Yaşadığımız hayatın içinde kabul görmek için mi daha güzel elbiseler arar
dururuz? İnsanlar bizi daha iyi dinlesin diye mi en güzel gülüşümüzü takarız
dudaklarımıza? Paranın sıcaklığı mı bizi her gün yeni kimliklere sokan? Neyin
hırsı bu? Bazen düşünüyorum da olmadığımız biri gibi yaşamak için bir ömür
harcarken, asıl olduğumuz kişiyi ayaklarımızın altında ezip un ufak ediyoruz..
Kolye değil Pandora'nın kutusu..
Güneş bir hevesle topladı tüm hayatını, kalktı geldi
İstanbul'a. Hem de sözde üç kişilik özde çok kalabalık nüfusuyla yaptı bunu. Yine
görkemli bir evin rahatsız edici sırlarını izlemeye başladık. Neden tüm
dizilerde 'büyük' hayatlar vardır mesela? Biz İstanbul'un güzel yüzünü tanıdık
hep. Güneş de şimdi Haluk'u öyle tanıyor işte. ''Seni göremiyorum bazen''
deyişi bundan. Karanlıkta hiçbir şey göremezsiniz, karanlığı bilirsiniz
kalbinizin bir yerinde..
Biz sustuk, gözleriniz konuşsun........
Selin'in tiz sesi yeterince kulak tırmalamıyormuş
gibi Nazlı'nın feryatları eklendi bu hafta. Benim anladığım Nazlı son derece
sert, fazlasıyla dobra ve hatta maskülen bir genç kız profiliyle başladı. Fakat
Savaş'la olan sahnelerine bakınca işin rengi değişiyor. Savaş kayıp
sevgilisinin derdinde ancak Nazlı'da ona alenen abayı yaktı. Peki bu durumda
Savaş'tan da aynı sinyalleri almamız gerekir mi? Aksine hayır.. O sert bir
çocuk ama kaba değil. Sadece bir insanın daha ölüm haberini almaya tahammülü
kalmamış, yara izleriyle yaşayan bir adam. Nazlı artık sırrını öğrendiğine göre
çocukça inatlaşmaları bir kenara bırakıp anlamı belirgin yakınlaşmalar
yaşayacaklar demektir. Hayırlısı..
Bu ikiliden bir boks turnuvası çıkar!
Selin ve Ali cephesi belki de en eğlenceli ve aynı
zamanda da sancılı tarafı oluşturuyor. Ali babasının kopyası. Selin ise
annesinin kişiliğinden fersah fersah uzakta. Ali babası gibi olmaktan kaçarken
Selin annesinin sevgisiyle kendini göklere çıkarıyor. Bu ikiliyi çok
yakıştırıyorum; sorunlular ve belli ki gelecek zamanda tutkulu da olacaklar. Birbirlerini
bozuk para gibi her an her saniye harcıyorlar. Dinamik olan kısmı da bu bana
göre.. Dingin bir ilişki tipi izlemek istesem yakın çevreme göz atardım,
televizyonlar ise kaos ihtiyacımızı gidermek içindir! Bir de Selin kızımız görgüsüzlük
dozunu azaltırsa sevinçten havuçlu kek keseceğim valla, adağım var!
Zenginler kahvaltıda çay içmez, ben bunu anladım..
Ali'ye üzülüyorum. Sonra kendime kızıyorum. Sonra Ali'nin gözleri doluyor, yine üzülüyorum. Aileden yana eksik olmak tuhaf şey. Ali isyan ederken ''Beni neden doğurdunuz!'' diye
çemkiriyor mesela anasına. Bu normalde saçma görülebilecek bir laf. Çünkü ''Kaç
kişi doğurdu evladım seni?'' demeli normal bir seyirci. Ama Ali sinir krizi
geçiren genç çocuk imajını gözümde öyle güzel oturttu ki ağzından çıkanı
kulağının duymayacağına inanabiliyorum. Ve hatta cam masaya yumruğunu çakacağını
da! O yumruk masaya iner eyvallah da, çift haneli dikişler atılmazsa sıkıntı
büyük..
Ölüm mü var işin içinde yoksa saklambaç mı?
Savaş'ın ölen sevgilisiyle Haluk arasındaki bağlantı
beklenmedik bir gelişmeydi. Dizi her hafta ''Haydaaa'' dedirtmeyi başarıyor, bu
güzel bir şey. Haluk'un Güneş'in eşinin gidişiyle bir alakası olabilir mi diye
düşünürken şimdi bir de yeni bir labirent çıktı karşımıza. O değil de resmen kıyıldı tekne nikahı. Belediye Başkanı hanımın cübbesi ve defteri şıp diye nasıl temin edildi o an? Sahiden
seyirci izlediği şeyi görmüyor mu sanıyorsunuz? Öyleyse çok yanılıyorsunuz..
Saçlarından bir tel aldım haberin var mı yar yar..
Bu saatten sonra Nazlı, Haluk'un fotoğraflarla dolu gizemli kamarasına ulaşsa da
annesi ona inanmayacaktır. Yalancı çoban hikayesi en eski ama en geçerli
hikayelerden biri.. Ama işin en acı tarafı, Nazlı'nın söylediklerinin başından
beri gördüğü şeyler olması.. Gerisini bekleyip birlikte göreceğiz.
Güzel günler.