Ayy, şükürler olsun. Bu haftaki yoruma sevinçle, neşeyle,
mutlulukla başlamak nasip oldu efendim. Vallahi kaç haftadır Naci diye
sayıklamamdan ev halkı da imdada düşmüştü artık. Şükür ki hem ben hem de onlar
huzura erdik. :)
İşte o kutlu ân! 🤠
Pandemi hepimizi çok yordu. Hepimiz tutunacak bir
şeyler arıyoruz. Bendeniz bu süreçte öncelikle bir yıkılmışlığa girdim,
sonrasında her ilk pandemizede gibi verimli aktiviteler hobiler bilmem neler
onlara sardım. Bu sürecin bitmek bilmediğini görünce dedim bari biraz işkoliklik
yapayım, şu sürecin ekstra imkânlarından yararlanayım diye kendimi oradan
oralara attım. Aynı ânda ne kadar çok şeye yetiştiğimi anlatmaya kalksam
inanmazsınız, o derece çok sekmeli bir süreç geçirdim. En nihayetinde kendime
döndüm. Dedim, kız peri “Kendine tutun.” Öyle deyip kendime iyi gelen şeylere
ve kendimde dönüştürmem gereken şeylere odaklandım. Bu süreç baya da iyi
gidiyordu, hâlâ da yine iyi gidiyor çok şükür ama bir eksiğim vardı. Kendime
iyi gelenler arasından çok az dizi seçmiştim. Benden beklenmeyecek hareket ama
direkt televizyondan izlediğim tek dizi Masumlar Apartmanı’ydı. Bu pandemide en
sevdiğim karakter de Naci’ydi. Tansel Öngel’i çok severim. Tüm rollerinde
severek izledim ama Naci bir başka şimdi… Ezgi Mola’yla birlikte bu Safiye ve
Naci hikâyesini öyle başka bir noktaya taşıdılar ki sadece kurguda değil
dokundukları gerçek insanların hikâyelerinde de “iyi gelen” bir yer edinmeyi başardılar.
Dizide her şey o kadar güzel ki, her şey birbirini tamamlıyor. Bu süreçte Naci
gibi bir karaktere veda etmek tablodan ressamın özel imza figürünü silmek gibi
olacaktı. Eksikliğini herkes anlayamaz, resim tamam görünür ama eksiktir işte,
özel ruhu uçmuştur.
Diziyi benim için özel kılan şey duyguların
tutarlılığının korunması. Karakterlerin hangi duyguyla var olduğunu o kadar net
bir biçimde görebiliyoruz ki ne yapacağını bilemesek bile ne hissedeceğini
yahut yapacağı şeyi hangi duygusuna dayanarak yapacağını çok iyi biliyoruz.
Hissediyoruz bunu. Karakterlerin kök cümleleri çok net. Bunu çok seviyorum
çünkü iyi oyuncularla bir araya geldiğinde bir seyir şöleni sunan bir nitelik
bu.
Seni gidi mini mini Han... Naciseverler beni sana bırakır mı sandın?
Karakter özelliğim gereği çok beklediğim bir şeyin oluşu
içimde ince bir yerin sızısını beraberinde getirir. O kafamı karıştırır,
karışan kafam da kelimelerimi. Çok mutlu olurum tabii orası ayrı konu ama derim
ki “Bu nedir ki yokluğu ile varlığı arasında böyle büyük bir fark bırakıyor
sende?” Hayatta çok istediğimiz şeyleri neden çok istediğimizi sorguluyorum şu
sıralar. Dedim ya, kişisel pandemimin “sorgulama ve dönüşüm” evresindeyim.
Hadi gelin, bir düşünelim. Naci’nin geri dönmesini bu
kadar istememizin sebebi neydi? Tansel Öngel gerçekten nefis bir oyunculuk
sergiliyor ve Naci karakteri çok güzel yazılıyor. Evet, hikâyedeki yeri de çok
özel. Tamam. Bunların hepsi çok doğru ama bir yandan da hepsi “görünür”
cevaplar. Ben bunların arkasına bakalım istiyorum. Naci bizdeki hangi eksiği
dolduruyor? O varken unuttuğumuz “eksik parçamız” ne?
Bu sorunun herkeste cevabı farklı olabilir. Ama “peri”
ismime sığınarak kendi adıma düşündüğümde pek çoğumuzun Safiye gibi bir tür içsel
esarete mahkûm olduğumuzu ve Naci karakterinin bizde de bir “ümit” imgesiyle
var olduğunu öne sürebilirim sanırım. Bir tür metafor belki. Bize izlediğimiz,
okuduğumuz ve hatta bazen yazdığımız karakterleri bu kadar sevdiren ve hatta
onları özleten onlarla kurduğumuz metaforik bağlar olabilir.
Hepimizin göğe bakmaya ihtiyacı var. Romantizm olsun
diye değil. Turgut Tomris’i sevdi diye de değil. Gök olanca maviliğiyle
korkularımızı alıp bizi özgür kıldığı için. Bize ve bizi saran, kuşatan her
şeye bu kadar yukarıdan bakabildiği ve hatta sarabildiği için belki de ona olan
bu güvenimiz. Bizi rahatlatan şey yarattığı güven hissi belki de.
Naci’de de bunu görüyorum. Bir hatırlatıcı gibi. Hikâyenin
içerisinde Safiye’yi zihninin içerisindeki hapisten hayata katmaya çalışıyor.
Ama esasta bunu yaptığı tek kişi Safiye değil. Bize de sesleniyor gibi
hissediyorum. Yahut ben kendi üzerime alıyorum izlerken.
Hepimiz saklandığımız köşelerden çıkmalı, sarıldığımız
korkulardan azat olmalıyız. Bunları yapmak için bir prense yahut prensese
ihtiyacımız yok tabii ki. Safiye’nin de o evden çıkmak, o kâbuslardan kurtulmak
için Naci’ye ihtiyacı yok. Ama o mücadeleyi vermeye değer hissettirecek, özgürlüğü
onun için daha anlamlı kılacak, ona tüm bunları yapmayı istetecek bir sebebe ihtiyacı
var. Bu sebep neden sevgi olamasın ki? Sevgiye tutunmak ne ayıp, ne de günah.
“Güçlü kadın” figürünü yalnızlıkla yan yana tutan
anlayışın da eril zihniyetin ürünü olduğunu düşünüyorum. Madem bizim
istediğimiz gibi düşünmüyorsun, madem bizim kurallarımıza itaat etmeyeceksin o
zaman tamamen her şeyle baş başa olmak zorunda olduğunu, kendinden başka hiçbir
şeye tutunamayacağını düşündürtelim ki hem ona ceza hem de ibrete alem olsun.
Aynen böyle düşünüyorum Safiye’yi Naci’nin elinden tutunca güçsüz gören kitle
hakkında. Aksini iddia ederken bu düşünceye hizmet ediliyor. “Güçlü kadın” imajının
yeni yeni ortaya çıktığını dönemlerde çalışmayı ve kendi ayakları üzerinde
durmayı tercih eden kadınları dışlarmış toplumlar. O kadınlar iyi bir evlilik
yapamaz, hatta çoğu zaman hiç evlenemez ve “kötü kadın” ilan edilirlermiş. Bu
ilkel anlayışın modernize edilmiş versiyonlarıyla sınanıyoruz.
❤
Tabii ki asıl gücü içimizden alacağız. Ama Süpermen olmak
zorunda da değiliz hiçbirimiz. Bize iyi gelecek, bir şeyleri bizim için daha
kolay ve güzel kılacak nedenlere tutunabiliriz. Kalabalık evlerde kalabalık
sofralarda da güçlü olabiliriz. Bir elimizle kalbimizi tutar ve dinlerken diğer
elimizi de ısıtacak bir diğer ele uzatmakta hiçbir sakınca yok.
Dilerim Naci bu kez Safiye’ye de bize de gerçekten iyi
gelsin. İki yarım matematikte bir tam ederken gerçek hayatta yine yarım ediyor.
Pandemi bize yeterince ayrılık yaşattı. Kurguda da ayrılıklarla sınanmaya gücüm
yok şahsen. O yüzden Han Naci’yi psikopat psikopat Amerika’ya gitme ısrarı
yaparken bir ufaktan desteklemedim de değil. Hadi be dedim zengin adam, okumuş
da. Elbet iyi araştırmıştır, ya bizimkini cidden iyi edebilirse?..

Normalde senarist teknik sebeplerden ötürü değil de
kurduğu hikâyeden ötürü bir karakterin ölmesini seçerse içim yansa da buna
saygı duyarım. Naci için de bu konuda “Tamam yeter ki ayrılmasınlar. Safiye’nin
kollarında ölebilir.” demeye çalıştım hep ama içinde bulunduğumuz dönem
düşünüldüğünde sanırım hepimizin Naci’nin iyileşmek için mücadele edişini
izlemeye ihtiyacı var. Ha, bu mücadeleyi kaybedebilir de tabii ki ama böylesi
bir sonu öylece kabullenişi Safiye’nin onda bulduğu nedeni onun Safiye’de
bulamadığını göstermez mi? Her şeyi geçtim, küçük bir kızı var bu karakterin.
Evet nahif yaradışlı bir karakter ama oldukça da güçlü olduğunu görüyoruz.
Han’ın Naci’yi kazan dairesinde alıkoyma nedeninin bir
tutarlılık çerçevesine oturtulması beni sevindirdi. Naci’ye zarar vermek için
değil, psikopatça da olsa kendince ablasına iyi gelmek için bunu yapmış olması
Han’lık bir hareket. Ve evet aynı Naci’nin dediği gibi her şeyi kendi kontrolü
altında çözebileceğine, her şeyi yapabileceğine dair duyduğu şüphesiz öz güvenle
kibrine de hizmet ediyor. Öte yandan kazan dairesinin onun dünyasında ne anlama
geldiğini bize gösteren flashback de durumu bir mantık çerçevesine
oturtabilmemizi sağlıyor. Tek takıldığım şey Han’ın onca ilacı vs verse de o
derece ağır hasta olan bir adamı sandalye tepesinde o hâlde öyle bir yerde
tutması. Naci Safiye’yle en mutlu ânlarında değil de asıl orada krizin gelmesi
gerekmiyor muydu? Neyse ki gelmedi tabii de yani bir oraya takıldım. İki öksürdü
etti tamam da ben sağlıklı (?) hâlimle orada mahvolurum, Naci’yi bir koltuğa
vs. bağlamak ne kadar zor olabilirdi Han??
Hikmet Babacığım istek parça yazabiliyor muyuz?
Naci oradan çıkınca isminin hakkını vererek tam bir “cehennemden
kurtulan” olacak he. Yalnız tamam iyi kendi çözdü falan ama Safiye onu orada o
hâlde derbeder görse ne olurdu?? Evet, Safiye’nin Naci’ye tekrar tepki koyması
çatışma yaratır vs. ama bence haftalardır yeterince ayrılık çektik. Safiye de
çok özledi. Ve evet Han’ın da fark ettiği üzere gerçek sevginin varlığında en
baba gururlar bile hükümsüz kalıyor. Safiye için de böyle olmalı. Naci “Gidemedim.”
demeli. “Senden ayrı kalamadım, geri geldim.” cümlesi yeterli değil. “Hata
ettim, gitmemeliydim.” hiç değil. “Senden hiç gidemedim.” cümlesi gerek benim
gözümde.
Şu hastalık mevzusunun da Safiye için ekstra bir
motivasyon oluşturabileceği inancındayım. Safiye’nin ilk yeneceği hissin
kaderin tekrarlanması hissi olması gerek bence. Onun gelişimini “Annem gitti.
Naci de gidecek. Benim yüzümden.” cümlesi yerine “Hayır, bu kez değil. Bu kez aynısı
olmayacak. Ben onu iyileştireceğim.” cümlesini kurabilmeye doğru gitmesi lazım.
O kâbusların yerine koyacak bir gerçeğe ihtiyacı var.

Mesela Gülben’in Safiye’yi gördüğü halüsinasyondan
gerçeğe çekme çabasını izlediğimiz sahne beni çok etkilemişti. Gülben kendisi de
çok korkmasına rağmen ablasına tutunacak bir gerçek olma mücadelesi vermişti.
Bir ses, bir uyanış, tutacak bir el olmuştu Safiye için. Geçen bölüm Safiye’nin
konuşmak için Gülben’i aradığı sahne de beni çok etkilemişti, o uyusa da yine
gelip başında anlattığı. İkisinin arasındaki bağı seviyorum. Biraz da Gülben
Safiye’ye Esat’ı anlatsa ve artık Naci’ye (dolayısıyla aşka da) inancını
yeniden kazanmış olan Safiye bu kez Gülben’i paylamasa da otursa güzelce
dinlese onu nasıl güzel olurdu. Bu kez de Safiye Gülben’i yüreklendirse…
Naci gittikten sonra Gülben de karalar bağlayınca
dizide izleyecek yer bulamamıştım, içime fenalık basmıştı. O yüzden Gülben’in gülüşünün
ve şapşik hâllerinin, kalbine vuran ellerinin geri dönmesine çok sevindim. O
kadar güzel bir karakter ki… Bayılıyorum. Merve Dizdar da şahane canlandırıyor.
Onun oyunculuk kariyerinde de ciddi bir mihenk taşı olacağını düşünüyorum bu
rolün. Dramıyla kahkahasıyla o kadar zengin ve o kadar güçlü bir karakter ki…
Pek çok iyi role kapı açmaya müsait.
Ponçik kulaklık takıyorsun diye mutlu sanıyorlar...
Esat doğru yolu bulunca Gülben’le ikisini desteklemeye
başladım ama bir yandan da Bayram’a çok üzülüyorum. Gülben kötü niyetli değil
ama Bayram’a kötü davranıyor. Onu normal bir insan olarak bile göremiyor. Özellikle
bu bölüm Bayram karakterinin çok üzerine gidildi. Han’ın onu ustanın önünde
azarlaması, Safiye’nin her bölümkü aşağılamaları ama tabii en çok koyanı Gülben’in
ona karşı tavrı. Bayram öyle ağır şartlarda her gün psikolojik şiddet gördüğü
bir işi pekâlâ bırakıp kendine daha rahat bir iş bulabilirdi. Ama Gülben’i
bırakamadığı aşikâr. Bu bölüm onun gidişini Han’a haber vermesine kızdık ama
orada da bunu Han’dan çekindiği için değil gerçekten Gülben’in başına bir şey
gelmesinden korktuğu için yaptığı belli. O yüzden şahsen Esat’ın en ufak bir
yanlışında hemen Bayram’a kaymaya çok müsaitim. Keşke Gülben de biraz fark
edebilse onu.
Bu bölüm gerçekten dolu dolu ve çok güzel bir bölümdü.
Eve gelen piyano, klarnet, Neriman ve Gamze, Ege sahneleri güzeldi. Terapi
tarafı da olaya bambaşka bir hava ve gizem, heyecan unsuru katmış oldu. Sevdim.
Bu bölümde beni şaşırtan şey Safiye’nin Han’ın yanında sesli bir şekilde şarkı
söylemesi ve gözünü pencereye dikmesiydi. O sahnede Han’ın Safiye’nin şarkıya
eşlik ettiğini fark ederek duraksamasını ve onu kendini fark ettirmeden
izlemesini beklerdim. Çünkü Safiye bence gözlerinin dolmasını önleyemese de en
azından Han’ın yanında yüksek sesle o şarkıya eşlik etmeyecek, gözlerini onun
önünde dimdirekt Naci’nin penceresine dikemeyecek bir karakter. Ama belki de
ileriki bölümlerde Safiye’nin Han’ın o hâlini gördüğünü bilmesi bir sahnede
kullanılır diyerek üzerinde fazla durmuyorum.

Gelecek bölüm Naci kapıyı nasıl açacağını bilmiyorum
ama bir şekilde açıp sonra yukarı çıkarak Gülben’i kurtarabilir. Ama nedense o
daha çıkamadan Han’ın fark edip geri kapatması, Gülben’i kurtaran kişinin bir
başkası olması da mümkün geliyor. Tabii umarım ilk seçenektir çünkü Naciciğim
artık göğe ve Safiye’sine kavuşsun istiyorum. Ve bu kavuşmanın Safiye’nin Naci’ye
tepkisini değil hasretini ve onun gelişinden ötürü saklayamadığı sevincini göstermesiyle
gerçekleşmesini çok istiyorum. Hastalık olayından hemen bahsetmesek bile Naci’yi
son ânda gitmekten vazgeçmiş ve Han’ı da onun ablasıyla görüşmesini engellemek
için hapsetmiş olarak gösterebiliriz. Han gerçek sebebi hastalığı bilen İnci’ye
söyleyebilir. Tabii bu gerçek sebep onu affedilir kılmaz ama en azından İnci Han’ın
psikolojik durumunu bildiğinden bunu neye dayanarak yaptığını anlayabilir.
Evet efendim. Sahur beklerken bu haftayı
bekletmeyeyim, yine sahalara döneyim istedim. Kafalar karışık ve vakit de hayli
geç olduğundan sizleri de biraz karıştırdıysam, cümleleri konuları birbirine
doladıysam hoş görünüz. Ama neticede biraz karışıklık da iyidir. Biraz
dağılalım ki kendimizi toplayabilelim değil mi?
Sorgulamalarımızı sürdürmek ve yaymak üzere yorumlara
buyurun. Neticede fragmana epeyce var. Biraz düşünelim yine. Sadece bir dizi
yorumu değil, kendi üzerimizden bir okuma da yaptığımızın bilincinde olarak. :)
Sevgiyle, ümitle, mümkünse “evlerimizde” ve bir daha
hiç gitmeyesiye Naci’yle kalalım efendim. <3
Periniz.
“Sorma bana 'ne kadar seviyorsun?'
diye,
O kadar işte!
Tavanı kadar sokağın
Dibi kadar cehennemin…” *
*Nazım Hikmet Ran / Şiir