerçek olmadığı sinyalini de verdi sanki.
Yeni sezon
başlangıcıyla öğrendik ki, Melanie pek de sağlam pabuç değilmiş. Hem Ben’i hem
de öz babası Don’u acımadan harcayan Melanie, o 1988’den beri buradayım diyen
saf ve temiz kız değilmiş; hatta insan bile olmayabilir. Henüz kubbe ve o
meşhur yumurta nereden geldi bilmiyoruz fakat Melanie’nin de aynı yerden
geldiğini kabul edebiliriz. Tüm kasaba sakinlerini yımış yımış kozaların içine koyan
ve kusursuz bir paralel evrene hapseden biraz saykodelik kızımız oyuncak bebek
gibi oynadı herkesle. İnsanların hayatına Tanrı edasıyla müdahale etmek acayip
bir kafa olsa gerek.
Anıtta Junior’ın
adını gören ve daha sonra Sweetbriar Rose’un kapısında Junior’la karşılaşan
Barbie’nin kıllanmaması için hiçbir sebep yoktu. Adam hayatının aşkı Julia’nın
öldüğünü zar zor kabul etmiş, böyle eşek şakası mı olur?
Bu arada, bu ordu muhabbeti de sanırım ilk sinyallerini verdi. Genelde Amerikan
dizilerindeki bir takım pisliklerin arkasında hükümet ya da çok güçlü bir
şirketin olduğunu göz önünde bulundurursak, buradaki şirket seçimi yerinde
olmuş. Peki, kim bu şirket yöneticileri ve amaçları nedir, bu sorularla ortalık biraz daha kızışmaya başlayacak gibi.
Her derde deva terapist Christine...
Sezon
prömiyeriyle yeni iki karakter de tanıdık. Travma uzmanı, kısaca terapist
Christine Price ve Barbie’nin yeni sevgilisi Eva varlıklarıyla paralel evrenin gerçekliğini sağlamlaştırdı. İkisinin de çok masum olmadığı belli; fakat Christine’in
parmağındaki o mor yüzük için ne gibi açılımlar olacak; meraktayız.
Herkesin en çok nefret ettiği karakter unvanına sahip olan Big Jim yumurtayı patlatarak hem
Julia’yı Melanie’nin elinden kurtardı; hem de kasaba sakinlerini söz konusu paralel
evrenden uyandırdı. Big Jim’den hiç beklenmeyen bir hareket olabilir; illa ki vardır
bir çıkarı. Asıl sürpriz ise Christine ve Eva’nın da kozaların içinden çıkmasıydı.
Kim bu iki kadın, Melanie onları nasıl o kozalara hapsetti, Big Jim bunun
peşini bırakmayacaktır.
Under The Dome’un
sezon prömiyeri, 90’lı yılların son çeyreğindeki güzide filmlerden The Truman
Show'u hatırlatmadı desek yalan olur. Truman Burbank, kartpostalları aratmayacak
güzellikte bir adada yaşarken, Chester's Mill’in de aynı güzellikte bir kasabaya
dönüşmesi içimizi biraz gıcıklandırdı zaten. Sahi, bir takım doğaüstü olaylara
şahit olmuş bir topluluğun dünyevi hazlar peşinde koşması ne kadar kolay ya da gerçekçi? "Ölen öldü, kalan sağlar
bizimdir." diyerek hayatına devam etmek ne kadar mümkün?
Haftaya görüşmek
üzere...