“Zehra beni sesimden Tanır”
Antepli vatandaşın çağrı merkezine anahtarın nesini kodlayacağını sormasındaki gibi, Zehra'nın da Kara Faruk'u sesinden tanımaması yürekleri dağlıyor.

Otuzuncu bölümde fren yapan Kertenkele, sezon sonunu aheste bir şekilde getirmeye kararlı gibi gözüküyor. Dizi otuzbirinci bölümde de bu tarzı devam ettirmeye kararlı olduğunu gösterdi. Zehra’nın bir Kara Faruk demesi tam iki bölüm sürdü. Reyting’ler de bu düşüşü onaylar şekildeydi, dizi bu hafta dördüncü sırada yer aldı ki bu da rakipleri arasında son sırada olması anlamına geliyor.

Geçen bölüm Hale’nin bebeğini kaybetmesi çok büyük bir fiyaskoydu dizi adına. Olmaması gereken, çok kötü bir acındırmaydı. Bu mevzu bu bölüme de damgasını vurdu. Seyirciyi evlat acısıyla sınamak hiçbir diziye yakışmıyor. Bu bölüm de dakikalarca ağladığını gördük Hale’nin. Hale’nin bebeğinin Ünsal yüzünden öldüğünü söylemesi de çok saçmaydı. Evet nihayetinde Ünsal’ı kaçırırlarken oldu ama arbedeye karışmasaydı, bebeğini düşünseydi kaybetmeyecekti. Adamların derdi bebekle değil, Ünsal’laydı. Dizideki bütün güzel sahneler hayal olurken bütün kötü sahnelerin gerçek olması çok üzücü. Hale’ye katılıyorum, bu kısmın gerçekten kabus olması gerekiyordu. Daha önce boks kulübünde ve gece kulübünde hayalinde herkesi öldüren Şevket’in bu sefer de yine aynı şeyi yaptığını gördük. Bir kere de gerçek olsa dişimi kıracağım. Ardından Zehra’nın Kertenkele’yi yolda yakaladığı zaman Kertenkele’nin Kara Faruk’un ilk ortaya çıktığı günden itibaren söylediğim “sesinden tanıma” (bu da reklam gibi oldu canım. ’Sinyal sesinden sonra üç kere tekrarlayın: ‘Zehra beni sesimden tanır.’’”) mevzusuna değindiği kısım da tamamen hayaldi. Bunların hepsi gerçek olmalıydı; seyirciyle bu kadar oynamak iyi değil. Kendimi Maraş dondurmacısından dondurma almaya çalışan çocuk gibi hissediyorum. Tam diyorum oh, elimde dondurma. Hop, hayal çıkıyor.

Ceketi arabada bıraksaydın keşke :(

Ünsal’ın, kendisini kaçıran adamların Kertenkele’nin adamları olduğunu sanması çok saçmaydı. Otuzuncu bölümün sonunu tekrar izledim. Sokrat’ın sözlerinden otoritenin kendisi olduğunu, Kertenkele’nin adamı olmadığını çok net bir şekilde anlayabiliyoruz. Olsa olsa Sokrat Kertenkele’nin patronu olabilir, o sözlerden başka bir anlam çıkmıyor. Kırk yıllık polis Ünsal’ın bunu anlamaması ise mümkün değildi. Ayrıca kim gece yarısı Polonezköy yolundaki ormanda vurulmak üzere olan bir adamı iki kişinin elinden kurtarır? Bunu çözememişken mevzuyu direkt Kertenkele’ye bağlaması çok basiretsiz bir hareketti.

Zehra Selin’e Kara Faruk’tan dert yanarken, “Ziya hocayı hayatımdan çıkaracağım,” demesi üzerine Selin’in verdiği tepki, şaşkınlığı, beni de gerçekten şaşırttı. Konu Kara Faruk’ken nasıl birden Ziya hocaya dönebilir yahu? Haydi ikisinin bağlantısını kuramadın, aniden bunu söylemesine niye bu kadar tepki verdin? Dizinin ana karakterleri arasında şimdiye kadar geçen çoğu diyalog zoraki oldu hep ama, sezon sonuna yaklaşırken biraz daha iyi bir şeyler beklemek hakkımızmış gibi hissediyorum.

Bu bölümde Şevket’in Cevher’i dolandırması ortaya çıkınca çok sevindim. Hiçbir işe yaramayan Şevket’in esprileri bizi güldürdüğü kadar işe de yarasa keşke. Sezon finali gelmeden Şevket’in bir işe yaradığını görsem, çok mutlu olacağım.

Caminin vazgeçilmez ismi Azmi Bulut bu hafta bambaşka bir taktikle karşımızdaydı. Meğer cami önünde miting yaparak halkı ikna etmeye karar vermiş. Konuşmaya başlarken Kemal Sunal’ın Umudumuz Şaban filminden kopup gelen bir replikle başladı, yüzümüz güldü. Arkasından gelen, önümüzdeki seçim öncesi hazırlıklar sebebiyle parti başkanlarını bolca izlediğimiz bu günlerde tam da siyasetçilerin atışmalarına benzer atışmalar da çok iyi düşünülmüştü. Bu bölümü ziyadesiyle sevdiğimi söylemeliyim. Dizinin hüzün ve gerginlik sahneleri ne kadar üzücüyse, komedi sahneleri de o kadar güzel oluyor.

İkili burada art arda iki kez öpüşeyazdı bir türlü olmadı. Bu sahneyi görmek için son bölüme kadar bekleyecek miyiz acaba?

Cansu ablanın Yeliz ile konuştuktan sonra Kertenkele’yi paralaması on numaraydı. Bu bölümde Cansu ablanın tonu çok daha ılımlı idi, gerçekte iyi bir insan olduğuna biraz olsun inanabildik. İlk iki bölümdeki abartı yaklaşımı çok korkutmuştu beni. Zehra’yı aldatmak konusunda verdiği gözdağı ile gönüllerde kurabileceği bir tahtın ilk ayağını yerleştirmiş oldu. Biraz daha çabalarsa neden olmasın? :)

Bu arada bu diyaloğu Melis duydu ama bir etkisini göremedik. Öte yandan Cansu abla ile Ekrem bey birlikte alışverişe gittiler ama elleri boş dönmüşler herhalde ki Cansu ablanın Ekrem beye vaat ettiği tarz değişikliğinin de gerçekleşmediğini gördük. Ekrem beyi gördüğümüz son sahnede, alışverişten dönmüş olmalarına rağmen hâlâ eski tarzıyla oturuyordu.

Cansu abla Kertenkele ve Zehra’yı mutfakta bastığı vakit de şirinceydi. İkili Kertenkele’nin yaptığı (ve ekseriyetle kıskandığım şekilde tavada çevirebildiği) omleti mideye indiriyorlardı. Yalnız koskoca omleti tabak kullanmadan, metal çatallarla teflon tavadan yemeleri beni karanlık dehlizlerde susuz bıraktı. Hiç olacak iş mi? Çizilir yahu o tava, kanser olursunuz. Ya da sanırım zenginler böyle işte. Bir tava bir omlet. Yumurtanın kabuklarıyla beraber tavayı da atıyorlardır belki kim bilir? Zaten çok zor çıkıyor yumurta kokusu bulaşıklardan.

Sokrat’ın diziye getirdiği hareket güzel; her bölüm yeni bir macera ama Kertenkele’yi sürekli tehdit ediyor olması tiksindiriyor. Ayrıca Kertenkele’yi Zehra ile tehdit etmesi de çok ama çok alçakça. Tabii bir mafya babasından alçak olmamasını beklemek biraz abesle iştigal ama yine de işte! Yani bu çok kolay, sürekli Zehra ile tehdit edebilirsin Kertenkele’yi. Sokrat ikide bir “Kertenkele ile daha çok iş yapacağız,” diye tekrarlıyor ama sürekli tekrarlanan her şey gibi, Sokrat’ın bu Kertenkele’yi her bölüm başka bir zor durumda bırakıp ondan faydalanması mevzusu artık kabak tadı vermeye başladı. Sokrat’ın karargahına sürekli girip çıkar oldu Kertenkele. Bir plan da onun için yapsa da Sokrat’ın işini bitirse fena mı olurdu? Bu arada Sokrat’ın yeğeninin adının Ejder olması çok iyiydi. Levent’in üzerine yaptığı espri de on numaraydı. Yalnız Ejder’i yakaladıktan sonra ellerini bile kelepçelemeden kendi arabasına alması biraz garipti yahu.

Deli Kenan’ın iyi bir insan olması ise beni acayip mutlu ediyor. Bu bölümün pik noktası Namık’ı evinin önüne heykel olarak dikmekle tehdit etmesiydi, epey güldüm. Sevenleri kavuşturmak sevap sonuçta; Namık’a ev vermesi de oldukça iyi bir jestti. Yine de Namık’ı işe almamalıydı. Seval istemiyor Namık’ın Kenan ile çalışmasını, yani evi Kenan’dan aldığını da bilse… Olacak iş değil. Bence böyle şeyler sadece dizilerde oluyor. Kimse bu kadar büyük tezatlar yaşayamaz, sevdiceğine yaşatamaz. Yaşatamaz değil mi? Yaşatmasın, ne olur. Umarım Kenan bir sonraki bölümde Namık’ı tekrar salar. Bir yalan üzerine kurulmuş bir evlilik yürüyemez çünkü. Namık doğru yolu bulmuşken, ikinciye evlenecekken yazık etmese keşke tekrar bu ilişkiye.

Kertenkele ile Zehra’nın eğlenceleri iyiydi, fakat kadının muhtaç konumda portrelenmesi hoşuma gitmiyor. Domates doğramayı bile bilmeyen Zehra, doksanlardaki iğrenç “arabalandır beni” reklamlarındaki gibi “eğlendir beni” dedi Kertenkele’ye. Bu başarısız portre sonrasında da devam etti. Yemek yedikleri deniz kıyısındaki yeri bilmediği için yakındı filan. Yahu daha favanın ne olduğunu bilmiyorsun, bilmemen normal(!) yani hiçbir şeyi? Piremses ayaklarının kum olmasını sevmiyormuş da, dünyada aynı şeyi hisseden birini bulunca sevinmiş filan. Biz de uzayda yaşamıyoruz herhalde kimse ayağının kum olmasını sevmez kuzum. Zehra’nın bu berbat portreden bir an evvel kurtulmasını diliyorum. Bir tarafta her şeyi bilen, her şeyi gören, gücü her şeye yeten, tövbe estağfurullah bir erkek, diğer tarafta güçsüz, zavallı, şımarık bir kadın hiç ama hiç yakışmıyor. Toplumdaki kadın erkek eşitliğini sağlamak istiyorsak halkın severek izlediği diziler eğitim için biçilmiş kaftan. Dizi yapımcılarının bu fikirleri halkın beynine işlemeleri ise imkansız değil.

Bu arada İstanbul’un saçma havası çekimleri de vurmuş; yaz geldi filan dediler ama kötü bir havada çekmek zorunda kalmışlar bu açık hava sahnelerini. O kadar kapalıydı ki hava, öğle saatinde gölge bile vurmuyordu yere. Bir dağılsa şu bulutlar tepemizden, belki biz de görürüz aydınlığı?

Yazık değil mi Zehra'ya? Bırak ne hâli varsa görsün. Milleti dolandırıp yardım mı istenir yahu. Bu arada Kertenkele'nin namaz kıldığını söylemesine şaşıran Yeliz'e “ne imansızlığımı gördün,” demesi fav.

Ardından dönüş yolunda Yeliz Kertenkele’ye mesaj attığı zaman Kertenkele’nin Zehra’dan bunu gizlemesi de yine olmayacak bir şeydi. Yapma işte, o kadar güzel eğlenmişsiniz, yalana ne gerek var? İlişki yalan kabul etmez! Ayrıca, Yeliz’in bahsettiği tehdidin kısmen gerçek olması, yani peşinde birilerinin olması iyiydi, yapışkan Yeliz’in en azından baştan aşağı yalan olmadığını gördük. Yalnız kafasına silah dayayan adam ne oldu bilmiyorum. Keşke o tetiği çekseydi de kurtulsaydık yahu. Böyle yapışkan karakterler beni çıldırtıyor. Sokrat bir, Yeliz iki yahu.

Çenesi düşük Levent yine tutamadı çenesini, Selin’e bebeğin düştüğünü, üzerine bir de Kertenkele’nin Kara Faruk olduğunu söyledi. Yalnız Selin buna neden şaşırdı, doğrusu onu da hiç anlayamadım. Bu bölüm Selin’in görevi ekseriyetle şaşırmaktı zannımca.

Son olarak, bu haftanın atraksiyonunda cezaevinden adam kaçırmaca vardı. Aksiyon sahneleri yine oldukça iyi kotarılmıştı, hele köpük bardaktan anahtar izi çıkarma fikri çok zekiceydi. Eğer orijinal bir fikirse senaristleri gönülden tebrik etmek isterim. Dizinin bir yandan böyle güzel işlere imza atarken bir yandan da evlat acısı gibi ucuzluklara başvurması beni sanırım şizofren yaptı. İki ayrı dizi izliyor gibi hissediyorum kendimi.

Bölüm, nihayet(!) Zehra’nın Kertenkele’ye Kara Faruk demesiyle bitti. Oyunculuğun çok büyük, grandiyöz hareketlerde değil, aksine çok ince, anlık mimiklerde ve tavırlarda olduğunu düşünüyorum. Bu bağlamda Sera Tokdemir ve Timur Acar bütün bir sezondur harikalar yarattı diyebilirim. Son sahnede de Timur Acar’ın “Kara Faruk mu dedi bu?” bakışı çok başarılıydı.

Sezon sonuna yaklaşıyoruz, yanılmıyorsam dört bölüm kaldı. Önümüzdeki hafta NİHAYET Zehra ile Kertenkele arasındaki son pürüzün de ortadan kalktığı bir bölüm izleyeceğiz. Güzel aksiyon sahneli, az ağlamalı bol gülmeli bir bölüm olması dileğiyle haftaya tekrar görüşmek üzere hoşçakalın!

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER