Geçtiğimiz bölüm şimdiye kadarki en heyecanlı sahne ile biten Kertenkele, bu hafta çok gergin bir sahneyle açıldı. Bütün sezonun en heyecanlı başlangıcının yer aldığı 27. bölüm reytinglerde de Cumartesi gecesini yine üçüncü olarak kapadı. Bu bölümün aslında tek bir özeti var, Sera Tokdemir. Şimdiye kadar genellikle mutlu, sakin bir rolde izlediğimiz Sera Tokdemir, Zehra’nın bu bölümde Kertenkele’nin gerçek kimliğini öğrenmesi üzerine sinir krizlerinden hayal kırıklıklarına ve histeriye kadar geniş bir duygu yelpazesini canlandırdı. Bölümün başındaki kaçış ve Kertenkele’yle boğuşma sahnelerini ağzımız açık izledik. Timur Acar’ın da hakkını teslim etmemiz gerek; tavırları ve mimikleriyle Kertenkele’nin hissettiği bütün duyguları mükemmel aktardı.
"Bana kardeşim deme Şevket!"
Şevket ne kadar zararlı bir adam? Ayların emeğini, bir türlü bastıramadığı kumar hastalığına heba etti. Hâlâ Kertenkele’ye kardeşim diyebilmesi, elleri cebinde yüzüne bakabilmesine inanamadım. 26 bölümdür tek yaptığı şey Kertenkele’nin başına iş açmak oldu. Senaryoda Şevket’in tarafında çok büyük bir eksik bulunuyor. Bir an evvel bir işe yaradığını göstermesi gerek. Bu bölüm öyle bir hâldeydi ki, adeta görmek bile istemedim. Bu arada merak ettiğim şeylerden biri Şevket’i alıkoyan mafya babasının tarihi eser karşılığında vadettiği paralara ne olduğuydu. Uzunca bir süre Kertenkele ve Şevket’e yetecek kadar para olmalıydı. Bütün bu sorunlar, ufak da olsa bir işe yaramış olurdu.
Önceki yazılarımda Namık ve Şenbak’ın çok uyumlu bir ikili olduğundan ve daha çok dakika almaları gerektiğinden bahsetmiştim. Son bir iki bölümdür de ikilinin süreleri giderek artıyordu. Bu bölüm de yine keyifli diyaloglara şahit olduk. Namık’ın Seval ile tekrar bir araya gelme hayalleri yüzünden Kenan’ın yanından ayrılması her ne kadar hayırlı olsa da, bunun sonucunda Şenbak ile olan birlikteliklerinin de sekteye uğraması beni üzüyor. Öte yandan, Şenbak’ın Melis’i görmek adına mahalledeki pastaneye daha sık uğraması önümüzdeki bölümlerde ikiliyi tekrar bir arada izleyeceğimize işaret ediyor. Aşk ne tuhaf şey, neredeyse hiçbir zaman denk düşmüyor taraflar. Bir taraf hep daha çok seviyor, daha çok özveri gösteriyor, daha çok hak ediyor. İşte Melis, beyhude bir şekilde Semih’in peşinden koşarken, onun aşkıyla yanan Şenbak’a tiksintiyle bakıyor. Aynı şiiri Semih yazmış olsa beyaz atlı prens olacakken, Şenbak yazdığı için sapık oluyor. Zıt kutupların, imkansız aşkların dizisi Kertenkele’de Selin Levent’e aşık olduysa, Seval Namık’a dönmeye meylettiyse; Melis-Şenbak aşkını görmemiz de imkansız değil. Bu arada Şenbak’ın şiiri Melis’in çantasına koyduktan sonra pastaneden çıkarkenki yürüyüşü kesinlikle Kemal Sunal imzası taşıyordu, büyük ustayı tebessümle andım. Aşk demişken, hani iki bölüm önce Ünsal Ekrem beyleri kumarhaneden kurtarınca “damadım” olmuştu tekrar? Niye barışmadılar Hale’yle, neden malikânede değil? Hale, evine dön!
Selin’in bu bölüm içindeki en güzel sahnesi Levent’e “gitme kal” dediği sahneydi! Mütemadiyen, elinde olmadığı halde, böyle potlar kırması, kıskançlıklar yapması, gizlemeye çalışsa da duygularına engel olamaması çok şirindi. Levent’e getirdiği çorbanın zehirden hallice olacağını tahmin etmiştim ama öyle olmadı. Genelde klişedir, bu tarz durumlarda sevdicek çorba yaptığında en iyi ihtimalle mideniz yıkanır. Şükür ki Selin o kadar kötü aşçı değilmiş. Leventlere bakmaya gelen bakıcıyı kıskanması hepimizin hoşuna gitse de, ben burada Levent’ten biraz daha olgun bir davranış beklerdim. Kıskanılmak her insanın hoşuna gider; fakat böbürlenmek yerine gerçek aşkı Selin’in gönlünü hoş tutacak, içini rahatlatacak tavırları tercih etmeliydi. Bu bölümün en vurucu noktası Selin’in getirdiği çorba kabına bakıcının eli değdi diye geri istememesiydi! O kadar gerçek ki bu tavır, saygı duydum :) Bu arada bakıcı demişken; Cengiz Küçükayvaz saçlarını mı boyatmış acaba? Paris’e gitmeden önceki bu hareketinin diziye konu olmasını, Levent’in bununla dalga geçmesini beklerdim.
Hicabi ile Kertenkele arasındaki diyalog da her geçen bölüm iyileşiyor. İlk bölümlerin tekdüzeliğinden epey uzak, daha esprili ve daha hoş enstantaneler izliyoruz. Üç, dört bölüm önce diziye Gafur Uzuner’in canlandırdığı Çakal Cevher’in katılmasıyla Hicabi’nin ilk defa kendine ait bir hikâyesi olmuştu. Fakat geçen bölüm itibariyle bu hikâye Hicabi-Cevher arasında dönmekten ziyade Şevket-Cevher arasında dönmeye başlayınca Hicabi yine sadece soru soran kimliğiyle kaldı. Soru soran Hicabi her ne kadar müthiş keyif verse de, karakterin tek boyutluluğu Hicabi’ye de Fatih Doğan’a da haksızlık gibi geliyor. Önümüzdeki bölümlerde Hicabi’yi daha yakından tanıyacağımız, iç dünyasını ve farklı yönlerini öğreneceğimiz sahneler görmeyi dilerim.
Beyaz örtüler, siyah cübbeler altında adeta bir Arap! İşte o azimli insan, Coyote Azmi!
Coyote Azmi’nin bu bölüm Arap turist kılığında camiye sızması çok, ama çok başarılıydı. Makineli tüfek gibi gelen sorulara Hicabi art arda cevap verirken son soruda Deli Kenan’ın “bunu bilmeyecek ne var,” şeklinde cevap vermesiyle biz keyiften dört köşe olurken Azmi hoca da çileden çıkıverdi. Hicabi bu cevaplar arasında verdiği Hz. Ebubekir cevabını öyle bir tonladı ki, Hababam Sınıfı’nda müfettişin geldiği o efsanevi sahne canlandı gözümde. İmparator Neron!
69'dan tavşan yapmayı biz çok iyi biliriz. Fakat Kertenkele bir türlü 70'ten tavşan çıkaramadı!
Zehra bölüm boyunca o kadar fazla kez yalancılık ve hırsızlıkla suçladı ki Kertenkele’yi, ben ezildim, ezildikçe ezildim. Oysa Kertenkele’nin “ben hırsızım evet, çünkü Kara Faruk olarak senin kalbini çaldım,” demesi işte bile değildi. Daha önce yazdığım gibi, söylemesi gereken tek kelime “tavşan”dı. Bölümün bütün negatif havası bir anda tersine dönebilirdi. Bölüm sonunda ta ilk bölümlerden beri hayalini kurduğum bir sahneyi izledik. O hayalde Zehra Kertenkele’nin gerçek kimliğini öğrendikten sonra beraber gece dışarı çıkıp eğleniyorlardı. Ve fakat beklediğim tavırlar bunlar değildi. Zehra’nın kafası güzelken büründüğü kimlik çok rahatsız edici, korkutucu. Üzerine bir de Kertenkele’den faydalanıyor havasıyda, aşağılayıcı söz ve bakışlar da eklenince durum daha da dayanılmaz oldu. İlk bölümde bir çocuğu yangından kurtarırken yakayı ele veren Kertenkele tam 26 bölüm sonra yine yardıma muhtaç birine yardım ederken yakalandı. Komiser Ünsal, Kertenkele’yi yakalamanın bu kadar kolay olacağını tahmin edemezdi herhalde. Kertenkele de o kadar zeki biri halbuki, gece kulübünde kavga çıkarıp polisin geleceğini nasıl tahmin edemedi, kapıdan gözünü nasıl ayırdı, anlam veremedim. Zehra, Kertenkele’nin karşı koymasına rağmen zorla çıkartmıştı onu gece dışarı. Başlarına bir şey geleceği belliydi ve gelebilecek en kötü şey geldi.
Önümüzdeki bölümü yine heyecanla bekleyeceğiz. Bir tarafta Levent, Kenan tarafından alıkonmuşken diğer tarafta Ünsal da Kertenkele’nin koluna kelepçeleri taktı. İçimden bir ses Ünsal’ın Kenan’a Kertenkele’yi verip, Levent’i alacağını söylüyor. Her halükarda, tehlikeli, heyecanlı ve yürek dağlayan sahneler izleyeceğimiz belli gelecek bölüm. Acaba malikâne sakinleri gece kulübünde yaşananları öğrenecekler mi, önümüzdeki bölüm göreceğiz. Gelecek hafta yirmi sekizinci bölümün ardından tekrar görüşene dek esen kalın efendim.