Öncelikle şunu söylemeliyim ki Maral: En Güzel Hikayem için bu hafta ki bölüm yorumum diğerlerinden çok daha farklı olabilir. Daha önce izlediğim tüm bölümlerin sonunda afallamış oluyordum ve her bölümün sonunda aklımda "şimdi ne olacak" sorusu oluyordu. Ama bu bölümün sonunda kalbimin sesi aklımın söylediklerini bastırdı ve ne düşündüğümü, kendime neyi sorduğumu bulamadım. "Afallamak" ne demek tam anlamıyla ilk defa hissettim belki de. Bölümün sonundaki sahneyi kaç kere izledim bilmiyorum. Her izlediğimde de Kenan Doğulu'nun "Baş Harfi Ben" şarkısını dinledim. Çok yakıştırdım çünkü o sahneye. "Birden bire hayatımın tümü oldun, gecelerime gün gibi doğdun..." Maral, Sarp'ın güneşi değil de ne? Sarp'ın içine düştüğü karanlığa ışık değil de ne?
Acaba rüyasında beni mi görüyor ki?
Maral: En Güzel Hikayem, 6.bölümü Sarp'ın Maral'a sığınışıyla bitmişti. Sığınmıştı sığınmasına ama, sonrasında ne olacak diye düşünmekten kendimi bir türlü alamamıştım. Aniden Maral'ın dizlerinden kalkacak ve "biz seninle olamayız Maral" mı diyecekti yoksa yine? İşte 7. bölümü bu sorularla bekledim. Bölüm başladığında Sarp ve Maral'ın el ele koltukta uyumuş olması bile rahatlatmamıştı. Aklımda hâlâ "ya bir şey olursa?" endişesi... Bu endişeyi götürüp, yerine neşeyi getiren ise Aslı oldu. (Aslı seni seviyoruz bebeğim!) Sarp ve Maral'ı görünce heyecandan delirmesi, Maral'ın mutluluğunu kendi mutluluğu yapması ve tabii onları yalnız bırakmak için çabucak hazırlanıp evden çıkması... Ben kardeş belledim onları. Dostluktan öte bir durum çünkü bu. Ama Sarp'ı uyandırmamak için sen o kadar dikkat et, evin kapısını paat diye kapat! (Ne gülüyorum Aslı'ya öyle böyle değil, çok yaşa sen) Tabii Maral'ın "Oha!" tepkisinin tatlılığı bana evde sesli kahkaha attırdı. Kombo! Sanırım bu yüzdendir ki Sarp uyanıp "Ben gidiyorum" dediğinde yemedim. Eğer neşem yerinde olmasaydı, kafamdaki sorulara takmış durumda olsaydım vallahi yerdim! Çocuğun günahını alarak söverdim bile.

Tatlişko musun sen?
Neşem tavan yapmış zaten, beraber uyumuş ve beraber uyanmışlar, bir de beraber kahvaltıya gitmesinler mi?! (Bu bölüm sana güzel Irmak!) Sahneyi kaç kere izledim bilmiyorum. Bana öyle samimi geldi ki, sanki orada Sarp ve Maral değil de, Aras ve Hazal vardı (karıştırma Irmak gerçekle diziyi yahu, silkin canııım!). Dizilerde başrol uyumu gerçekten çok önemli. Hikayeye inanmayı sağlıyor çünkü. Hazal ve Aras'ın enerjisi harika! (Diziyi 2 dakikacık kenara bırakıp uyumdan bahsetmezsem vallahi çatlardım).
Hele şunun tipe bak tipe!
Bak bak, hareketlere bak
Gelin görün ki neşemiz de bir yere kadarmış. Malum Sarp, Halis'e sinirlenip Oytun'un başını yaktı. Kumar hikayesini verdi basına. Sarp ve Maral ne zaman ki geldi Luna'ya, gerginlikler başladı... Sarp, Maral'ı ön kapıdan sokmak istemedi, gazetecilerin arasından mı geçmek istemedi, yoksa Maral duysun mu istemedi bilemedim orasını ama zaten Maral'ın duymaması imkansızdı. Aslı zaten anında söyledi. Bir de bu olayın dün gece yaşanması... Belki başkası olsa aklına bile gelmezdi ama Maral'ın zekası yine kendini gösterdi ve hemen şüphelendi. Aşk insanı aptal eder, kör eder derler çünkü. Ama Maral öyle sağlam, öyle kontrollü ki, hemen aklına bunu Sarp'ın yapmış olabileceği düştü. Üstelik şüphesinin peşinden giderek, bu durumdan emin olma yolu öyle takdir edilesi, öyle hayran kalınasıydı ki... Buna daha sonra değineceğim. Aklını seveyim Maral'ım!
Biraz Oytun'dan bahsetmek istiyorum... Çünkü bu bölüm ona çok üzüldüm. Hiç hak etmediği bir durumun ortasında buldu kendini. Bir hata yapmış ve bunun bedelini ödemiş. Üstelik başından beri söylüyorum, Oytun'u değil Halis'i suçlu buluyorum diye. Oytun'un bu hale gelmesindeki en büyük sebep babası çünkü. Kilit cümlemiz ise; "Senin oğlun olmak ne kadar zor biliyor musun?". Halis, Oytun'u azarladıkça, üstüne gittikçe ben delirdim. Sarp'a da kızamıyorum. Halis'e olan öfkesinden önünü göremeyip yanlış şeyler yapabiliyor. Oytun'a nasıl kızamıyor ve hata yapmış diyorsam, aynısını Sarp için de söylüyorum. Ayrıca Halis, Kaan'ın ailesiyle görüştüğünde Oytun'un Kaan'la konuştuğunu öğrenip delirdi ama ben Oytun'la gurur duydum! Hatasını anlamış olması, ders çıkarması, Kaan'a yardım eli uzatmış olması... Aslında çok temiz bir kalbinin olduğunun göstergesi. İşte bu yüzden hiç ama hiç tahammül edemedim başına gelenlere.
Ben bu aileye yapmadığımı bırakmadım ama, başkası onlara dokunamaz!
Yakışıklı olduğum kadar gıcığım da!
Tüm bu kaos yaşanırken benden en büyük alkış Deniz'e geldi. Ailesine sahip çıkmasını izlemek çok keyifliydi. İlk başlarda "Deniz'in ağzına kürekle vurmak isteyenler derneği" kurmaya niyetleniyordum fakat seviyorum ben bu kadını yahu! Zaten her ne kadar Maral'la uğraşsa da zararsız bence. Planları ilk başlarda korkutsada sonuca ulaşamayan türden... Böyle olduğu sürece sevebilirim onu. Ama Maral'a ciddi zararlar vermeye başlarsa hemen silerim defterden! Şu aralar birilerine gıcık oluyorsam o isimler Alara ve Benan! Neyse ki bu bölümde fazla yer almadılar. Görmeye tahammül edemiyorum desem yeridir. (Bige Önal ve Olgun Sünear candır o ayrı). Alara'ya üzülmüyorum desem yalan olur aslında. O kız da acı bir hikaye var bence. Ama bencillik edeceğim, benim için Maral'ın mutluluğu önceliklidir! Benan'dan bahsetmişken Aslı, Benan'a yanaşmaya çalıştığında tahmin ettiğimiz gibi ters bir tepki aldı ve üzüldü haliyle. Taso'nun o sahnede Aslı'ya verdiği aklı saçma buldum. Yahu aşıksın sen bu kıza! Tamam Benan'a karşı doldurma ama, gazlama da! Bırak... Sevdiğinin mutluluğunu ister insan ama bu kadarı olmaz bence ya. Ama demedi demeyin, bir gün Taso kendini geri çekecek, Aslı değerini anlayacak ve Taso'ya koşacak. At fav'a! (Ay pardon burda fav yok) E madem "tavsiye et" butonuna falan tıkla mesela. Bul illa bir şey vallahi. Kesin olacak çünkü böyle bir şey.
Luna, Oytun'un kumar skandalıyla sarsılmışken, Halis kendisinden hiç beklemediğim bir tavır içine girdi. Pes etmiş bir hali vardı. Deniz'in çabalarına aldırmıyor, etrafını dinlemiyordu. Kabullenmişti bu durumu. Deniz'e "benim hatam" dediğinde neye uğradığımı şaşırdım desem yeridir. Ama asıl şaşkınlığımı canlı yayında röportaj verdiği sırada yaşadım. Deniz, Kaan'ın tüm kirli çamaşırlarını ortaya dökmüş ve Canan'dan yardım alarak Halis'i bu durumu kullanmaya ikna etmişti. Halis koca bir dosya ve konuşma metniyle çıktı canlı yayına. (Bu sırada Maral'ın Sarp'a oynadığı oyuna da geleceğim, hala ağzım açık zekası karşısında. Unuttum sanmayın). Kaan da suçluydu elbet, ama yine de geçmişinin herkesin önünde ifşa edilmesine gönlüm razı değildi. Hem Oytun'u suçlamamıştı bile konuşmasında. Nitekim konuşmanın Oytun'u destekleyen tarafları basına servis edilmedi tabii.
Halis'in de gönlü razı olmamış, vicdanı isyan etmiş, içindeki "iyi" uyanmış olacak ki canlı yayında dosyaları attı bir kenara. Takdir edilesi hareket! Konuşmasını dinlerken gözlerim doldu... Bir yandan da Sarp izliyordu yayını. Halis'in oğlundan yanında olamadığı için özür dilemesi, hatasını kabul etmesi... Bir gün Sarp için de böyle söyler mi diye düşündüm ister istemez. Oytun'u bırakıp Sarp'a üzülmeye başladım o an... Ne zor onun için ne acı. Halis'in konuşmasını izleyip, "bu adam mı çocuğunu terk etti?" diye kendisine sormayan bizden değildir! Artık işin içinde başka şeylerin olduğunu düşünüyorum. Nilüfer bir şeyler saklıyor bence. Halis "evlat" denince akan suların durduğu bir adam profili çiziyor. Bu adam neden bıraksın, neden terk etsin oğlunu? Bak yine kafamda deli sorular!

İz bırakanlar...
Tüm bunları bir kenara bırakıyor ve Sarp ve Maral'a geliyorum... Ne yazsam bilmiyorum. Kitleniyorum. Kelimelerin kifayetsiz, cümlelerin yetersiz kaldığı bir aşk onlarınki. Daha henüz çok başındalar üstelik. Ama şimdiden sınanmaya başladılar bile. Maral, Sarp'ın hareketlerinden şüphelendi ve Oytun haberini onun yapmış olabileceğini düşürdü bir kere aklına. Şüphe fena şey. Devamlı kemirir durur insanı. Bu şüphesini hiç düşünmeden Aslı'yla paylaşması aralarındaki güven bağını bir kez daha ispatladı bu arada. Üstelik Maral öyle akıllıca davrandı ki, haberi Sarp'ın basına verdiğini anlaması uzun sürmedi. Gitse sorsa inkar edecekti tabi. Sonra kendini suçlayacaktı günahını aldım diye... Belki Sarp'a oyun oynamış gibi oldu ama buna mecburdu.
Onu merdivenlerde Halis'in konuşmasını izlerken gördüğünde emin olmasına rağmen sordu Sarp'a; "Sen mi yaptın? Yapmadım dersen inanırım." Sonra ekledi; "Ben seni bir hatanda vazgeçecekmiş gibi değil, elini hiç bırakmayacakmış gibi seviyorum..." Bu cümleyi yazarken kulağımda Şahsenem şarkısı; "Gözyaşlarım anlatır..." Sarp'ın gözyaşları aslında Maral'a verdiği "evet" cevabıydı. Bunu Maral'da çok iyi biliyordu. Ve o an hiç beklenmedik bir şey oldu Sarp ayağa fırlayıp Maral'ın dudaklarına yapıştı! Sahneyi kaç kere izledim bilmiyorum ama oynayanların, çekenlerin, emeği olan herkesin ellerine sağlık! Kalbimden vuruldum. Tutkuyu, aşkı iliklerime kadar hissettim. Hiç sıkılmayacağım sanırım o sahneyi izlemekten. Yalnız öyle bir sahneden sonra Sarp'ın "ben yaptım" demesi... İçimde ne fırtınalar kopuyor. Bir sonraki bölümü nasıl beklerim, ben de bilmiyorum.
İlk öpücüğümüz hayırlı olsun, devamı gelsin... Eller, dudaklar hiç ayrılmasın!