Art arda gelen bomba gibi bölümlerden sonra bu hafta Kertenkele beklenmedik bir şekilde frene bastı. Bölüm içerisinde ufak tefek ilginç gelişmeler olduysa da, genel itibariyle yabancıların filler episode dedikleri, iki önemli bölüm arası geçiştirmelik seyirler havasındaydı bu bölüm.
Geçtiğimiz bölüm sonunda Kara Faruk’un gerçekten de Kertenkele olduğunu öğrenen Zehra, bütün bir bölüm boyunca yaşadığı git geller yüzünden bir türlü açılamadı kahramanına. Bu tutukluk ile ilgili söylenebilecek çok fazla şey var, ama ilk önce oyuncuların hakkını teslim etmek gerek. Elle tutulur, hikâyeyi ilerletecek diyaloglar olmadan, aynı sahneleri tekrar tekrar oynamak ve yine de seyirciyi sıkmadan bitirebilmek kolay bir iş değil.
Zehra’nın bu bölüm en garipsediğim, en oturmamış tarafı, Kertenkele’nin daha önce Kara Faruk olduğunu itiraf ettiği anı hatırlamıyor oluşuydu. İki taraf için de oldukça travmatik olan bu anı hatırlamaması mümkün değilken, uzunca bir süre “bana neden Kara Faruk olduğunu söylemedi?” düşüncelerini izledik. Neden sonra hatırladı, ne kadar kötü alay ettiğini. Yahu adamın ağzı yanmış sütten, eksi kırk derece soğuk yoğurt getirsen yine üfler.
Bu bölüm de hiçbir varlık gösteremeyen Şevket'in yaptığı tek şey Kertenkele'yi bu pozisyondayken arayıp, Ünsal'ın dikkatini çekmek oldu.
Daha sonra nereden çıktığı belli olmayan bir Yeliz belası çıktı Kertenkele’nin başına. Dizinin ilk bölümlerinde olan tıkanıklıkları hatırlatır şekilde, Kertenkele ile Zehra ne zaman konuşacak olsalar Yeliz ya aradı, ya mesaj attı. Bu kadar tesadüfün üst üste gelme ihtimali evrende yalnız olma ihtimalimizden daha düşük. Öte yandan, anladık, Kertenkele yardıma muhtaç biri olduğu zaman yerinde duramıyor ama; aynı kadının tıpatıp aynı oyununa iki kere üst üste düşmeyecek kadar da zeki ve kadın sarrafı olmalıydı. Yahu belli işte, hayati tehlikesi filan yok kadının yani, seni kandırmak için çağırıyor. Zehra dururken, koşa koşa Yeliz’e gitmek neden? Ayrıca “bir arkadaş”, “reklam mesajı” gibi yalanlarla gerçek arayanı gizlemesini de hiç doğru bulmadım. Dürüstlük her zaman kazanır; “eski sevgilim mesaj atıyor, benimle görüşmek istiyor fakat ben istemiyorum,” demek bu kadar zor olmamalıydı.
Zehra bir sonraki bölüme kadar Kara Faruk mevzusunu açamasın diye, iki kere üst üste, “tepesinde antenleri olan, kimsenin takip edemeyeceği” Kertenkele’yi takip etmesini izledik. İnanılır gibi değildi. İlkinde Yeliz ve Kertenkele’yi göremezken, sonuncusunda parkta Yeliz’i Kertenkele’ye sarılırken gördü. Önümüzdeki bölüm hayal kırıklıkları içerisinde bir Zehra bizi bekliyor olacak muhtemelen; bir bölüm de Kertenkele’nin özür dileyip gerçekleri anlatmaya çalışmasıyla geçecek gibi gözüküyor.
Diziye son eklenen karaktelerden Cansu hala pek bir eğreti duruyor. Ters bir şey söyleyecek, bizimkiler yakayı ele verecek diye tedirgin oldum bütün bölüm. Kertenkele’yi Tülin’e karşı savunacak, yırtık ağızlı birini izlemek oldukça keyif verici fakat yine de kol börekleri açması, efendim alkol konusundaki gafı filan hiç olmaması gereken şeylerdi. Bir de Kertenkele’ye yüzsüzce evden gitmeyeceğini söylemesi bende bardağı taşıran son damla oldu. Daha önce Cansu’nun, Kertenkele’nin yardımcısı olarak robot resmi çizilen kadınlardan diğeri olabileceğini söylemiştim. Fakat Ünsal bu bölümde Hale ve Zehra’yı eve bıraktıktan sonra uzunca bir süre Cansu ile aynı ortamda bulundu. Herhalde robot resme benzetse, Cansu gerçekten aranan bir suçlu olsa, Ünsal tanırdı diye düşünüyorum. Bu noktada Tülin’in Cansu’ya “avam” demesi gayet yerindeydi. Her tarafı kötü olsa da, yirmi bölümdür tek doğru söyleyen kişi Tülin!
Hale demişken, hiç üzerine vazife olmayan bir arbedeye girerek bebeğini düşürmesi çok klişe bir dizi senaryosu olsa da, yine de üzülmemek elde değildi. O bebek yüzünden türlü badireler atlattı kadıncağız. Buradan bütün dizi senaristlerine seslenmek istiyorum; düşük bebek çok vahim bir durum, seyirciyi buna maruz bırakmayın.
Azmi Bulut bu sefer caminin duvarına kendini asarak cemaatle buluşmaya çalıştı. Bölümdeki her şey gibi bu sahne de, neden olduğunu yine anlayamadığımız şekilde, iki kere tekrarlandı. İlkinde anahtarı yuttuğunda boğazına takılır, öyle hastaneye kaldırırlar diye düşünmüştüm. Fakat nereden çıktıkları belli olmayan polisler gelip götürdüler. İkincisinde ise daha da inanılmaz bir şekilde, kendini kilitledikten sonra, durup dururken yutmuş yine anahtarı. Hırsızlara denk gelip cüzdanını çaldırması ilahi adaletin tecellisi gibi içimizi ısıttı. Buradaki bir garip husus da Kertenkele’nin sabah ezanına takriben 8 gibi gitmesiydi. Velhasıl, Azmi hocanın sonu yine cenaze arabası oldu.
Yine geçen bölüm ortaya çıkan, Yanık lakaplı yeni kötü adamımızın Ünsal’ın içeri attığı eski suçlulardan biri olduğunu söylemiştim. Bu karakterin de oldukça etkisiz bir şekilde bertaraf edilişini izledik bu bölüm. Sokrat gibi derinlikli karakterler oldukça keyifli bir seyir sunarken, bu tarz sığ karakterlerin hikâyede kendilerine yer bulabiliyor olmaları epey garip geliyor bana.
Bu numarayı hiçbir izleyici yememiştir eminim ki, ilk andan itibaren Sokrat diye bağırıyordu.
Sokrat demişken, önceki bölümlerde gayet dâhiyane planlarla Kertenkele’yi avcunun içine alan Sokrat’ın bu bölüm ne olduğu üç kilometre öteden anlaşılan jandarmaya yakalatma planı hiç de orijinal değildi. Aylardır yakalanmamış Kertenkele, durup dururken jandarmaların eline düşüyor; ne hikmetse Sokrat da hemen tam tekmil adamlarıyla orada bekliyor ve Kertenkele’yi kurtarıyor. Yani bunun Levent ve Kenan’ın Selin’i etkilemek için aynı anda düşündükleri adam dövmece planından hiçbir farkı yok. Bir de Kertenkele’nin bu kumpası çözmesine sevindi filan.
Levent demişken, genelde ortalamanın üstü esprileriyle bildiğimiz Levent’in bu bölüm Selin’e attığı “taht kurmuşsun kalbimde oturuyorsun da kirayı vermedin” temalı mesajı çok kötüydü. Esprinin basitliğine mi, Selin gibi elit bir kadının bunu şirin bulmasına mı yanayım, bilemedim. Gerçi, elit deyip bağrımıza bastığımız Selin’in Kertenkele ile ilgili ileri geri konuşup, “ne kadar peşinden gideceksin, birlikte yakalanıp hapse girene kadar mı?” minvalinden sözler etmesi yürek dağladı. İnsan en iyi arkadaşına bunu yapmamalı, bu kadar gaddar olmamalı. Sevmiş işte Zehra, ne yapsın? Gerekirse hapse girene kadar da peşinden gider, evet!
Bu bölüm gerginliği bol bir bölüm oldu; Namık’ın namusuyla kazandığı parayı beğenmeyen, yok yere Namık ve Seval arasına fitne sokan Müberra bu bölüm o kadar tutamadı ki kendini, sonunda Namık ile beraber terk etti pastaneyi Seval. Namık bütün korkuların aksine oldukça kararlı bir şekilde Seval’i geri kazanmak için çalışmaya devam ediyor gibi gözüküyor. Mahallenin yürekleri ısıtan sıcacık aşklarının bir diğeri de Şenbak ve Melis arasında filizlenecek gibi duruyor. Melis’i görünce mafya mıydı, adam mı vuracaktı, her şeyi unutup Lale Devri şairlerine bürünen Şenbak bu bölüm nihayet Melis ile iletişim kurabildi. Önümüzdeki bölüm daha sık karşılaşmalarını diliyorum.
Bölümün en korkutucu olaylarından biri de Kenan’ın aklı yerinde mi, gitti mi, kaldı mı kabusuydu. Adam deli, raporlu deli. Aklı başındayken kendi videosunu kaydetse, bir yerlere yazsa gerçekleri de işi garantiye alsa diye düşünüp durdum bölüm boyunca. Şimdi aklı yerindeyken her şey iyi güzel de, aniden tekrar giderse kafa ne olacak? En azından kendi videosunu izleyip, böyle bir durumda bile hafızasını garantiye alabilirdi.
Eveleyip gevelemeye gerek yok ayol, söyle gitsin işte. Saç kalmadı kafamda yolmaktan, Beşiktaş bir, Zehra iki, adamı kanser ederler.
Bölümdeki olaylardan biri de Semih’in Betül’ü yemeğe çıkarıp ilan-ı aşk ettiği sahneydi. Kertenkele Semih’i bu sefer Boğaz’ın serin sularına gömer diye bekledim ama olmadı. Şimdiye kadar bir iddiadan ibaret olduğunu sandığımız hareketlerde Semih meğerse samimiymiş. Meğerse Betül’e gerçekten aşık olmuş. Hâlâ inanamıyorum bu duruma, senaryoda da oldukça üstünkörü geçildi Semih’teki bu değişim. Mesela Cansu ile birlikte Boğaz’ın serin sularını boylasa Semih, hiç üzülmezdik :) Bu arada yavruağzı ceket çok yakışmış, söylemeden geçemeyeceğim. Bir de, güzel Türkçemizde aşka düşmek diye bir deyim yok Semih, İngilizce’den motamot çeviri o. Biz “kapılmak”, “kendini kaptırmak” gibi daha tutkulu, daha romantik tanımlamaları tercih ediyoruz.
Bölümün sonunda karizmayı toparlayan Sokrat Ünsal’ı öldürmek için Kertenkele’ye haber verir vermez, Kertenkele’nin gelip Ünsal’ı kurtaracağını tahmin etmiştim. Süpermen bile bu kadar hızlı gidemiyor kurbanların yanına. Kurtarma işlemi bittikten sonra eve dönerken Ünsal’ın da Kertenkele’yi sesinden tanımaması yine çok fantastikti ama bu süper kahramanlığın hatırı için görmezden gelebiliriz.
Önümüzdeki bölüm, dediğim gibi, bir sürü kıskançlık krizleri ile bezeli olacak. Umarım sezon sonuna bu kadar az vakit kalmışken toparlar dizi ve tekrarsız, hareketli, bol çözülmeli bölümler izleriz kalan bölümlerde. Şimdiden merak ettiğim yegâne şey ise, önümüzdeki sezon Timur Acar’ın yine takma sakalla devam edip etmeyeceği. Dizide ondan başka herkes sırma gibi sakallarla geziyor yahu. Haftaya otuz birinci bölümün ardından tekrar görüşmek dileğiyle, esen kalın.