Ben bu yazıyı yazarken içeriden bir türkü sesi geliyor. Kim
söylüyor bilmiyorum, umurumda da değil pek zaten. Sözleri duyduğum kadarıyla
şöyle;
Bir insan ömrünü neye vermeli?
Tükenip/harcanıp gidiyor ömür dediğin...
Ömürler sabun köpüğü gibi, öyle gidiyor günler elimizden.
Haftalar birbirini kovalıyor ve biz bir bir bölümleri tüketiyoruz! "Bu
türkü sana bir mesaj" dedim, yazıya bununla başlamak istedim. Mahir'in
yarı ömrü kavga, gürültü ve kalan da hapishane-mahkeme arasında geçiyor.
Feride'nin de maalesef ağlayarak. Bölümler öylece ilerliyor ve biz sadece
sessiz, sedasız ekrandan akan acılara tanıklık ediyoruz. Bol bol acı izliyoruz,
yüreğim acıyor bazen gördüklerime. İnsan bir gülüşü özler mi? Gülüşleri özler
olduk. Böyle bir bölüm bitmiş ben nerelere takılmışım. Benim derdim net
aslında. Daha fazla acıya boğulmadan, kötülüklerden yılmadan izleyebilmek kalan
bölümleri. Sanırım bu da bizim için imkânsız bir şey.
"Tüh! Bir bulmaca sorsaydım keşke." by Mehmet Saim
Karadayı, "eskiden ne güzel mektuplaşırdık" sözüne tepki olarak çekilmiştir.
Aha da ışığı gördü!
Bölümün son sahnesi aklıma ilk bölümü getirdi. İnce ama güzel bir gönderme
olmuştu bu. Mehmet Saim eliyle işlenen ilk cinayetle başlayan hikâye, sanırım
başka bir cinayet ile çözülecek. Kötülükte bir dünya markası olan Mehmet Saim
zıvanadan çıktı ve sonunda eşini de öldürdü. (Ben ölmemiş olmasını tercih
ederim ve yaşarsa da büyük olay olur artık buradan sonrası.) Haftalardır
Kerime'ye yüklenen ben biraz vicdan azabı içindeyim. Aslında Kerime'ye
üzülmüyorum pek, üzüldüğüm tek konu Feride! Hani bölüm içindeki o şahane şiirde
"bir Fatiha'ya daha gücümüz yok" demiştik! Şimdi Feride bu kadar
acıya, üstelik karnında bebeğiyle nasıl dayanacak. Mahir yok, annesi yok ve
babası bir katil! Annesinin ve kardeşinin kanı babasının ellerinde. Olaylar bu
kadar zorken bunu nasıl kabullenecek. O bebek sağlıklı doğarsa bence göbek adı
"Mucize" olmalı. Bu kadar acıyı insan kaldıramaz, bebek nasıl
dayansın.
Bunca sınanmanın, Feride'nin ve Mahir'in acılarının, beraber çektiklerinin
varacağı noktayı bilmek isterdim. Bölüm içindeki "güneş çıkacak, bahar
gelecek" gibi ince mesajlardan aldığımız ders belli. Bahar er ya da geç
gelecek buna inanıyorum, orada bir şüphem yok da bu karamsarlıklardan sonra
nasıl gelecek merak içindeyim. Mahkemede Feride'nin zorlamasıyla savunma
yapılan bir Mahir'in aldığı cezadan ve o dört duvardan nasıl çıkacağına dair
hiçbir fikrim yok.
Bir süredir izlerken aynı şeyi düşünüyorum, aynı yere takılıyorum. Dramın dozu
hep bir "tık" yükseliyor son haftalarda. Feride'nin bebeğini
kaybetmesiyle başlayan o süreçte; Mahir'in suçu üstlenmesi, hapishane ve
mahkeme derken Mahir'in bebeğinin öldüğüne inanması ve artık Feride'nin büyük
gerçeği öğrenmesiyle başlayan yeni bir sürece geçiş. Yazarken bile yorucu
geliyor. Her hafta biraz daha ağlayan Feride'ye bir de sürekli sinir harbinde
bir Mahir eklendi. Öyle ki eller cepte, karşısında tüm acısıyla bakan, bitmiş
ve acıdan çökmüş sevdasına zerre ödün vermeden! Ne oldu bizim Mahir
Feride'mize? Ben ne çok umut etmiştim bu konuda, Mahir kıyamaz sevdasına diye.
Ne zaman sahip çıkacak Mahir Feride'ye? Ne zaman önce Feride diyecek? Mahir
gerçekten öfkeli bakıyor Feride'ye. Her şeyin sebebi kendisiyse o zaman bu öfke
niye?
İyi bak Feride, anneciğini son kez görüyor olabilirsin.
İki ayrı evlat düşünün ikisinin de babası gözlerinde birer kahraman. Bir baba
ne kadar doğruysa, bir diğeri o kadar yanlış. Ama Feride'nin bunu kabul etmesi
ve sindirmesi öyle kolay olmayacaktır. Çünkü her şeyden habersiz. Öyle kolay
değil insanın kahramanını içinde yerle bir etmesi. Hem Mahir'in hem de
Feride'nin tek isteği biraz adalet, biraz da mutluluk sevdikleriyle. Gelin
görün ki her ikisi de çok mutsuz! Feride'nin Mahir'e "söylesene
nerede Mahir?" diye eski Mahir'i aramasına aynı samimiyetle katılıyorum.
Burası benim için büyük hayal kırıklığı oldu. Feride'nin de Mahir'e koşulsuz,
şartsız inanmasını beklemedim hiç Beyefendi gerçeğinde. Tek beklediğim bu
konuda "zekice" düşünüp parçaları yerlerine koymasıydı, Mahir'in
yalan söylemeyeceğini bildiği için. Mahir'e hemen inansa zaten olmazdı ama bu
sorgulamalar yanlış yerlerde yapıldı. Turgut'un söylediklerine inanmadığı halde
niye Turgut'a koşa koşa gidildi. Feride'nin bu hikâyenin en masum tarafı
olduğunu düşündüm en başından beri. Kısmetine de hep en büyük acılar düştü!
Üstelik şu anda asıl düşünülmesi gereken tek gerçek var: Deniz! Ama ortada
mevzusu bile geçmiyor ne tuhaf.
"Doymadım ben yahu şöyle vurdulu kırdılı bir film koysalar da izlesek." by Mahir.
Bebeğine ve sevdasına sahip çıkmayan Mahir'e kızgınlık var hepimizde. Gerçekten
gözünü karartmış bir halde. Mahir için ölmek ve kalmak arasında bir fark yok
gibi görünüyor. O da Feride gibi çaresizliğin dibine vurmuş halde. Neden taş
kesildi Mahir anlamak güç. Bir bakış, bir umutlu söz hiçbirini göremez olduk.
Eee peki üç bölüm önce Feride ve bebeği için hastanede ağlayan, bebeği duyunca
mutlu olan aynı kişi değil mi? Ne değişti? Yeniden bebeği duyunca değişecek
gibi duruyor her şey. Keşke sadece bebeği için değil Feride'ye olan sevdasından
yumuşasa da öyle bir barışma görsek. Feride'nin bu sevda için yaptıklarına
artık büyük bir adım da Mahir atsa! Kulağa ne hoş geliyor aslında.
Gözünü seveyim biraz da Feride'yi güldür Turgut. Bizim Mahir'de hiç iş yok.
Bölüm içinde kahkaha attım desem belki de kimse inanmaz. Turgut'un Belgin'e
rakip olma fikri harikaydı. Turgut'u bir an için kuaför olarak düşündüm de
kadınlar kapısında kuyruk olur o tatlı diliyle. Belgin ve Turgut aynı toprak,
onlar ne iş yaparsa yapsın çıkarları çatıştığı an biri diğerini yok edecek.
Belgin demişken, nasıl bir istihbaratı varsa artık gittiği yerde bile telefonla
geliyor bilgiler! Tabii ki bir de mevzu Mahir olunca "acil" olarak
her türlü bilgi en hızlısından ulaşıyor. Belgin'in zorla ayarladığı yeni
kabadayı oluşumundan ilk defa bir hayır bekliyorum. Seyis'in Turgut'a olan kini
bizim işimize yarayacak gibi. Geçen hafta mahkeme esnasında gördüğümüz Orhan
Turgut bakışması da boşuna değilmiş. Orhan'ın abisinin işlerinin başında olması
her şeyi değiştirecek. Orhan ve Turgut'u birbirine bilenirken izleyeceğiz.
Turgut'un Seyis, Dalyan ve Orhan üçlüsüne karşı yapacaklarını merak içinde
bekliyorum. Unutmadan söylemek istediğim bir şey var; Kara Ailesi'nde
kaçırılmayan kimse kalmadı sanırım. Songül'ün ikinci defa kaçırılmasıyla bence
artık kadro tamam.
Kağıttan bir gemimiz vardı
Biz ağladıkça su aldı
Belli ki boğacak bizi sular
Aman en son babalar ve oğullar!
Şiirlere saplantılı biriyim bilen bilir. Her ne kadar eskisi
gibi yazamasam bile şiir insana iyi gelir. Yazanın ve söyleyenin ağzına, diline
sağlık nefis bir şiirdi. Ne çok gözyaşı döktük ve biz ne ara mutlu olacağız.
Bundan daha da dip yoktur herhalde! Nasıl olacak bilmiyorum ama o güneş elbette
doğacak. Ne zaman böyle elimiz boğazımızda bölümler izlesek, en olmaz vakitte
çözülüyor o düğümler. Tünelin ucunu göremesek bile biliyoruz ki her kıştan
sonra bir bahar var.