En son
söyleyeceğimizi en başta söyleyelim. Enfes bir bölümdü. Süleyman Şah, sonunda
açık açık Kurdoğlu’nun ihanet ateşini harladığını söyleyince içim rahatladı
doğrusu. Üstüne üstlük planı da varmış. O andan sonra oldukça rahat bir bölüm
izledim. Zira biz Süleyman Şah’ı, Kurdoğlu’ndan dinlemiştik. Ne demişti
Kurdoğlu? “O, her şeyi görür. Kafasına takılanın peşini bırakmaz. Sonunda çözer
ve gereğini yapar.” E Süleyman Şah, Kurdoğlu’nu çözmüş işte daha niye tedirgin
olalım değil mi?
Meeh bu koyun hangimize yetecek?
Bütün rahatlığıma rağmen Süleyman Şah’ın “Gündoğdu’yu iyice
meydana çıkarma” planının nasıl işleyeceğini son ana kadar anlamadım.
Gündoğdu’nun verdiği şölende Süleyman Şah’ın beylik seçimi yapılacağını ilan
etmesi obayı gerim gerim gerdi. Bir kişi hariç. Kurdoğlu... Hemen altınlar
dağıttı ve kulis çalışmalarına başladı. Hatta hızını alamayıp Alpleri bile
avucuna almaya çalıştı ki oradan yürüse askeri darbe dahi yapardı. Neyse ki
Ertuğrul yetişti de haddini bildirdi.
Beylik seçimi kararının en çok da Gündoğdu’yu germesini anlamasam
da korktuğuna bağlamıştım ama sonunu görünce içten içe herkesi uyarmaya çalıştığını
anladım. Fakat Ertuğrul’un da dediği gibi “beylik hevesine bir kere kapılmaya
gör, esir düşsen daha iyi...” Kimse Gündoğdu’nun üstü kapalı uyarılarını
dikkate almadı. Hatta Kurdoğlu’na sorduklarında “Süleyman tuzağa düşmüştür”
bile dedi. Tüm bu kulisleri yaparken Turgut’a Titus’dan aldığı ilacı içirmeyi
de unutmadı ki bu durum gittikçe daha büyük riskler almaya başladığının
göstergesi. Gün gelir Turgut hatırlarsa olan biteni kellesini bizzat kendi
elleriyle alır.
Oylama yaklaşırken Selcan Hatun'un keyfine diyecek yoktu
doğrusu. Eri bey olacak, kilimhane kendisine kaldı, kardeşi yaşıyor ve çocuk
doğuramayacağı hasır altı edildi. E daha ne olsun? Hazır Hayme Ana’yı da tek
başına yakalamış, o zehirli diliyle sokmak istedi ama Hayme Ana’nın teni Selcan
hatuna artık demir olmuş. Arkasından iş çevirebiliyor ama asla zehrini
akıtamıyor. Aksine Hayme Ana karnına bebe koymasını söyleyerek onu en zayıf
noktasından vurdu. Artık ne kadar işlerse...
Seçime giden yolda kuşkusuz en gergin an Gündoğdu-Ertuğrul
çatışmasıydı. Ertuğrul yine çok ağır konuştu. Gündoğdu’nun hatun ağzına
bakmasından girdi, emmisinin kuklası olduğundan çıktı. Hepsini söyledi
Ertuğrul. Üstelik ilk kez cümleye “abi” ile başlamadan ve “abi” ile bitirmeden,
direkt “Gündoğdu” diyerek yaptı bunu. Açık konuşacağım o an yağlarım erimedi
desem yalan olur. Haftalardır içimizde biriktirdiğimiz ne varsa Ertuğrul’un
ağzından Gündoğdu’ya söylemiş olduk. O noktadan sonra kılıçlar kınında kaldıysa
bu da Gündoğdu’nun sayesinde oldu. Ne yalan söyleyeyim hakikaten ihtiyatlı
adam.
Winter is coming hissediyorum Gündoğdu..
Selcan Hatun'un, Hayme Ana’yı pek takmayacağını biliyoruz. Bu
yüzden ilk darbeyi Gökçe’nin çıkışı olarak görüyorum. Nihayet ablasının Hayme
Ana ile konuşmasını duyunca tamamen ikna oldu. Ablası kötü biri. Hem de kötülüğü
en saf haliyle barındıran biri. Ablasına çektiği rest ve onu kovması Selcan’da
mini bir şok dalgası yarattı. Et, tırnaktan ayrılmaz derler ama artık Gökçe’yi
bayrak gibi istediği yöne sallayamayacağı bir gerçek. Selcan hatun o çadırda
bir kez daha babasının hayalini gördü ki, bu hayal görme işi bir gün çok ters
bir anda başına bir sürü iş açacak. Saatli bomba gibi bekliyor. Tik tak, tik
tak, tik tak...
Seçimden önceki son gece Deli Demir’in ‘Oğuz’ hikayesini
dinledik ki yine çok güzel anlattı. Bir Türk olarak insanın hoşuna gitmemesi
mümkün değil. Hele Arabi Hazretleri'nden mahrum kaldığımız bu bölümde tadı ayrı
bir güzel geldi. Fakat bir de şikayetim var. Bu bölümde iki yerde “Ya Allah”
nidasını duyduk. Eskiden çok çok az duyardık ve anlamı büyük olurdu. Bu nidayı
bu kadar sıklaştırmamak gerek. Diriliş “Ertuğrul” da 19. bölüm’e geldik. Şu ana
kadar ki en sevdiğim sahne sorulsa hiç düşünmeden Ertuğrul’un Gündoğdu’ya ilk
kez “bir devlet olmamız gerek” dediği anda duyduğumuz “Ya Allah” nidasının
olduğu sahne derim. Açıkçası böylesi güzel bir şey yakalamışken sıradan bir hale
sokmalarından korkuyorum. Umarım olmaz.
Nihayet seçim günü geldi çattı. Herkes toyda yerini aldı.
Öyle ki Süleyman Şah dahi beylik vazifelerinden vazgeçerek herkes gibi bir
yanda oturdu. İşlerin Süleyman Şah lehine döneceğini biliyordum ama nasılını
çok merak ediyordum. Süleyman Şah beylik için adaylığını koyduktan sonra
Gündoğdu’nun derin sessizliği an be an beni keyiflendirirken Kurdoğlu’nu
bozuyordu. O andan sonra ne kadar çabalasa da Gündoğdu’nun toyun ortasında onu
satışını izlemek bugüne kadar Diriliş “Ertuğrul” da izlediğim en keyifli
sahneydi. Adeta yerli bir Game of Thrones
bölümü oldu. Dizinin adı Game of Thrones “Ertuğrul” da olabilirmiş. Yakıştı da
bak...
Kurdoğlu'nu görmeliydiniz. Aha elleri na böyle teslim oluyorum der gibi açtı.
Araya giren kısa flashback’de gördük ki her şey Süleyman
Şah’ın planıymış ve bu sefer de bu plandan Ertuğrul’un dahi haberi olmamış.
Devlet işleri böyle yürütülür işte... Süleyman Şah hem gücüne güç katmış oldu,
hem muhalefeti bitirmiş oldu, hem de Kurdoğlu’na kimlerin destek verdiğini tek
tek mimlemiş oldu. Adam bir taşla koca kuş sürüsünü indirdi. Vallahi helal olsun! Bize de bölümler boyu
Gündoğdu’ya saydırmanın ardından kalan mahcubiyet düştü. Hakkını helal eder
inşallah.
Her şeyin sonunda obaya huzur geldiğini ve Kurdoğlu’nun
delirdiğini görmek çok güzeldi de tabi bu huzur kalıcı olmayacaktı.
Kurdoğlu’nun daha dinlenmeden soluğu tapınakçıların yanında alması şaşırtmadı.
Esas şaşırtan bu kadar kısa sürede hem Yiğit’i tapınakçılara teslim etmesi hem
de Gündoğdu’yu zehirlemesi oldu. Böylece gelecek bölümlerin hangi rotada
ilerleyeceğini görmüş olduk. Gündoğdu elbette o zehirden kurtulacak ve Kurdoğlu
biraz daha kapana kısılmış olacak. Bu da onun daha da saldırganlaşmasına sebep
olacak. Güzel bölümler bizi bekliyor yani.
Premsesler gibiydim ben baba evinde..
Dizi boyunca sıkıldığım tek yer Ertuğrul ve Halime
sahneleriydi. Geçen bölüm Ertuğrul obadan gitme kararı almıştı. Bu bölüm önce
Halime’ye “obada telli duvaklı düğün” sözü verdi. Sonra tekrar gitmekten
bahsetti. Halime kalmaktan ve bey olmaktan bahsetti ama gitmek istediğini de
söyledi. Sürekli bir gidiş geliş, tutarlı olmayan sözler sahnelerin anlam
kazanmasını engelledi. Neyse ki Gökçe bacı aralarından çekilince Süleyman Şah
da onları kavuşturdu ve daha fazla uzamadı bu muhabbet. Çok değil daha birkaç
bölüm öncesinde Halime ve Ertuğrul’un kavuşmasını iple çekerken durumu bu kadar
uzatarak sahnenin etkisini epey düşürmüş oldular.
Dedim ya, gerçekten güzel bir bölüm izledik. Fakat bölüm
sonunda öyle bir şey yapıldı ki bence Diriliş “Ertuğrul”a hiç ama hiç
yakışmadı. Eftelya, Ertuğrul’a esir düştüğünde bile en ufak fiziksel şiddete
uğramamışken Gündoğdu’nun Selcan’ı tokatlaması tam bir fecaat... Selcan karakteri
bizi ne kadar sinirlendirmiş, kızdırmış olsa da kadına şiddetin ayyuka çıktığı
şu dönemde geçmişinde bu konuda hassas davranan bir dizinin bu şiddeti
sergilemesi çok üzücü.
Belki Selcan’ın bunu hakettiğini düşünenler olabilir ama
hiçkimse özellikle güçler denk değilken şiddeti hak etmez. Zaten bu akıl değil
mi kadına şiddetin önünü açan? Bu şiddeti uygulayanların %95’i karşı tarafın
bunu hak ettiğini düşünüyor. Oysa kimse şiddeti hak etmez. Adam olan adam
kendisinden güçsüz olana karşı güç kullanmaz. Umarım Diriliş “Ertuğrul” sonraki
bölümlerde bu konuda vereceği mesajlarla halka tekrar doğru örnek olma yoluna
girer.
Haftaya görüşürüz.