Kendinden utandığın vakit
gerçeklerle yüzleşmeye hazırsındır. Bir başkasından utanman egonu gıdıklar ve
denize düşen mehtap gibi gerçekler de önünü aydınlatır. Hayal dünyasından
çıkmanı sağlar. Seni kendine getirir. Silkinirsin. Evet, acımasızdır. Başından
aşağı kaynar suların dökülmüş gibi hissedersin. İster hayal kırıklığı de, ister kızgınlık,
öfke, nefret veya aldatılmışlık... Hepsi ruhuna sıkışır. Nefes alman zorlaşır.
O an, bu hezeyanları hissedeceğine bir kâğıt kesiğinin parmağında olmasını yeğlersin.
Ama çaresiz kalırsın. İnşaa ettiğin tüm yapıtlar yerle bir olmuştur.
Kalbimdeki ihanetin sızısını kim dindirecek abla?
Yüzleşmenin beş evresi
vardır. İnkâr, başı çeker. Yaşadığın şokun ilk refleksidir. Kabullenmek
istemezsin. Ardından yerini öfke alır. Öfke için kendinden çok bir başkasını
suçlarsın. Çünkü tüm olanlara o sebep olmuştur. Öfkeden sonra pazarlık gelir.
Gerçeklerle yüzleşmeye başlarsın. Bu olayı depresyon takip eder. Yüzleşmenin en
sağlıklı evresidir. Melankolizmi en yoğun bir şekilde yaşarsın. Canın hiçbir
şey yapmak istemez. Kimseyi görecek tahammülün yoktur. Kendinden utanırsın.
İşte şimdi kabulleniş evresi devreye girer. Kendinden utanma iyileşmenin bir
göstergesidir. Burada yakınlarının desteği o kadar önemlidir ki, kişiliğinle
barışırsın. Ağırlığını azaltman için yüklerini hafifletmen gerekir. Paylaşırsan
hafiflersin. Nefes aldığını, yeniden doğduğunu hissedersin. Sanki Dünya
tekrardan var olmuş. İlkyaz gibi neşeyle içinin cıvıldadığına şahit olursun.
Artık gerçekler korkulu rüyan değildir. Alışmış ve affetmişsindir. Bundan sonra
ise önüne bakmayı yeğlersin.

Cihan bu kadar iyiyken onu neden sevemiyorum?
Cihan geçen haftaki bölümde
Gülru ile Ömer’in söylediklerini duymuş ve tüm dünyası yıkılmıştı. Aslında bunu
öğrenmesi Cihan’ı birkaç yaş büyüttü. Bir türlü kabullenemediği gerçekleriyle
yüzleşmesini sağladı. Önce inkâr etti, öfkelendi ve onun bu şekilde var
olmasına sebep olan her şeyle pazarlığa oturdu. İçine kapandı. Ne yapacağını
bilemedi. Doğum günüyle birlikte yeniden küllerinden doğdu. Defolarıyla
pazarlığa oturdu. Onları kendi dünyasına kabul etti. İşte bu nedenle “Bugün
benim ilk doğum günüm.” deme ihtiyacı duydu. İlk defa bu kadar büyük bir parti
organizasyonu ile yeni yaşını kutluyordu. Gerginliği had safhadaydı. “Ya yanlış
bir şey yaparsam?” korkuları devam ediyordu. Ama kararlıydı. Artık kimsenin onu
yok saymasına tahammülü yoktu. İyileşmeye ihtiyacı vardı. Burada olmasının ve
bu partiye gönülden katılmasının sebebi her ne kadar Gülru ile Ömer gibi
gözükse de asıl mimarı Onur’du. Bu süreçte Cihan’a çok iyi bir yol arkadaşlığı
yapıyor. Cihan’ın kendine güvenmediği kadar Onur, O’na güveniyor. İnsanın
arkasında böyle kudretli bir dağ olduğunu bilmek güven veriyor.

İsyanım sana baba!

Sen ne okyanuslarda debelendin, küçücük su birinkitisiyle mi başa çıkamayacaksın?
Hatırlarsanız sizlere Gülru
ile Cihan evlendikten sonra “Bu evlilik Cihan’ı iyileştirecek mi?” diye
sormuştum. İyileştireceğine inancım tamdı. Sizlere bu olayla ilgili bir anımı
paylaşmak istiyorum. Bundan yıllar önce psikolojik rahatsızlığı olan bir adamla
genç bir kadının evliliğine yakından şahit oldum. Adam aşk ve evlilikle
birlikte iyileşmeye başladı. Hatta biliyor musunuz bir bebekleri oldu. Adam o
kadar iyileşti ki bu değişime her gören şaşırır oldu. Bu nedenle Cihan’ın
iyileşeceğine dair inancım tamdı. Gülru, Cihan’a şifa oldu. Zaman zaman
üzülüyor, fakat bu üzüntüler yukarıda da belirttiğim üzere Cihan’ın ruh sağlığı
açısından olumlu etkilere sebep oluyor. Bir nevi yaraya tuz basma da
diyebiliriz.
Şaşkınlığımı mazur görün.
Biliyorum ki Öm-Ru’cular tüm
bu olanlara isyan ediyor. Aşk görmek istiyorlar. Evet, haklısınız. Ömer ile
Gülru’nun aşkına inandınız. Hayaller kurdunuz. Bu aşkı, yaşananları yitirmek
istemiyorsunuz. Onları bu halde gördükçe kalbiniz paramparça oluyor. Üzüntüden
kahroluyorsunuz. Aşk çok güzel bir varlık. Hissetmek, hissettirmek bizi mutlu
kılıyor. İçimizi kıpır kıpır yapıyor. Çocuklar gibi neşeleniyoruz. Her şey
buraya kadar çok güzel, gelelim realite’ye. Şimdi sizinle eğri oturup doğru
konuşacağım. Güllerin Savaşı’nı
izliyoruz. Yani iki kadın arasında yaşanan taht kavgası! Bu savaşta en olmazsa
olmazımız tabii ki aşk. Osmanlı dizilerinde bile aşk ön plandayken burada neden
olmasın? Ne yazık ki bu savaş için sadece aşk yeterli değil. Aşktan da ön plana
çıkan bir takım yargılar var. İntikam! İntikam öyle bir şeydir ki en naif
kişiliği bile ipe götürür. Gülfem ile Cahide’nin hain planları Salih Efendi’yi
yitirdi. Gülru, babasının ölümüyle aşkını da kaybetti. Kaybeden insanların
ruhları intikamla doludur. Gözleri görmez, kulakları duymaz. Beş duyusunu
kaybetmiş gibidir. Gülfem’in kaybedeceği değerler var. Her ne kadar buzlar
kraliçesi gibi dursa da Gülfem, Gülru’dan daha zayıf bir kişiliğe sahip. Sadece
zırh gibi ördüğü duvarlarla güçlüymüş, hiç yıkılmayacakmış gibi duruyor. Ama
ilk depremde duvarlarının yıkılmasıyla çırıl çıplak kalacak. Arkasına
saklandığı barikatı kalmayacak. Ne Gülfem ne de Gülru! Bu savaş ikisini de
hezimete uğratacak. Savaşlarda kazanan olmaz. Her iki taraf da kaybedecek.
Belki kayıpları farklı olacak ama sonuçları aynı kalacak. İşte bu nedenle
aşktan da önemli değerler var. Anlayacağınız aşk bu savaşta ikinci, belki de
beşinci planda kalıyor.

Geçmiş peşimi bırakmıyor.
Başlarda Halide’yi anlamak
istedim. Anlamaya çalıştım. Olmadı. Ne yapmaya çalıştığını artık
kavrayamıyorum. Köşkten gidince kalbi daha bir kin ve nefretle doldu. Madem bu
kadar kızını düşünecekti o zaman yıllarca neden köşkten ayrı durmasına gönlü
razı oldu? Neden Enver Bey ve oğluna hizmet etti? Kızının yanına gitseydi ya?
Gülru ve ailesiyle aralarında her zaman bir çekememezlik vardı. Sevgisiz ve
egoizmle dolu bir kadından da korkun. Şeytanın aklına gelmeyecek kurnazlıklar
onların aklına gelir. Mutluluktan uzak olmak bu kadar mı acizlik? Bir aileyi
yok edecek kadar mı içinde insanlığı yok? Bundan önce yaptıklarını hepimiz çok
iyi biliyoruz ve hepsi ayağına dolandı. Neden pes etmek nedir bilmiyor? Ocağın
gazını açarak sözde temiz ölüm yaparak bir taşla kaç kuş vuracak? Küçük hesap
peşinde koşan insanlar mutlaka büyük yenilgiler yaşamıştır. Geleceği
göremezler.
Basma Yener! Şimdi patlayacaksınız.
Evet, bölüm sonu tabiri
caizse BOMBA gibi oldu. İzleyenlere büyük merak uyandırdı. Acaba evdekilerin
hepsi öldü mü? Ya sonra? Bu yaşananlara Ömer’in, Cihan’ın ve Taner’in tepkisi
ne olacak? Senarist ne yazdı bilmiyorum. Ben de sizler gibi büyük merakla 41.
bölümü bekleyeceğim. Tabii ki tahminlerim var. Ömer, eğer bu patlamayla inadını
kırarsa aşkını kaybetmemek için tüm gücünü kanıtlar (Bu arada Ömer’in ilk defa
spor yaptığını izledik. İkinci dönem karne notunda bu olumlu gelişmeye mutlaka
değineceğim). Taner’in Çiçekle olan evliliği bu patlamayla birlikte herkes
tarafından öğrenilir. Cihan tekrardan içine kapanabilir. Yıkılır.
Sakinleştiricilerle yatıştırırlar. Burada en büyük iş Onur’a düşer. Gülfem
sevinmez. Ne olursa olsun kimsenin ölmesini istemez. Belki Cahide bu olayı
yanına kâr olarak görebilir. Çünkü gerçeklerin ortaya çıkmasından korkuyor.
Korkusunun nedeni ise çocuklarının onu terk edebilecek olması. Evden kimler sağ
çıkar? İşte o da, senaristin kaleminin ucundaki mürekkebe bağlı. Belki bu
bahane ile diziden birkaç karakter ayrılır, belki de mürekkep mucizesiyle hepsi
sağ kalır. Kim bilir?
Bölümde gözü değen herkesin
emeğine sağlık!