Her insan değerlidir. Az
değerli ya da çok değerli diye ayrım yapılmaksızın değer verilecek yegâne
varlık “insan”dır. Bir insanın varlığı az okumuşlukla veya çok okumuşlukla da
ölçülmez. Yaptığı iş her ne olursa olsun değer görmeyi ve saygıyı hak eder.
Maalesef bu yargı ve düşünceler son yıllarda oldukça önemini yitirdi.
“Hiyerarşik düzen ne derse o olur.” sloganı gün geçtikçe yayılmaya devam
ediyor. Ayakta kalma savaşları yüzünden gün geçtikçe yitip giden canların
sayısı artıyor. Yalanlarımızın hain yüzünü maskelerle örtme gereksinimi
duyuyoruz. Kime sorsak “O benim koruma kalkanım.” der. Peki, bu koruma kalkanı
kimlere mezar oldu? Üstünü toprakla örtmek yetti mi? Hiç mi ortaya
çıkmayacaktı? Hadi ortaya çıkmadı. Vicdan denen o kavram günden güne içini
kemirmeyecek miydi? Aynaya her baktığında yüzünden rahatsız olmayacak mıydı?
Salih Efendi’nin hayattaki
tek derdi annesiz büyüttüğü kızlarına iyi ve namuslu bir gelecek verebilmekti.
Yaşamının son an’ına kadar da bu amaç için çırpındı. Yılların hoyratlığıyla
yorulmuş bir kalbi vardı. Arada sırada O’nu yokluyordu. Yine de yetebilmek için
durmadan çalışıp durdu. Sakınan göze çöp batar derler. Doğrudur. Salih Efendi
de kızlarını gözünden bile sakınıyordu. Hayatın ve yaşam şartlarının acımasızlığı
kızlarını inandığı yoldan bir bir ayırdı. Hatalar yapmaya başladılar. Hataları
çoğaldıkça Salih Efendi’nin sırtındaki kambur biraz daha arttı. Salih
Efendi’nin bir hayatı ve dört kızı vardı. Ama olmadı. Hesap edilmeyen planlar
yüzünden kalbi daha fazla dayanamadı ve yenik düştü.
Muhteşem dörtlü!
Haftalardır bizlerin ve
karakterlerimizin içini kemiren gerçek ortaya çıktı. Ömer, Mebrure’nin de
yardımı sayesinde Gülfem-Cahide-Gülru arasındaki esrarengiz döngüyü
çözdü. Dolaylı da olsa Salih Efendi’nin ölümünde Gülfem ile Cahide’nin de
parmağı vardı. Her şey bu nedenle bir intikam oyununa dönüşmemiş miydi? Aslında
Salih Efendi’nin ölümünde herkesin parmağı var. O veya bu diye ayrım yapmamak
gerekir. Bir suç varsa o suç hepsini kapsıyor.
Kuş öldü beybi*
Evet, Gülfem ile Cahide, Salih
Efendi’nin hayatını önemsemedi. Hatta umursamadı. Gereksiz bir parçaymış gibi
düşünerek hareket ettiler ve Ömer ile Gülru’yu ayırmak için kullanacakları en
büyük koz Salih Efendi’ydi. Bu düşüncenin heyecanına kapıldılar. Ellerine bir
silah alıp alnına dayamadılar. Belki o an bunu yapsalardı Salih Efendi yaşıyor
olacaktı. Belki de kurşun yarasının çabuk geçeceğini düşündüler. Bu nedenle
kendi canının parçalarıyla vurmak hem daha zevkli, hem de oldukça
etkileyiciydi. Zaferleri Gülfem ile Cahide’ye bir ölüm armağan etti. Gülru da
bu ölüme karşılık Ömer’i öldürmeyi tercih etti.
Koparsam elimde kalır mı?
İşte benim eserim. (Onur iç ses)
Ömer, üçüne de bir olta attı.
Sadece varsayımlar üzerine yürüyordu. Emin olduğu bir şey yoktu. Annesinin,
biricik silah arkadaşının ve Gülru’nun şüpheli davranışları Ömer’e pusula oldu.
Rotasını kolay bulmasını sağladı. Sonra ise her şey kendiliğinden geldi. Hepsi
bu günü bekliyormuş. Çözülmek için yeterliymiş. Ömer gibi hayatı boyunca
masumiyeti arayan bir adama tuzak kurup, oyun oynamayı öğrettiler.
Ya herro ya merro
Ayrılmalıyız artık, gitmeliyim bu yerden. Saadet diliyorum, sana beyaz güllerden.
Her şey olup biterken bütün yaşananların
suçlusu olarak Gülfem’i göstermek ne derece doğru? Tek günah keçisi Gülfem mi? Değil! Gülfem o tetiği Çelik kızlarıyla
beraber çekti. Cahide ile oyunu acımasızdı. Bu acımasızlığın mühürü ise Salih
Efendi’nin ölümü oldu. Bizler bunları düşünürken bir şey unutuyoruz. Evet,
Gülfem bu kadar acımasız ve gaddar! Ama “Neden böyle?” diye hiç sormadık.
Sormak aklımıza gelmedi. Gülfem de kadın ve aşka ihtiyacı olan bir kalbi var.
Sevdiği adamı, kendisinden daha genç ve alt sınıfta olan bir kıza kaptırmaya
dayanamadı. Siz olsanız ne yapardınız? O anki psikolojinizi tartabiliyor musunuz?
Kadınların aşk ve iktidar için yapamayacağı şey yoktur. Gülfem’e kızarken bir
de bu yönden bakın. Hiç kimse sebepsiz yere bir şey yapmaz. Buz dağının
arkasındaki çığı bilmek gerekiyor.
Arsen Gürzap'a veda mı ediyoruz?
Aradan geçen 25 bölümde ne değişti? Detaylarda çuvallamayalım lütfen!
Güç, Gülfem’in en büyük
maskesi! Geçmişindeki hatasını unutamıyor. Başını nereye çevirse o yıllara ait
bir iz mutlaka peşinden kovalıyor. Gülfem de güç maskesi altında zayıflığını
örtüyor. Ona sığınıyor. O da istemez miydi şeffaf olmayı, tüm gerçekliğiyle
çıplak kalmayı. Ama küçük bir kız çocuğu iken kıskançlığına yenilmesi, babası
Enver Bey’in gözünden düşmesini sağladı. Hayatta en çok ihtiyacı olduğu anda
ebeveyni tarafından yalnız bırakılmak Gülfem’in gelecekteki yaşamını kısıtladı.
Taş kalpli, acımasız bir kadın olarak anılmasını sağladı.
42 bölüm boyunca
Gülfem için hep aynı şeyleri dile getirdim. Gülfem sevgiye aç bir insan. Gülfem 1001 kilidi
olan kocaman bir hazine kutusu. Kilitlerini yavaş yavaş
açmaya devam ediyor. Bu bölümde kilitlerinden birini daha açtı. Gülfem kendini
ne kadar seviyormuş gibi görünse de aslında bir o kadar nefret ediyor.
Zamanında kardeşine yaşattıkları, babasının ondan nasıl vazgeçtiği aklından çıkmıyor. Hepsinin
acısı tek tek çıkıyor. Çıkarken de kalbinde ve ruhunda derin izler bırakıyor.
Hiçbir zaman gözünün önündeki o sahne gitmeyecek.

Şaşırdınız di miiğii? :D
42 bölüm, Güllerin Savaşı’nın özeti gibiydi. Zor
ve ağdalı bir bölüm oldu. Yüzleşme sahneleri, itiraflar, gerçekler, yaşanan
acıların hissettirdikleri hayli yorucuydu. Biz izleyicilerin yanı sıra oynayan
ve çekenlerin de işi zordu. Yüzleşme sahnesinde yer yer konsantrasyon
bozuklukları vardı. Çekerken nasıl hissettiler, ne yaptılar bilemiyorum. Böyle
olunca da fikir beyan etmek güç oluyor. Yine de her anlamıyla dolu dolu bir
bölümü bizlere izleten ve izlettiren herkese teşekkürler. 1 Mayıs İşçi ve
Emekçi günleri kutlu olsun. Gözü, gönlü değen herkesin emeğine sağlık!
*İşte Benim Stilim yarışmasının jüri üyesi Nur Yerlitaş'a selam