Merhabalar, yaklaşık bir aylık
bir aranın ardından yeniden beraberiz. Ülke olarak hepimiz zor bir dönemden
geçiyoruz. Gündem biraz toparlayana kadar yazılara ara verme kararı almıştım
ama resmen biri bitmeden öteki başlayan bir moda geçtik. Bu süreci ekonomik ve
fiziksel yönden kaldırmak bir tarafa, psikolojik olarak kaldırmak da iyice zor
bir hâle gelmeye başladı. Kendi adıma 7/24 haber takip etmekten kalbimin sıkışmaya
başladığı bir noktaya geldim. Maddi anlamda ve mümkünse eğer gönüllü çalışmalar
adına elimizden geleni yaptıktan sonrası psikolojimizi sağlam tutmaya kalıyor.
Ben bunun için kendime bir nefeslik alan açmak adına yazılara devam etmeye
karar verdim, umarım durumu benim gibi olan okurlarımla da bu nefesi paylaşma
imkânım olur. Bu zor günleri hep birlikte atlatacağız. Her anlamda.
Bu girizgâhtan sonra
yazıya başlayalım.
Geçen zaman boyunca Ozan’la
Esra’nın birbirlerine karşı gardlarını yavaş yavaş indirmelerini izledik. Evet,
hâlâ birlikte oldukları zamanın önemli bir bölümünü tartışarak geçiriyorlardı
ama ilk bölümlerdeki daha birbirlerini gördükleri ân tırnaklarını çıkaran
hâllerinden de sıyrılmışlardı. Hani küçükken düşüp dizimizi yaraladığımızda
fark etmeden oyuna devam eder de akşam eve gelince acısına ağlardık ya, işte
özlem de böyle bir şey. Bir acıyı tazeyken o şok etkisiyle nasıl
hissetmiyorsak içimizdeki boşluk hissini de bir şeyler oraya doğru çökmeden
algılayamıyoruz çoğu zaman.
Esra da Ozan da
ayrıldıktan sonra ilk ân bi’ ne yapacaklarını bilemediler. Ozan’ın hocasının
evine sığındığını öğrendik. Esra’nın sürecini henüz izlemedik ama onun da
muhtemelen benzer bir zor dönem geçirdiğini tahmin edebiliyoruz. Sonrasında
Ozan için her şey normal seyrinde ilerledi. Çünkü onun tarafında her şey netti.
Sevdiği kadın tarafından terk edilmiş ve -onun bildiğine göre- yarı yolda
bırakılmıştı. İçindeki acının kaynağı da sebebi de belliydi. Sonrasında Esra’ya
karşı kuşandığı öfke maskesinin sadece bir maske olduğunu ve o maskenin neyi
gizlediğini kimseye itiraf etmese de kendisi içten içe biliyordu Ozan. Esra’yı
anlamakta ne kadar zorlansa da kendi tarafında her şey netti.
Bir de Esra tarafına
bakalım. Esra’nın dünyası tepetaklak. Ne yapacağını, nasıl davranacağını ve
hatta nasıl düşüneceğini bile bilemiyor. Bakınız başlıkta Esra’nın ağzından ne
demişim? “Aklımı dinlediğimi zannediyordum, meğer kalbimmiş beni sana
getiren…” Durum tam olarak da böyle. Esra; Ozan’la tamamen bir mantık
evliliği yaptığını, evlilik süresince hissettiği yakınlığın da olsa olsa karı
koca yani hayat arkadaşı olmanın, birlikte bir şeyler paylaşmanın getirdiği bir
sıcaklık olduğunu zannediyordu. Bu evlilikten beklentisi “güvenli, sakin bir
hayat” idi. Ozan bunu ona sağlayamamış, üstelik annesinin kaderinin çok daha
büyük bir üzüntüyle beraber yine onu takip etmesine neden olmuştu. Şu durumda bu
evliliği bitirmek en doğru karardı. Sonuçta mantıkla başlayan bir şeyi yine mantıkla
bitirmeniz gerekir, değil mi?
İşte, gerçek hayatın olması
gerekenlerden çok daha öte bir dünya olduğunu yeni yeni anlıyoruz. Bu
dünyada bize göre olması gerekenler değil, realitede olanlar
hüküm sürüyor. Esra da Ozan’ın gerçekte onun için ne anlam ifade ettiğini, Ozan’ın
ondaki yerini daha yeni yeni anlıyor. Yeni oluşan bir şey yok ortada. Hani
dedik ya yukarıda, dizimizin acısını eve gelince hissetmemiz gibi, Esra da Ozan’ı
ne kadar özlediğini birbirlerinin hayatına tekrar girince fark ediyor. Ondan
uzaktayken bir şekilde kendini hayatın koşuşturmasına veriyordu ve düşünmemeyi
başarabiliyordu. Ama şimdi bu kadar yakınken kaçacak yeri kalmadı. Özlemiyle
yüzleşiyor Esra ve şüphesiz daha da korkutucu olanı “bu özlemin nedeniyle”…
E şimdi bildiğini
zannettiği her şey bilinmezliğe evirildi. Doğru dedikleri zaten birer birer
yanlışlanıyor. Ozan’la tamamen bir
mantık evliliği sürdürdüğünü ve ondan ayrılmakla kendisine iyilik ettiğini
zannediyordu. Şirkette çalışmak isteme nedeninin abisinin borcundan da öte Ozan’dan
intikam almak olduğunu zannediyordu. Onun yanından hiç ayrılmak istemeyişi
tabii ki savaş cephesinde kalma gerekliliğindendi. Teoride her şey iyi hoş. Ama
pratikte varlığını unuttuğu ve hatta belki de var olduğundan hiç haberdar
olmadığı bir kendisiyle karşılaştı. Kimdi bu Esra? Neden böyle saçma sapan
davranıyordu? Bu içinde gümbürdeyen şeyi bir başkasından mı nakletmişlerdi? Kendisinin
olamazdı.
Şu kıskançlık durumları
olmasa muhtemelen bu inkâr süreci biraz daha uzardı. Ama Esra hiç alışık
olmadığı, tanımadığı bu durumla nasıl başa çıkacağını da bilemediği için bizim koca
kafalı Ozan’ımızın bile “cevabını alacağı” kadar belli etti hâlini.
♥
Esra kendisine yedi
kat el zannettiği bir duyguyu senelerdir hiç farkına varmadan nasıl içinde
büyüttüğünü anlayınca dehşete kapıldı. Tüm hayatını ele geçirmesinden
delicesine korktuğu bu duygunun varlığıyla yüzleşti yüzleşmesine ama bunun
sonuçlarıyla yüzleşmeye hazır değil daha. Koca bir hayatın sorumluluğunu
almaktan korkmayan Esra, aşkın sorumluluğunu almaktan ölesiye korkuyor. Çünkü bu
sorumluluğu almak demek tıpkı o teyzeye dediği gibi kalbini birinin avucuna
bırakıvermek ve sonrasında o ne yaparsa kabul etmek demek. Esra hayatının
kontrolünü kaybetmekten ve sonrasında o kalbi tekrar paramparça geri almaktan
çok korkuyor. Bu duygudan kaçarsa ondan gidebilir sanıyor. Belki de sadece
böyle bir şey olmasını umuyor, bilemeyiz.
Ama işte Esra bilmiyor ki
nereye gitse beraberinde taşıyacağı bir ağırlık o içindeki. Eğer sahibiyle
paylaşıp bunu yaşamayı seçerse hafifleyecek, diğer türlü bir ömür her geçen gün
içine daha da yerleşen bir yükle yaşamayı öğrenmesi gerekecek. E pek de kolay
bir şey olmasa gerek bu iş. Biz muhtemelen bu aşamayı da daha uzun yaşardık ama
koca kafalı Ozancığımız artık o yıllar yılı beyninde dönüp duran cümlenin safi
yalan olduğunu nihayet anlamış bulunduğundan, fragmanda da gördüğümüz üzere
Esra’nın bu başarısızlığa mahkûm kaçış girişiminde içindeki yükle hasbihal etmesine
fırsat vermeyecek. (Pek uzun bir cümle oldu ama e artık alışın bana canım^^) Bu
arada Esra’nın diyebileceği herhangi bir şeyle tekrar şüpheye düşmesini falan
şahsen ben daha kaldıramam, fenalık geliyor kaç bölüm oldu. Artık bölüm sonu mu
olur ne olur bilemem, şu işi gelecek hafta çözsün de asıl mevzular patlamadan
az şunların bir sevindirik hâllerini görelim çok rica edeceğim…
Sen nasıl güzel bir sahnesin ♥
Geçen bölüm Ozan’ın hocasının da andığı üzere Atilla
İlhan “Ayrılıklar da sevdaya dahil / Çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili”
diyordu o meşhur şiirinde. “Hiçbir ânı tek başına yaşayamazlar/ Her ân
ötekisiyle birlikte/ Her şey onunla ilgili” diye de devam eder. Evet
ayrılık mevzubahis olduğunda durum tam da budur. Yollarınız bugün ayrılmış olsa
bile bir zamanlar paylaştığınız bir yol her daim varlığını korur. Paylaştığınız
şeyler hâlâ o ânda durur. Bazen sinirle aksini iddia etseniz bile asla “hiç
kimse” olamazsınız birbirinizin hayatında. O köşe başında birdenbire
karşınıza çıktığında ya kafanızı çevirirsiniz ya da buruk bir tebessüm dolaşır
ifadenizde. Öylece geçip gidemezsiniz. İllaki tanıdıktır o yüz.
Hocamız bu şiiri dizeleri uygun gördü ama ben yine
ısrarla Ozan’la Esra’nın arasında bundan daha farklı bir hâl olduğunu
savunuyorum. Onlar “bir kavga edip sonra yine evlerine dönmüşler” gibi.
Kavganın izleri hâlâ duruyor, sorun çözülmemiş. Anlayacağınız biraz daha kavga
edesi var onların. Ama hâlâ karı kocalar. Hâlâ birbirlerinden sorumlular.
Boşanma davalarında boşanmadan önce “ayrılık” kararı alınır bazen. Kişiler ayrı
evlerde yaşarlar, tüm plan programı boşanmış bir çifte göre yaparlar ama hâlâ
karı kocadırlar, hâlâ birbirlerine karşı sadakat yükümlülükleri vardır ve büyük
oranla evliliğin kurallarına uymak mecburiyetindelerdir. Fiziksel olarak ayrı
gibi dururlar ama hâkimin bu kararı verdiğini bilen ve nedeni üzerine düşünen
biriyseniz “bir şeylerin hâlen bitmemiş olduğunu” kolaylıkla görürsünüz.
Hâkim iki tarafın da çektiği ipin kopmasını aslında istemediğine inanmış ve onların
o ipi birlikte nasıl dengede tuttuklarını yeniden hatırlayabilmeleri için bir
müddet bırakmalarını istemiştir.
Biraz hukuki dile kaydık ama bence siz beni anladınız.
Bu bölüm Trakya sahneleri ve daha pek çok yerde gördüğümüz gibi Esra da Ozan da
her fırsatta “artık birbirlerinin hayatlarında olmadıklarını” vurgulasalar da
aslında ikisi de ayrılmış gibi hissetmiyorlar ki öyle davranabilsinler. Bu
raddeden sonra artık cidden Ozan’ın hiç durmadan, tek saniye tereddüt etmeden tüm
zamanını Esra’yı bunun korkulacak bir şey olmadığını iknaya uğraşmasını izlemek
istiyorum. Bunu yapmak için binbir çeşit yol kullanmak serbest. Tabii kızı yine
üzmemek şartıyla.
Ve artık rica ediyorum, anlamaya bir ucundan
başladıysa sorgulamaya da yine oradan devam etsin. Şu isteme sahnesinde Esra’nın
söylediği “iki üç vardiya çalışma” işine şaşırdı sonra unuttu. Yavrum
sorgulasana şunu! Cidden hiç mi merak etmedin bu değirmenin suyu nereden
geliyor diye? Esra kaç defa “Senin yüzünden…” diye başlayıp durdu. Kız kendi
devamını söylemeyecek işte kendin öğrenmeye çalışsana. Hocanın yanında camdan
duydun kız da ne kadar üzülmüş, niye kendi ayrılmak isteyen biri bu kadar
üzüldü diye merak etsene. Ay biri şu çocuğa CEO olacak zekâsının birazını özel
hayatı için kullanmayı öğretsin. Hadi Musacım, madem sen de yengecisin hadi
yavrum biraz daha mesai yap yetmiyor bu…
Şermin Yaşar’ın Deli Tarla’sında öykülerin birinin
sonunda, bir karakter başına gelen onca şeye rağmen nasıl bu kadar mutlu
göründüğü, nasıl toparlayabildiği sorulunca şöyle demişti: “Toparlayamadım
doktor. Emin ol kimse toparlayamıyor. Sadece herkes başka türlü dağılıyor.”
Beni ilk okuduğumda epey etkilemiş olan bu söz, şüphesiz günlük hayatta
varlığından haberdar olmadığımız pek çok acının arka yüzünü anlatıyor.
Kurgu dünyalar, tabii iyi yaratılmışlarsa eğer, gerçek
dünyanın birer yansımasıdır. Bu dizideki karakterlerde de bunu görebiliyoruz. Ozan
duygularını apaçık yaşayan ve kelimenin en fiziksel anlamıyla “dağılan”
bir karakter. Esra’dan ayrılınca hocasının evine sığınıp yıkılması ve Esra ile
her kavgalarında hissettiklerini, hayal kırıklıklarını apaçık haykırması bunun
birer örneği. Oysa Esra da Menekşe de hayat mücadelesine yaslanıp yıkılmama
refleksindeler. Ne kadar mahvolsalar da kendilerine fiziksel anlamda dağılma
hakkı vermiyorlar. Asla kendilerini koyuvermek istemiyorlar, her daim dimdik ayakta
durmaya çalışıyorlar. Esra annesinin bu duruşunun dozunu birkaç tık daha
arttırmış, annesinin gücünü azalttığını zannettiği şeyi hepten yok sayarak daha
güçlü olabileceğine inanıyor. Mevcut deneyimi aksini gösteriyor gibi dursa da
ibareler bazen şaşabilir değil mi?.. Evet Esra da aynen böyle düşünüyor… Zümrüt’e
gelirsek o da aslında biraz Esra gibi yok saymanın gücüne inananlardan.
Kahkahasıyla ve anlamsız şeylere tutunma gayretiyle baş etmeye çalışıyor o da. Bunu
farklı şekillerde yapsalar da o da Esra gibi saklamaya çalışıyor, maskeler
kullanıyor.
Dizide sadece Çağla karakterinin son davranışlarını
biraz kontrolsüzce buluyorum. Sanki Ozan’ın devamlı “çok iyi arkadaş” muhabbeti
yapmasının etkisiyle biraz saldırganlaşıyor gibi. Orijinalinde biraz daha
olumsuz bir karakter olduğu söyleniyor ancak bizde başta öyle yazılmadı.
Sonradan rotayı değiştirmek gibi bir plan varsa bunun bir tutarsızlığa neden
olacağını söylemeliyim. Çınar’ın Esra’yla olan sahnelerini seviyorum ama ekrana
Çağla ile Ozan, hele hele Çağla ile Esra birlikte yansıyınca anksiyetem tutmaya
başlıyor artık. Hele bakın bu ikincisi daha da fena olmaya başladı son
zamanlarda. Hastane olayını bir şekil öğrendi ama keşke Ozan’ın onun zevkini en
iyi bilen ve onu en iyi tanıyan kişinin de Esra olduğunu öğrenmesinin de bir
yolu olsa. Cidden biri şu Ozan’ın gözünü açsın artık yoksa ekrana dalıp ben
açacağım.
Ay dönüp dolaşıp aynı yere geliyorum. Tamam çok şükür
Esra’ya Çağla’yla aranızda bir şey olmadığını söylemeyi başardın ama en azından
Esra’nın görebileceği yerlerde şu davranışlarına bir dikkat etsene be adam.
Ayriyeten “O gülüşünle bana her şeyi yaptırabileceğini biliyorsun.” falan ne
demek ya? Esra’nın tribini bitirdiği zaman şu Ozan’ın saçını başını iyice bir
yolması lazım. Mevzular derinleşip duygusallaşmadan benim bunu görmeye
ihtiyacım var...
Gel canım sahnem geeeel geeeeel ♥♥♥
Ve bence Ozan’ın bu saatten sonra Esra’dan yine
karşılık alamazsa kitlelere oynaması lazım. Gitsin gerçeği demiyorsa bile az
Esra’yı kollasın şirkette, mahalleye gitmişken kayınvalidesi kayınpederiyle az
hasret gidersin şirinlik yapsın. O da yetmedi şu kız istedikleri çocuğun
düğününü görelim orada bizimki coşsun. Şu gerçeği de Çınar açığa çıkarır mı
acep? Pek sanmıyorum ama en son öğrenecek kişi de Çağla olursa bence hiç ayıp
olmaz…
Yapım hem sosyal medya hem de fragmanlar adına biraz
toparladı kendini. Dozu biraz daha arttırırsak, bölüm sonlarına en azından bir
ön izleme yetiştirirsek reytingler de daha da toparlanacaktır sanıyorum. Ayriyeten
şu iptal olan Onedio soru cevap video çekimi ve devamı gelmeyen komikli kamera
arkası videoları da acilen gelmeliler. Kış dizileri gümbür gümbür gelmeden
kitleyi oturtmalıyız. Perinizden söylemesi.
Yine gece yarısını geçmiş, sabahı zorlamaktayız. Daha
huzurlu, daha mutlu günlerde doya doya tek derdimizin diziler/ filmler/ kitaplar
olacağı zamanlara kavuşabilmek dileğiyle efendim. Bu haftalık burada
ayrılıyoruz. Nasipse haftaya yine görüşelim.
Tüm ekibin emeklerine sağlık. Sürç-ü lisan ettiysek affola.
Eksiğimiz varsa tamamlayınız, yanlışımız varsa
düzeltmekten çekinmeyiniz efendim.
Sevgiyle…
Periniz
Not: Her bölüm olduğu
gibi bu bölümün de hikâyeye, karakterlere tutarlı bir şekilde yedirilen mesajlı
repliklerine kocaman ♥