Dizinin üç sezonu boyunca en sevdiğim bölümleri hep Robin Wright’in (Claire) yönetmesi tesadüf olamaz diye düşünüyorum hep. Robin Wright’e olan hayranlığım, taraflı karar vermeme sebep oluyor olabilir. Yine de sezonun son bölümünden önce yine bomba gibi bir bölüm bizlerleydi.
Claire halkın yoğun ilgi ve tezahüratından dolayı adeta kendinden geçmişti!
Geçen bölüm adayların seçim kampanyalarını, ve bir açık oturumdaki tartışmalarını izlemiştik. Bu bölüm bir kaç ay sonrasından, tam Iowa oylamalarının öncesinden başlıyor. Claire’nin kadın seçmenler nezdindeki popülerliği erkeklere de sıçramış olacak ki, seçim için çalışan Vaughn ve Seth çareyi neredeyse bütün mitingi Claire’ye vermekte buluyor. Claire de haspam, istemem yan cebime koy tadında kabul ediyor durumu. Bu durum biraz rahatsız edici aslında, Claire yavaş yavaş kendi adaylığı için yol yapıyor gibi hissediyorum.
Bakınız Frank eşini aslında ne kadar da coşkuyla alkışlıyor!
Açıkçası, Claire belki de daha iyi bir aday olabilirdi; şüphesiz ki Frank’tan daha popüler (BM’deki dev başarısızlığa rağmen—vasat Amerikan halkı politikadan ne anlar elbet?). Yine de, işte iktidar hırsı, tutkusu, asla doyuma ulaşmayacak bir şey. Bir kere kapıldı mı insanı yiyip bitiriyor. Claire’de bunun başlangıçlarını görmek beni bu yüzden ürküttü. Öte yandan, Frank’ın Claire’ye hayran olduğu bu kadar aşikarken Claire’nin bu kadar soğuk davranması… pek hayra alamet değil.
Şuna bakın yahu. Avanak Seth, ne kadar da mutlu, mağrur, Frank Remy'nin yerine onu atayacak diye.
Bölümün hemen başında, diziye girdiği günden beri zerre hazzetmediğim Seth’in, Remy’den doğan boşluğu hemen kendine almak istemesini seyrettik. Paşam yapacaklarına dair program bile hazırlamış. Ne yazık ki, tecrübe—ya da tecrübe eksikliği—böyle bir şey işte. Saf saf Frank’ın kendisini Remy’nin pozisyonuna atayacağını sanıyordu. Yahu koskoca Doug dururken, sen kimsin ya? Sen kimsin?
Yargıç Robert’ın hastalığına rağmen Dunbar’ı yerine atamaya çalışması, hele hele bunu yaparken Frank’ın bu kararını onayladığını söylemesi içimin yağlarını eritti. Frank hiçbir zaman tek bir kuş için taş atmadı. Bir taşla en az iki, üç kuş vurmayacaksa o taşı asla atmazdı. Dunbar’a yargıçlık teklif ederken niyeti onu seçim yarışında saf dışı bırakmak olsa da, bu yine herkesin kazandığı bir durum olacaktı. Gerçekten, Dunbar, başkan olmaktan çok daha etkili bir figür olarak kalabilirdi eğer bu tekilfi kabul etseydi. Ama işte, kardeşlerim, daha önce de belirttiğim iktidar hırsı insanın gözünü kör ediyor. Bir kere kafana girdi mi o koltuk, başka hiçbir şey görmüyor gözün. En kötüsü de, böyle olunca kendini daha da çok inandırıyorsun buna. Gerçekten sen o titri, o pozisyonu hak ediyormuşsun, hatta doğuştan hakkınmış gibi düşünmeye başlıyorsun. İşte bu kendini bilmezliğe psikolojide Dunning-Kruger etkisi deniyor. Vahşi kapitalizmin kamçıladığı dünyamızda, kültürümüzde o kadar yaygın ki bu etki, hemen her gün etrafınızda bu dertten muzdarip birini görmeniz işten bile değil. Lakin, işte, Frank ile savaşıp yenilme pahasına Dunbar’ın bu teklifi geri çevirmesi ancak ne kadar vasıfsız biri olduğunu gösteriyor. Gözünü kör eden hırsın dışavurumunu, daha önce “onurlu davranacağım, insanlara saldırmayacağım,” diyen Dunbar’ın Claire’yi hiç de onurlu olmayan, aşağılık bir şekilde köşeye sıkıştırmaya çalışmasında da gözlemliyoruz.
Frank, Tom'un yazdığı paçavrayı okuduktan sonra hayal kırıklığıyla donup kalıyor.
Meğer bizim çakma yazar Tom, geçen bölüm okuduğu girişi de toptan değiştirdiği bir ilk bölüm yazmış. AmWorks odaklı olacağı planlanan kitap önce Frank odaklı, sonra da kararsız, kifayetsiz Tom yüzünden Claire odaklı olmuş. Frank kitabın girişini okuduktan sonra o kadar bozuldu ki, bütün o “imparatorluk” ayağının altından kayıp gitti gibi hissettiğine eminim. Yine de Claire’nin arabada giderken kitap ile ilgili söyleyeceklerini dinlemeliydi diyorum. Zira Claire bu “eşbaşkanlık” algısından aslında oldukça gurur duymuş gözüküyordu. İkili arasında konuşulmadan kapanan bir sürü konu oluyor ve ne yazık ki hiçbiri de olumlu sonuçlanmıyor. Sırayla, bir Claire kesip atıyor konuşmayı, bir Frank. Bıraksalar, ikisinin de içinde o kadar fazla söylenmemiş söz birikmiş ki, bentlerini çiğneyip aşacaklar ama işte… Yine de, Frank’ın bu bölümün ilk “bize dönüp içini döktüğü” sahnesinde Dunbar için, “bana saldırması önemli değil de Claire’ye sataşırsa boğazını doğrarım,” demesi bu büyük aşkın göstergesi değil de nedir? Frank aslında o kadar aşmış, o kadar iyi biri ki…
Steve Jobs'un deyimiyle, Frank Dunbar'a "termonükleer savaş" açmadan hemen önce. Viktor ile yaptığı tarihi görüşmede Viktor'un duvarda söndürdüğü puronun izi de hâlâ duruyor. Ben Amerikalıları tanıyorsam bunu gezi turuna çevirir, müze niyetine gösterirler.
Tom demişken, uzun zamandır birlikte olduğu yazar Kate Baldwin’in de soğukkanlılıkla Tom’a tekmeyi basması paha biçilemez bir sahneydi. Bu adama daha çok, daha büyük vurun yahu, dünyası yıkılsın! Tanrı bir şey olmasına izin vermesin!
Sinemada şüphesiz ki güçlü bir dramanın en önemli unsurlarından biri de aydınlatma. Şu karedeki ışık tonlarına bakar mısınız? Bu kısacık sahne için kaç saat hazırlandıklarını merak ediyorum, bütün o loş ışık efektlerini doğru yapabilmek... işte sanat bu. İşte tam da bu yüzden Türk yapımları yabancı yapımlara göre kalitesiz duruyor. Görüntü yönetmenliği pek becerebildiğimiz bir iş değil.
Remy geçen bölüm Frank’a istifasını verdikten sonra anacığının yanına gitmiş, bir süre onunla vakit geçirmiş. Bunca sezondur galiba ilk defa Remy’yi takım elbise dışında bir kıyafetle görüyoruz. Takım elbise içinde dağ gibi, adeta karizma kelimesinin resimli sözlükteki karşılığı gibi duran Remy sivil kıyafetlere bürününce köşe başında köfte satan abiye dönüşüvermiş.
Remy Jackie ile birlikte çalışmayı reddettiğinde Jackie'nin suratının aldığı bu hâl unutulmaz. Nasılmış Jackie, öyle arkadaşlarını sırtından bıçaklamak gibi kolay değilmiş değil mi her şey?
Velhasıl, harbi adammış. Jackie’yi reddedişini keyifle, tekrar tekrar, izledim. Öyle ki, Claire’ye saldırmaya çalışan Jackie’ye asla unutamayacağımız bir tarihi ayar verdi. İlk sezonki ikiyüzlülüğünden ve çıkarcılığından nefret ettiğim Remy için bunları söyleyeceğim aklıma gelmezdi hiç. Hele sonrasında evine kadar gelen Jackie’yi reddetmesi… ne kadar büyük bir kararlılık, ne kadar büyük bir karakter göstergesi diyecektim ki, erkek işte. Dayanamadı Jackie ile ayrılmaya. Şiddetle kınıyorum, Remy dahil kimse sabrımı test etmeye kalkmasın.
Dağ gibi Remy gitmiş, yerine kendisine bol gelmesine rağmen fakirlikten abisinin ceketini giyen Remy gelmiş.
Bölümün ortalarında Claire’nin Iowa’da tek başına seçim çalışması yaparken kapı kapı dolaştığı sahne herhalde bütün dizi tarihi boyunca en çok utandığım sahneydi. Bizde de oldukça sık yapılıyor böyle şeyler, biliyorsunuz. Siyasetçiler, sanki millet onlarla tanışmak için ölüyormuş gibi, hiç de üstlerine vazife olmayacak şekilde halkı rahatsız ediyor. Evlerinde, oturdukları kafelerde, bürolarında… arkalarında kocaman bir ekip ve belki gazeteciler ile, son derece yapmacık, vıcık vıcık popülizm soslu “halkın nabzını tutma” turları yapıyorlar. Hep de hayalini kurardım bir gün bir vatandaşın çıkıp “ya sen ne konuşuyon, biz sana oy vermiycez,” dediği anı. Senaristler de bu hayalle yanıp tutuşuyor olacaklar ki, bu bölümde doya doya (utana sıkıla) bu sahneleri izledik. Bir kez daha, siyasetçiler ile halkın aslında ne kadar farklı uzaylarda yaşadığına şahit olduk. Lakin bu bölümün çok abartı şekilde kör göze parmak olduğunu düşünüyorum. Claire’nin aklındakileri zaten gözlerinden, duruşundan, susuşundan anlayabiliyoruz. Tabii dizinin vasat Amerikan halkı için olduğunu hesaba katarsak çok da sırıtmıyor ama yine de… Neymiş efendim, evini ziyarete gittiği kadın bir yastığa bir bebeğe bakıyormuş, yani bebeği boğası varmış. İki dakikasını alırmış, sonra kaçarmış istemediği bir adamla da olmak zorunda kalmazmış… Yahu anladık, Claire de Frank’tan ayrılmayı filan düşünüyor da, bu mecazlara ne gerek var yani?
Meechum'a kalsa Tom'u çok önce bir kaşık suda boğardı. Ama Meechum kim ki!
Dunbar’ın hain planı Doug’un Claire’nin günlüğünü saklaması üzerineydi. Açık söyleyeyim, Doug ihanet edecek diye bölüm sonuna kadar içim içimi yedi, yerimde oturamadım. Ama adamın dibi, hepimizi bir kez daha ters köşeye yatırdı. Daha Frank konuyu açmadan çıkardı koydu masaya günlüğü. Meğer Dunbar iki milyon dolar teklif etmiş Doug’a bu günlük karşılığında. İşte yozlaşmış Amerikan kültürünün tezahürü bu durum. Yahu siz yirmi yıllık arkadaşsınız, adam seni defalarca kurtarmış, beraber başkanlığa oynamışsınız. Adam diyor ki “sana nasıl güveneceğim,” sen diyorsun ki “iki milyon doları reddettim senin için.” Yahu iki milyon nedir? Şükür ki Amerika müreffeh bir ülkedir, herkes iki milyon dolara sahip olabiliyor artık. 20 yıldır Frank’ın yanında çalışan Doug için iki milyon dolar nedir? Bu nasıl bir sadakat göstergesidir, iki milyon dolar reddetmek yahu? Dostluk parayla satın alınabilir mi? Ama işte, Amerika’da alınabiliyor kardeşlerim, kapitalizm duyguları bile satıyor. Yine de Dunbar’ın “git kendini becer,” lafını duyduktan sonra o gözlerini kısması, o hacetin içe doğru dehlolunması hissi… bir sezondur beklediğimiz, üzerine sinir krizleri geçirdiğimiz öçler artık geri alınıyor muydu? Önce Tom, sonra Dunbar, ne kadar tiksinç karakter varsa tek tek alt mı ediliyordu? Öte yandan, Frank’a Seth gibi kendini pazarlamak için dosya hazırlayan adam değil, leb demeden leblebiyi anlayan, ihtiyacı önceden sezip hazırlık yapan Doug gibi bir adam lazım işte! İşte ekip ruhu bu!
Michael Kelly i-na-nıl-maz bir oyuncu.
Bölümün sonunda, mutfakta çıkan kavga ise üzerine oldukça düşünülmesi gereken bir bölümdü. Claire’yi belki de ilk defa bu kadar sinirli gördük, sinirden masayı yumrukladı. Kendisini, kariyerini, hayatını, bunca yıldır uğraşıp yaptığı her şeyi yıkmaya bu kadar yakın bir adamın, Doug’un, Frank tarafından tekrar işe alınmasına o kadar hiddetlendi ki! Biraz fazla mı hiddetlendi, acaba ayrılık için yol mu yapıyor, bahane mi bu diye oldukça düşündüm. Haklı olduğu bir çok yer olsa da, Frank’ın dediği gibi pek de zarar vermedi Doug’un bu hareketi. Hatta ziyadesiyle, Dunbar’ın hevesini kursağında bırakan bir durum oldu. yine de bu, “Dunbar’ın güvenini kazanmak için günlükten bahsettim,” lafı hiç içime sinmedi. Doug zaten Dunbar’ın güvenini kazanmıştı. Frank’a geri dönmeden hemen önce, böyle bir “güven tazelemeye” ya da “güven artırımına” ihtiyacı hiç yoktu. Doug’un yarım kalan bir işi vardı, geçen sezon sonu yarattığı pisliği temizlemek. Bunun için, Gavin’i bulmak adına hemen harekete geçtiğini de görmüş olduk. Bu da yüreklere az da olsa su serpti.
Claire masaya yumruğu vuruyor! Dizi boyunca muhtemelen bu kadar korkutucu bir şekilde görmemiştik kendisini. Avı zorla elinden alınmış dişi bir kaplan vahşiliğinde adeta. Görüyorsunuz işte, iktidar hırsı pamuk prenses gibi kadını ne hale getiriyor.
Son sahnede, birbirimize yalan söylüyoruz diyen Claire’yi görmek ne kadar acı verdi, anlatamam. Sanki benim yirmi sekiz yıllık evliliğimdi sallantıda olan. Yahu, Claire, seni severim bilirsin. Ama görüyorsun işte, Frank sana deli gibi aşık, seni deli gibi sakınıyor, bir çöpten bile. Yani dizinin bütün bölümlerini defaatle izlemiş biri olarak, sana hiç yalan söylemediğini de gördüm. Hem hatırlayalım, ne demişti Frank Viktor’a? “Sana yalan söylesem ruhun bile duymaz, ve bu ikimiz için de en iyisi olur.” İşte aynı şey senin için de geçerli be Claire. İnsanlar dürüst olduklarında hep kaybetmek zorundalar mı? Frank sana yalan söyleyip, senin gönlünü hoş tutmayı bilmiyor muydu? Fakat o dürüstlüğü tercih etti çünkü onun için dünyadaki en önemli şey sensin! Yalan söyleyen, gerçekleri saklayan bir kişi varsa o da sensin yahu. Adamı yatağından kovdun, odanı ayırdın, suratına bakmadın. Hiç doğru dürüst konuşmadın bile ilişkinizin durumunu. Adam senin bütün hayatının emeğini kurtardı (Doug sağolsun), bir saniye teşekkür etmek şöyle dursun, paraladın adamı yahu. Açıkçası senaryonun bu şekilde evrilmesi hiç mantıklı gelmiyor bana, hiç içime sindiremedim. Claire bunca çileye, bu noktada ayrılmak için katlanmış olamaz. Üşüyoruz, Claire reyiz.
Önümüzdeki hafta, ortalama geçmiş olan sezonun son bölümünün ardından, bu senelik son defa sizlerle olacağım. İlk iki sezon, Frank’ın hep bir basamak yükselmesiyle, net bir zaferle bitmişti. Fakat seçimlere bu kadar vakit varken, önümüzdeki bölüm seçimlerin olmayacağı aşikar. Hikâye yarım kalacağa benziyor. Tam tamına dokuz ay bekleyeceğiz yeni sezon için ve bu hiç de adil değil. Bu açıdan, dizinin aslında kaliteden ödün verdiğini de görebiliriz. İlk sezonlarda politik aksiyon görüntüsüne bürünen dizi, son sezon iyice aile dramasına döndü. Alışık olduğumuz zeki hamleler, düşmanları alt edecek stratejiler yerlerini karakterlerin duygusal çatışmalarına, kişisel yaralanmalarına ve değişimlerine bıraktı. Çok kaliteli, çok vurucu sahneler izlediğimiz doğru. Yine de diziden beklentilerimizin karşılanmadığını söyleyebilirim. Haftaya son bölüm bizlere neler gösterecek, hep beraber göreceğiz. Tekrar görüşene dek, kendinize iyi bakın.