Bu hafta
size hayal kırıklıkları gezegeninden sesleniyorum sevgili izler-okur. Poyraz
Karayel’i öyle benimsemişim ki karakterlerden onların kimyasına aykırı tepkiler
izlediğimde, ihanete uğramış gibi hissediyorum. Maalesef ki bu hissi bölüm boyunca yaşadım. Bu yüzden bu hafta, 19. bölümü yorumlamaktan uzaklaşıp genel kurguya eleştirel bakmaktan başka türlüsü gelmedi elimden.
Geçen hafta,
18. bölümün sonunda Sema, Sefer ve Bahri sahnesinde içime sinmeyen bir şeyler
olduğunu söylemiştim. Yine oradan devam edersek; Sema- Bahri Baba
yüzleşmesinde Sefer’in salça olmamasını tercih ederdim. Evet, Sefer’i çok
seviyoruz, Sema ile sahneleri de çok güzel. Ama bu hesap Sema ve Baba
arasındaydı, Sefer ve Sema daha sonra da ‘biliyordun da söylemedin’ gibi
diyaloglara girebilirlerdi. Ama Sema ve Baba’nın beklenen yüzleşmesi çok derin
bir acıyı barındırıyordu ama kaza, silah, tokat ve tesadüfler gibi bitmek
tükenmek bilmeyen aksiyonlarda eriyerek kayboldu.
Oysa Poyraz Karayel’e 4. bölümdeki Poyraz-Ayşegül yüzleşmesi ile vurulmuştum. Artık iki karakterin böyle derinlemesine
hesaplaştığı, yüzleştiği sahneler izlemeyeli haftalar geçti. Pek çok karakter
çatışmasını hikâyesinde barındırmasına rağmen, bütün bu psikolojik çatışma
sahneleri bildiğiniz silahlı çatışma olarak ekranda vuku buluyor. Böyle olunca da,
ben, ekran başında saçımı başımı yoluyorum, futbol maçında çok güzel bir pas
gole çevrilememişçesine.
Sohbet, muhabbet ne güzel şey
Belki de karakterler
hakkında ipuçları veren sahnelerin özleminden, Sefer ve Sema’nın balkondaki
konuşmalarını nefes gibi içime çektim. Hâlbuki olağan bir sahneydi ama uzun
zamandır, gerçek anlamda diyalog kuran iki karakter izleyemediğimizi hatırlattı
bana.
Kayın Baba'nın pekmezini akıtmak konulu eser
Zülfikar ve
Çiğdem ilişkisi kontrolsüz yuvarlanan bir kar taneciğinin çığ olması misali kartopu
neşesinden uzaklaşıp yine silahların, tehditlerin havada uçtuğu bir duruma
geldi. Halbuki, biz daha Çiğdem’in çevresindeki yapmacık dünyadan kaçarak,
silahına rağmen sırf doğallığında huzur bulduğu Zülfikar’a nasıl aşık olduğunu
izleyecektik. Bunları izleyemediğimiz için, henüz Çiğdem ve Zülfikar’ı bir çift
olarak kabul etmekte ve onların imkansızlığına üzülmekte zorlanıyorum. Bu
yüzden Zülfikar, Çiğdem’in babasına silah çektiğinde "yok artık!" diye nida
atmışım. Zaten bu ilişkiye çevresel faktörlerin çar çabuk, aceleyle müdahil
olduğunu düşünüyorum. Zülfikar’ın son hamlesi de bol malzemeli bu aşk hikâyesinin
paldır küldür tüketildiği hissini verdi.
Güven dolu Baba-Poyraz ilişkisi!
Haftalardır
yazmak istediğim ama sağlam deliller biriktirmeden bahsetmek istemediğim esas
konuya gelirsek; Poyraz’ın ne yaptığını, niye yaptığını, ne amaçla yaptığının
belirsizliği içimde birikti ve ilk bölümde hastası olduğum Poyraz Karayel
karakterinden uzaklaştırdı. O zaman en baştan hatırlayalım. Poyraz’ı ilk
tanıdığımızda, oğlunu ve mesleğini seven, basit yaşayan bekâr bir babaydı.
Sonra rüşvet iftirası ile gururu iki paralık oldu, oğlunun velayetini kaybetti. Peki,
hikâyeyi başlatan olay neydi? Poyraz’ın oğlunun velayetini geri almak için
Bahri Umman’ın yanına teşkilat için gizli görevde girmesiydi. Yani hikâye bize
ne vaat ediyordu? Poyraz mesleği, görevi ile zamanla baba gibi sevdiği Bahri
Umman arasında kalacak ve zor bir seçim yapmaya çalışacaktı. Biz de Poyraz
üzerinden gerçek kötüler kim; iyilik, doğruluk nedir sorgulayacak; geleneksel
düşünce akışımızdan çıkıp, adaletin bazen karanlıklarda saklı olduğunu
keşfedecektik.
İhanet etmek ya da edermiş gibi yapmak işte bütün mesele!
Ama bugün dönüp
baktığımda Baba ve Poyraz’ın bağlılığı sadece Poyraz’ın platonik aşkı ve Bahri
Baba’nın Poyraz’ı takdir etmesi seviyesine kadar ilerledi. Onlar için hala
bir baba- oğul gibiler diyemeyiz. Ama kafamda en oturtamadığım nokta, Poyraz’ın
gizli görev durumu. Poyraz resmi olarak teşkilattan görevliymiş, bunu bu hafta
itibariyle kesinleştirdik. Peki, o zaman iki hafta önce Mümtaz’ı ses kaydıyla
tehdit ederken Poyraz, neden "benden bir daha bir şey isteme" dedi? Mümtaz, Zafer’le
anlaşmadan önce, Bahri Baba hakkındaki bilgileri kişisel merakından değil bir
suçluyu yakalamak için istiyordu. Bir diğer açıdan, eğer Poyraz çoktan
polisliğe geri dönmeyi kafasında silip kendini Bahri Baba’ya adamaya karar
verdiyse de Baba’ya oturup tüm gerçeği itiraf eder ve sadakat yemini ederdi.
Gördüğünüz gibi ne şiş yansın ne kebap derken Poyraz, sadece başına gelenlerden
yakınan, ne istediği belli olmayan bir karakter olmak üzere.
Mesela
Zafer, Bahri Umman’ı bitirerek en tepeye çıkmak, daha çok para kazanmak istiyor
ya da Songül, Umman ailesine torun doğurup ailedeki yerini sağlamlaştırmak ve
boş hayatına anlam katmak için bebek sahibi olmak istiyor, bir başka örnek
Ümran Hanım iş bulup oğlu ile kendi yağlarında kavrulmak istiyor. Poyraz ana
karakterimiz olduğu için onun hayat tanımı elbette bu kadar basit olmamalı ama
en azından başına gelenlerden sonra içinde yaşadığı dönüşüme, fikirlerine, ne
düşündüğüne ortak olmalıyız.
Çok severek
başladığım ve yıllar sonra çevremdeki herkesi ortak bir dizide buluşturan
Poyraz Karayel’i çevrem yavaş yavaş terk ediyor. Ama ben gemiyi son terk eden
olacağım. Çünkü hikâyenin ana çatısı ve çatışmasını çok güçlü buluyorum. Çünkü
karakterlerini ve onlara can veren oyuncularını çok seviyorum. Çünkü
yönetmeninin bakışına ve senaristin kalemine çok güveniyorum. Ama son
haftalarda hikâyeye odaklanmaktansa, aksiyon yüklü sahne nasıl çıkar ona
odaklanılıyor gibi hissediyorum. Bölümlük aksiyon voltajını arttırmak adına karakterler
tersine evrim yaşıyor, derinleşeceğine yüzeyselleşiyor.
Bu haftalık
benden bu kadar, buraya da hatırlamamız için 4. bölümdeki Ayşegül-Poyraz konuşmasını
bırakıyorum, bu tatta sahnelere geri dönme temennisiyle iyi haftalar.