Yazıya başlar başlamaz “Vedasız
ayrılıklar seyrindeyim, içimde hatıralar siyah beyaz.” diye başlayan şarkı
dolandı dilime. Sebebi bize bu hafta veda edenler sanırım. Bu bölüm Yeşim Ceren
Bozoğlu’nu izlemedik. Geçtiğimiz günlerde diziden ayrıldığını zaten duyurmuştu.
Bu bölüm başlar başlamaz da senaryo ekibini oluşturan Can Sinan, Ali Ercivan ve Mert Meriçli’nin
O Hayat Benim”i 50. bölümü yazdıktan sonra bıraktıklarını öğrendik. Haftalardır
verdikleri emeği, çabayı ve gönüllerini koydukları bu güzel işi izliyoruz. Gidişleriyle
elbette ki kalbimizde yarattıkları boşlukları hissedeceğiz. Gözümüz onları hep
arayacak. Fakat biliyoruz ki, bir gün bir yerde yine onlarla karşılaşacağız.
Kendinizi çok özlettirmeyin olur mu? İçeriğini, nedenlerini anlamamız, idrak
etmemiz zor olabilir. Sektörel, kişisel, birçok nedenin olması da mümkün. Benim tek
dileğim, verdikleri kararlardan dolayı mutlu olmaları. Eğer hal böyleyse daha
ne isterim?
Ben izleyici olarak
hikayeye tutunmaya elbette ki devam edeceğim. Hiç bir projenin tek bir kişi
üzerine kurulu olduğunu da düşünmüyorum. Senaryo iyi yazıldığı ve reji bunu
doğru aktardığı sürece hikayenin ömrü uzun olur. Çünkü bu hikayenin merkezindeki
ana konu çok sağlam. Fakat bu iki noktanın dışında olası çatışmaları ve
krizleri çözemiyorlarsa dizi çöker. Hem oyuncu hem de senaryo ekibinin gidişi
hikayeyi biraz sarsacaktır muhakkak. Ama önemli olan yaşananlardan bir sonuç
çıkarıp, çözüm odaklı ve yapıcı olabilmek
Sadece otobüs değil,
kalbimiz de yangın yeri.50 bölüm boyunca
hikayeden ayrılan epey karakter oldu ve nedense bir veda sahnesi bile çekilmeden
adeta ortadan kayboldular. Bunu daha önceki yazılarımda da belirtmiştim. Bu
noktadan hareketle ben Nuran için de bir veda sahnesi çekilsin isterdim. Kaza
sahnesinde veya öncesinde Nuran’ı görmek çok iyi olurdu. Tamam biliyorum zaten
olaylı bir gidiş oldu ama Yeşim Ceren Bozoğlu’nun profesyonelliğine çok
yakışırdı. Ayrıca yapımcının da böyle bir çabaya girmesi çok hoşuma giderdi.
Belki bu kadarının bile çekilmesi mucizedir kim bilir? Fakat Nuran’ı otobüste giderken, hayatıyla,
hatalarıyla hesaplaşırken izleyebilseydik ne güzel olurdu. Bir dış ses bize tek
tek Nuran’ın aklından, kalbinden geçenleri anlatsaydı hoş olmaz mıydı? Nuran
için benim düşündüğüm son; adalete teslim olmasıydı. Hep öyle olacağını hayal
etmiştim. İlahi adaletten anladığım bu benim. Ama böylesi yaşanacakmış. Ne
diyelim?
Nuran’ı “öldürerek” Yeşim
Ceren Bozoğlu’nun diziden çıkması çok doğru bir karar. Çünkü izleyiciyi “acaba döner mi?” beklentisinden kurtaran bir
son bu. Zaten Yeşim Ceren Bozoğlu’nun veda tweetlerinden böyle bir geri dönüş olmayacağını
az çok anladık ama yine de öldürerek diziden çıkartılması yerinde bir hareket
olmuş. Tabi şunu da unutmamak lazım, hayat bu ve sürprizlerle dolu. Bir gün
Yeşim Ceren Bozoğlu dönerse bunun için bir tek sahne yazmak bile kafi. “Mola
yerinde inen Nuran, tesisteki anonsu duymamış ve otobüsü kaçırmıştır!” Yani gözümüzün
önünde yanan o otobüse binmemiştir bile. Neden olmasın?
Göz pınarların kurudu be
Efsun.
Efsun karakterini
sevdiğimi söyleyemem ama onu hep anlamaya çalıştım. Baba sevgisinden yoksun,
annenin aşırı kayırmacı tavırlarıyla büyümüş, sonrasında da bir yalana ikna
edilmiş bir kız çocuğu olduğunu hep yazdım. Hayatı boyunca Bahar’la yarışmış ve geçici galibiyetlerden
bile mutlu olamamış biri. Zaten üvey kardeş ile büyümeyi Nuran ve İlyas’tan
öğrenmesi de sizce mümkün mü?
O son kadehi fondip yapmayacaktın.
İyi dinle İlyas, bak
kızın ne güzel şeyler söylüyor!
Bu bölümde Efsun'un benim aklımdan
geçenleri söylediği iki sahne vardı ki, o an ona sarılmak istedim.
Birincisi Edibe Atahan Vakfı’nın kuruluş yemeğinde Edibe Hanım hakkında söyledikleri,
diğeri ise İlyas’ın kulağına Gelincik Yokuşu’nda fısıldadıkları. Edibe Atahan’ın
bir cinayet azmettircisi, hatta katil olduğunu herkesin ortasında söylemesi
harikaydı. Hülya açılış konuşmasında çocuk okutmayı amaçladıklarını söylediğinde
ve o arada kamera Ateş’i gösterdiğinde içim sızladı resmen. Ağzına sağlık
Efsun. İlyas’ın dürüstlük ile vicdanı
arasında kaldığı o sahte hesaplaşmalardan, mevzu Yusuf Ağa olduğunda kalbini
tutmasından! namus olduğundada tokat savurmasından hiç hoşlanmıyorum. Bu
yüzden Efsun’un bunu İlyas’a hatırlatmasından memnunum.
“Yüzünü dökme küçük kız.”
Mehmet Emir iyi bir baba
değil. Çünkü Mehmet Emir iyi bir insan değil. Şunu unutmayalım ki, kötü
insandan iyi baba olmaz. Çevremde duyuyorum “Eşiyle arası iyi değil ama çok iyi
baba oldu”. Böyle bir tespit temelsiz, sağlıksız. Geçiniz. Fulya hamile
muhtemelen. Ama Mehmet Emir doğacak çocuğuna da babalık yapmayı beceremeyecek göreceksiniz. Karısına
doğum gününde evlatlık çocuk hediye eden! bir adam, bu bölümde Efsun’a ”Ben
senin gibi bir evlat istemiyorum” diyor. Çocuklar ebeveynlerini seçemediği gibi
sen de evlat seçemezsin Mehmet Emir.
“Kulaklarını çekeceğim
ama Mehmet Emir” bakışı
Hasret de Mehmet Emir ile
konuşmasında gönlümden geçenleri söyledi. “Efsun’u suçlamak, iyi bir evlat
olmadığını söylemek çok kolay, peki şunu sor kendine sen iyi bir baba mısın?”
dedi. Hasret iyi bir kadın hem de Bahar’ın gerçek kızı olduğunu öğrendiğinde dahi
Efsun’a sırtını dönmeyip, ona da annelik yapacak kadar iyi.
Bu gidişle bakışların
boşlukta kaybolacak.
Sadece canını yakanlara
böyle bakar Ateş.
Ateş’in aşkından
vazgeçmemesini anlıyorum. Hala Bahar için çabalamasını da. Ama anlamak çözmeye
yetmiyor bazen. Ben Bahar’ın kaçmasından, Ateş’in kovalamasından biraz
yoruldum. Ateş mi çok ısrar ediyor, Bahar mı çok ters davranıyor ayırt
edemiyorum. Ateş biraz beklemeli, Bahar’a zaman vermeli. Yoksa bu sürekli
terslenmeler bizi de onu da yoracak.
Yazının sonunda
düşündüğüm tek şey; gelecek hafta annelerinin ölüm haberini aldıklarında Efsun
ve Bahar’ın ne hale geleceği. Anlaşılan onlarla birlikte ben de ekran
karşısında dağılacağım.
Hepinizin gönlüne sağlık.