Feride’nin gözünün ‘fer’i soldu
Ağlamaktan helak oldu kadın. Birazcık insaf!
Biliyordum. Feride’nin, babasının gerçekte kim olduğunu öğrenmesini çok istediğim halde, öğrendiğinde onun için çok üzüleceğimi biliyordum. Bir yandan her şeyi tüm çıplaklığıyla görsün isterken bir yandan da öğrendikçe ışığı sönen gözlerini görmenin sanki gerçekmişçesine içimi ezeceğini biliyordum. Ne olursa olsun öğrenmesi gerekiyordu da bunlar olurken Mahir de yanında olur, ona destek olur sanıyordum. Tabii, ben bunları Feride’nin de fark ettiği Mahir’in yavaş yavaş değişmesi mevzuundan önce düşünüyordum.

Senin umutlu bakışların bittiğinden beri bu kadın o halde.

Sürekli söylenip, Mahir’e haksızlık yaptığım düşünülüyor, biliyorum. Varsın öyle olsun. Feride üzüldüğü an Mahir’e kızmamak elimde değil. Vallahi Feride’yi annesinden daha çok düşünüyorum. Bir kere bahtsız -yine de bir Ayten değil tabii- bir kadın. “Mahir’in başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmedi, daha ne bahtsızlığından bahsediyorsun” derseniz, “haklısınız” derim ama asıl mevzu da zaten bu. Mahir’in başına gelen her şey Feride’nin de başına gelmiş sayılıyor. Evet, biliyorum bütün suçlu Feride’nin babası, Kara ailesinin başına ne geldiyse onun yüzünden ama Feride bunu bilmiyor. Feride, Mahir’in bütün bunları isteyerek –isteyerek değil tabii de öfkeyle diyelim- yaptığını düşündüğü halde hatta babasını vurduğunu sandığında dahi Mahir’i sevmekten vazgeçmedi. Vazgeçemedi. Hatta Mahir “Gel” dese koşa koşa gidecekti. Artık Mahir “gel” demek zorunda. Çünkü Feride gerçekten kimsesiz kaldı.

Feride'nin de artık babası yok sayılır. Hepimizin babası sensin Nazif Babam.

Şimdi biraz fikir teatisi yapalım. Tabii, burada yalnızca ben söyleyeceğim siz dinleyeceksiniz. Başlıyorum: Farz edelim ki çocukluğunuzdan beri aynı mahallede yaşıyorsunuz. Mahalleden samimi olduğunuz, evlerine rahatlıkla girip çıktığınız bir arkadaşınız var. Onun da bir ailesi var haliyle. Misal babası, ağabeysi… Mevzu baba olduğu için babası diyelim. Samimi değilsiniz ama görüyorsunuz. Sert mizaçlı biri de olsa arada hal hatır, okul, iş hakkında konuşuyorsunuz. Yani herhangi bir adam. Bir gün diyorlar ki, bu adam ülkenin en azılı suçlularından. Silah kaçakçısı, adam öldürmeye azmettirici vs. Nasıl bir tepki verirsiniz? Evet, şimdi en sevdiğim kısım geliyor, ben cevap veriyorum. “Yok, artık!” dersiniz değil mi? Şuan memleketin çivisi çıkmış olduğu için bir tepki vermeyebilirsiniz belki ama kabul edin ki böyle bir şeye hemen inanmak mümkün değil.

Yukarıdaki örneği Feride’ye bağlarsak eğer Feride bu durumun kendi babasının başına gelmiş halini yaşıyor. Yani öyle komşunun babası gibi “Yok artık” deyip ya da “Olabilir” deyip köşesine çekileceği bir durum değil. Balyoz gibi suratına indi bu gerçek. Gözlerimle gördüm on saniyede on yaş attı kadın. He benim babam bakan olsa ben hakkında öyle çok da iyi düşünmem. İktidar bir kere kirli bir yer. Yani babam bile olsa görevini layıkıyla yapan onurlu bir adamdır, diyemezdim kolay kolay. Ama bir katil, bir azmettirici olduğunu düşünmek öyle çabuk hazmedilecek bir şey değil. Bir kere böyle bir şeyi hemen kabul edebilmek için bunun olmasını istiyor olmak lazım. Feride haliyle babasının katil olmasını istemediği için en olası tepkiyi veriyor ve inkâr ediyor. Gerçekler işimize gelmediğinde hepimiz inkâr ederiz. Tabii, aklına o kurt düştükten sonra hiçbir şey eskisi gibi olamaz. Yani demem o ki, Feride’nin de gerçekleri tam manasıyla görmesine çok az kaldı.

Bak yine aynı şeyi yapıyorsun. Sevdiklerini korumak başka sen artık kendini durduramıyorsun.

Mahir’in sevdiklerini korumak için kendini feda etmesine kızmıyorum. Zaten böyle bir şey için kızılmaz ancak takdir edilir, tabii sevdiklerinin Mahir’in ölmesinden çok olmasına ihtiyaç duyduklarını bir kenara bırakırsak. Benim kızdığım Mahir’in tavırları. Hani o “kabadayı” tavırları. Gülmenin bu kadar çok yakıştığı bir adama sert, duygusuz haller hiç yakışmıyor. Hadi Feride’yi sevdiği için onu kendinden bile korumak için uzaklaştırmak istiyor diyelim. Yahu adam Belgin’in boynunu koparıyordu az daha. Nerede o merhametli, vicdanlı Mahir nerede bu Karadayı. Aslında merak ettiğim şey Mahir hep mi böyle kalacak? Mahir böyle kalacaksa bu insanlar hiç mi mutlu olmayacak?

Üzgün, kızgın, yıkılmış görünüyor olabilir.

Ama Mahir, bu kadın seni ipten alır, kendi koluna takar benden söylemesi.

Bütün bunların ötesinde, mahkeme sahnesini atlattık. Her hayal kurmaya kalktığımızda karşımıza gulyabani gibi dikilen o sahne sonunda tarih oldu. Feride’nin Mahir’e neden kızgın olduğunu da görmüş olduk. Öyle korkulacak bir şey değilmiş. Tabii bundan da önemlisi mahkeme sahnesini atlatmış olduk. Daha birçok kez yazabilirim bunu. Mutluyum, huzurluyum. ‘Flash forward’ bize göre değilmiş. Yalnızca bir bölüm ondan önce gelen 30 bölümün keyfine mani oldu. Hayır, bir de heyecanla gelmesini beklediğimiz değil, heyecanla gelmemesini beklediğimiz bir sahneydi.

Bugüne kadar hep Mahir kendi suçsuzluğunu ispatlamak durumunda kalıyordu. Artık Mehmet Saim’in suçluluğunu ispatlamaya uğraşacak. Bu gece izlediğimiz 106. bölümün son sahnesindeki Kerime’nin, mektup açacağıyla –mektup açacağı dedim de bu gece rüyamda mektup açacağı arıyordum, hayırlara gitsin- yaralanmasından ve hatta belki de ölmesinden sonra artık Feride de Mahir’in destekçisi olacaktır diye inanıyorum. Yani umarım öyle olacaktır. Hoş Mahir izin verse Feride aklındaki şüphelerle bile Mahir’in yanından bir dakikacık ayrılmaz. Ben Mahir’in yerinde olsam o kabadayı tavırlarını bırakır, böyle bir kadın tarafından böylesi çok sevildiğim için tanrıya dua etmeye başlardım.

Burada ben yazıya noktayı koyayım Karadayı da acıların dibine vurmaya noktayı koysun. Ne dersiniz? En kötü günümüz böyle olsun diyelim mi?
 
 
Not: Hem söyleniyorsun hem deli gibi izliyorsun diyenler için cevap veriyorum: tam bir 'drama queen' çıktım.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER