Ne garip bir şey şu hayat. Bizim sanıyoruz. Sanıyoruz ki onu
biz yaşıyoruz. Oysa galiba “o” bizi yaşıyor. Göğsümüzde atan kalp bile bizden
değil. Hayat denen şey onu almış bizim canımıza koymuş, sonra da bize demiş ki:
“Ya onunla yaşa ya da ona rağmen…”
Mutluluk dediğimiz şey kalbimizin elini tutmakta, mutsuzluk
da ona inat yeni bir düzen kurma çabasında saklı. Aslında sistem bu kadar
basit. Ama biz boyuna inkâr ediyoruz. Oysa bir şeyin varlığını inkâr etmek onun
yok oluşunu önlemenin en etkili yoludur. Aşk gibi, hasret gibi, korku gibi, acı
gibi… Neyi inkâr ederseniz o sizin yüreğinizi kuşatır, mıh gibi çakılır
içinize.
Genç bir mühendis, hayatı yeni yeni öğreniyor. Sekiz
yaşından beri aynı kızı sevmekten ve annesinin gözbebeği olup ona layık bir
evlat olma çabasından başka hiçbir şey bilmediği hayatla yeni yeni tanışmaya
adım atan gencecik, saf, nazik bir adam…
Gözünü annesinin aşk uğruna yaptığı fedakârlıklar dünyasında
açan genç bir kadın… Görüyor ki aşkın peşinde koşmak bitmek bilmez bir
mücadelenin peşinden koşmakla paket geliyor, kaçmak istiyor bu kaderden. Hayatı
bilmeyen bu adama uzatıyor elini. O kendi bildiği hayatı ötekine öğretmeye
hazır; yeter ki hayatta gücünü tüketecek değil ona güvenli bir alan sunacak,
gerektiğinde güç olacak birisine dayanabilsin.
Her şey güzel olmuş ve böyle olmaya da devam edecekti. Tıpkı
şarkıda dediği gibi “hiçbir şey bitmez gibiydi.” Ama iki taraf da acemiydi.
Biri sevmenin fedakârlık tarafından başkasını bilmiyordu, öteki sorumluluk
almayı. İki taraf da annesinden miras karakterler taşıyordu. Biri annesinin
korkularını almıştı, öteki annesinin varlığında hiçbir şey düşünmeme
alışkanlığını kazanmıştı. Kendilerini ortaya koyamadılar, bir zaman sonra
birbirlerine seslerini duyuramamaya yahut gerçek manada aynı hayatı
paylaşamamaya başladılar. İkisinin bu birliktelikten beklentileri farklıydı.
Yükledikleri anlam farklıydı. Bu sadece aşk ve mantık ayrımına indirgenebilecek
bir farklılık değil.
Esra “güven” istemişti. Ozan onun elini tutsun, yolları
geniş de olsa dar da olsa birbirlerinden destek alarak yürüsünler istemişti. Bu
hayatın yükünü annesi gibi tek başına sırtlanmasın, düzenli huzurlu bir hayatı
olsun istemişti. Ozan için ise yürüdükleri yolun bir önemi yoktu. Onun önemsediği
şey o yolu “Esra ile” yürümekti. Esra yolu yürürken ayağını basacağı yeri
görebilmeye ihtiyaç duyuyordu, Ozan içinse kafasını kaldırdığında yanında
Esra’yı görebildiği sürece gerisi önemli değildi.
Burada yine annelere dönmekte fayda var. Aslında sadece
Menekşe değil, Zümrüt de mücadeleci bir kadın. İkisi de eşlerinden maddi destek
görememiş, tek başına ayakları üzerinde durma ve çocuklarını yetiştirme
mücadelesi vermişler. Ama burada Menekşe bir adım öne çıkıyor. Onun eşi maddi
destek vermese de manen yanında olmuş, sevgisiyle ona güç vermiş. Zümrüt’ün
böyle bir şansı da olmamış. Eşlerini kaybeden kadınlarda en büyük çocuklarını
eşleri yerine koyma eğilimi olduğu söylenir.
Zümrüt de bunu Ozan için yapmış.
Onu varlığının bir koruyucusu, dayanağı addetmiş. Menekşe ise eşinden sevgi
desteği görebilmiş bir kadın olarak çocuklarından güç alan değil, onlara güç
veren bir anne olabilmiş. Bu nedenle Esra hem fiziksel hem de zihinsel manada
güçlü bir kadın. Hayata dair algıları güçlü, duruşu güçlü, kendi ayakları
üzerinde durmayı biliyor. Ozan ise annesinin ona “evin babası” rolünü
vermesinden ötürü maddi manevi anlamda ailesine kol kanat germeyi öğrenmiş. Ama
geçmiş deneyimlerinden “o ailesi için üzerine düşeni yaparken” birinin aileyi
döndürmesine alışkın olduğundan da o projesini geliştirirken tüm yükün Esra’ya
kalmasını doğal karşılamış. Onun geçmiş öğretilerine göre tıpkı o okurken
annesinin onlara bakması gibi, o projeyi geliştirirken Esra’nın eve bakması
normal. Bundan rahatsızlık da duymuyor, çünkü annesinde olduğu gibi Esra’da da
zamanı gelince tüm yükü üzerinden alacağına ve onu rahat ettireceğine inanıyor.
Annesi zamanında “sabırla beklemiş ve vazgeçmemişken” Esra’nın dayanamamış
olmasını sevgisizliğe bağlıyor. Çünkü eşler arasındaki yük dağılımı ile
anne-çocuk arasındaki yük dağılımının farklı olacağının farkında değil. Esra
anne babasından gördüğü üzere mevcut durumun “yanlış” olduğunu biliyor. Ama
Ozan bilmiyor. Çünkü iki eşin bir hayatı nasıl paylaşacağı üzerine bir bilgisi
yok.
Bu bölüm gündemimiz olduğu üzerine “aşk” ve “sevgi”
kavramlarını da bir sorgulayalım. Ozan Ayşe’ye sekiz yaşından beri âşık! Bu
bilgi cepte. Aşk nedir? Yoğun bir duygu hâlidir. Yokluğunda eksik kalmaktır.
Yanında elin ayağın kesilmesidir. Aşkı sevgiden ayıran nedir? Aşk “Ol!” der ve
olur. Birdenbire. Hiç anlamazken. Çoğu kez bir sebebe bile ihtiyaç duymaksızın
bir gün birinin yanında kalbinizin daha hızlı attığını hissedersiniz, sonra da
o kişinin gittiğiniz her yere bir ruh gibi sizinle geldiğini. Ondan kendinizi
ayırmak isteseniz bile bu çabanız size acıdan başka bir şey vermez. Sevgi ise
zamanla var olan bir mefhumdur. Birdenbire değil, ağır ağır seversiniz. Şanslı
aşklar sevgiye dönüşür. Birlikte zaman geçirdikçe, birbirinizi tanıdıkça
bağlanırsınız. Ve bu duygular geldikleri gibi birdenbire ortadan kaybolamaz,
içinizde köklenirler. Sevgi yokluğunda mahvolmaktan öte, bir “iyiliğini isteme”
hâlidir.
Esra ile Ozan’ın durumuna baktığımızda, evet, Esra Ozan’a
hiç âşık olmamış. Onunla tamamen bir “mantık” evliliği yapmış. Ama bu bölüm
Esra’nın da dediği gibi Ozan “nazik” bir adam. Güzel kalpli bir adam. Esra’ya
olan sevgisi de tertemiz bir yerden. Esra birlikte oldukları zaman boyunca bunu
görmüş. Bu ona iyi gelmiş ve başta âşık olarak evlenmediği kocasını sonradan
çok sevmiş. Öyle sevmiş ki o çok korktuğu annesinin kaderine yine onun için
razı olmuş. Hiç inanmasa ve çok korksa da Ozan’ı kıramamış ve projesini
geliştirebilmesi için ona destek olmuş. Gece gündüz canhıraş çalışmaktan
gocunmamış. Ama ne zaman ki Esra Ozan’a duyduğu sevgiden daha üstün bir
sevgiden yara almış, işte o zaman gücü tükenmiş. Sevginin aklı başındadır. O “iyi”
olduğu sürece canınız yansa da kendinizi ondan uzak tutabilir, iyi kötü yeni
bir hayat kurabilirsiniz. Esra Ozan’ın iyi olması için mücadele etmeye devam
etmiş ama içindeki yaranın bu yalnızlığıyla bu birlikteliği sürdürmeye gücü yetmemiş.
Ozan ile Esra’nın birlikteliğinde son noktayı koyan şeyin “dile
gelemeyenler” olduğundan bahsetmiştik. Bu bölüm dile gelemeyenleri en hızlı
çözen duyguyu işledik: Kıskançlık. ^^ Bu öyle bir duygudur ki insana çok büyük
hatalar da yaptırabilir en büyük hatalarından da döndürebilir. Esra ile Ozan
özelinde ben bu duygunun ikinci ihtimale yaramasını diliyorum. Bu bölüm Ozan’ın
gardını indirdi, umarım yanlış anlaşılmalarla o gard tekrar kaldırılmaz.
Esra ile Ozan arasında hiç kopmamış bir bağ var. Yollarını
ayırmaya çalışsalar da kendileri hiç ayrılmamışlar. Geçen bölüm pek çok yerde
hissettiğimiz bu bağı, bu bölüm de yoğun olarak hissettik. Krem sahnesini çok
sevdim. Hâlen birliktelermiş gibi davrandıkları ânları seviyorum. Farkında
olmadan yapıyorlar çünkü aralarındaki o birliktelik refleksleri hâlâ yerinde
duruyor. Esra zaten kendini kaybediyor çoğu kez hiç ayrılmamışlar gibi
davranıyor ama Ozan’ın çoğu zaman inatla ayakta tutmaya çalıştığı gardını Esra’ya
kendini bıraktığı ânlarda böyle kendiliğinden indirivermesini çok seviyorum. Hâlâ
Esra’ya karşı kocaman bir zaafı var. Esra’ya bir güvenebilse kendini tamamen
bırakacak.
♥
Partideki “Bu değmez.” ifadesi fragmanda gördüğüm zaman çok
canımı sıkmıştı. Ama Esra’nın o laftan hemen sonra değil, Ozan’a çatır çatır
cevap verdikten sonra kalkıp gittiğini görünce rahatladım. Ve tabii sonrasında
Ozan Beyimiz de paşa paşa peşinden gidince periniz de gardını indirdi efendim.
Burada biraz Çınar ile Ozan farkını da gördük. Çınar Esra’dan hoşlanıyor, onun
için iyi şeyler yapmak istiyor ama bu henüz âşk seviyesinde değil. Esra’yı öyle
bırakıp partiye dönememesi gerekirdi. Tabii ki Esra’yı zorla eve götürecek değil
ama ona belli etmeden takip edebilir, eve güvenle gittiğinden emin olabilirdi.
Bunu Çınar’ı yermek için söylemiyorum, birdenbire âşık olmak her zaman başa
gelen bir şey değildir. Ben sadece Çınar açısından buradan geri dönebileceğimizi
söylüyorum. Esra’nın da evlenip boşanmış olduğunu öğrendi. Ozan’la durumlarının
da farkında. E zeki de bir karakter olduğunu düşünüyorum. Son sahnedeki konuşma
geçiştirilecek olsa da Çınar’ın bu durumu kısa sürede anlayabileceğini ve hatta
birbirlerini hâlâ sevdiklerini de anlayacağını düşünüyorum. Bize iyi bir
karakter olarak yansıtıldı. Ozan’la Esra’nın arasından çekilmesi hatta Çağla’yı
da üzülmemesi adına çekmeye çalışmasının ona uygun olacağı düşüncesindeyim.
Bu hikâyede beni kaygılandıran şey Çağla’nın durumu. Çağla
iyi bir karakter. Ozan’a karşı sevgisi güzel, Esra’ya karşı tavrı güzel. Buradan
nasıl bir şeyleri kırıp dökmeden çıkabiliriz bilemiyorum. Belki de sonradan
gelişen bir durum değil de eski bir hikâye olması ve bu hikâyenin evlilik gibi itibar
gören daha sıkı bir bağ içermesi durumu biraz daha kolay kabullenilir kılar.
Ozan’ın Esra’yı evine getirdiği sahne de çok güzeldi. Akabinde
Esra’nın “Ozan gitme…” deyişiyle beliren o “inanamaz” yüz ifadesi… Esra’yı
uyurken izlediği ânki sevgi dolu hâli… Esra’nın “Ne kadar üzüldüğümü
bilmiyorsun.” cümlesini sorgulamaması, bir ân bile olsa duraksamaması hâlen beni
dumura uğratsa Esra’nın onu gerçekten sevdiğini anladığında tüm her şeyi silip
atacağı ve bambaşka bir Ozan izleyeceğimiz oldukça aşikâr. Ay gelsin artık o
zamanlar! Fenalık geçireceğiz burada. ^^
Zümrüt Hanım’ın Menekşe Hanım’a yaptığı şey büyük bir
kötülüktü. Öncekilere komik denilebilir belki ama bu komik değildi. Kendisinin
de sonradan buna pişman olmasını ummakla beraber Ozan’ın bu durumu öğrendiğinde
sert bir tepki vereceğini düşünüyorum. Menekşe Hanım Ozan’ın hâlâ “anne” olarak
gördüğü bir karakter ki zaten o da Ozan’ı hâlâ oğlu olarak görüyor. Çınar’ın “Yemeklerini
mutlaka denemelisin.” dediği yerde benim içim cız etti. Ozan’ın bu lokanta
olayında Menekşe Hanım’ı koruyacağını düşünüyorum. Hatta buna emin olmak
istiyorum. Durumdan kendisinin haberdar olduğunu söyleyebilir. Lokantadan gıda
numunelerinin alınması da durumun ortaya çıkacağını gösteriyor. Yeter ki Ozan
bu süreçte şirkettekilerin Esra’yı ezmelerine müsaade etmesin. Ulan bu kız sana
“Ozan gitme.” dedi. Gitme be Ozan! Bir kere de sen yanında dur şu kızın. Sabahleyin
tostunu, ilacını, elbisesini nasıl düşündüysen şimdi de öyle düşün onurunu,
haysiyetini. Hadi be çocuğum…
Fragmanı sabırsızlıkla beklemekteyiz efendim. Eksiğimiz
varsa tamamlayın, hatamız varsa hoşgörün.
Sevgiyle, ümitle ve sağlıkla da olması adına aşılarımızı olup
evlerimizde kalalım efendim.
Periniz.
*Kalbim Seni Arıyor/ Yedinci Ev