Asırlardır yalnızım, pişmanım
alın yazım
Bir öfkeye mahkûm ettik her
şeyi,
Bir yemin ettim ki dönemem.
Hüzün tünellerinde, soldum
kederlerinde
Cehennemde yansın bu dilim,
Bir yemin ettim ki dönemem.
Seni versinler ellere, beni
vursunlar.
Sana sevdanın yolları, bana
kurşunlar.
Kıyametler kopuyor zavallı
yüreğimde…
Tükendim, tükendim, tükendim
artık.
Hiç mi özlemedin, hiç mi
hakkım yok.
Bir ara, bir sor Allah aşkına
Seni versinler ellere, beni
vursunlar.
Sana sevdanın yolları, bana
kurşunlar.
Niye böyle bir giriş yaptım?
Kayahan Açar’ın vefat haberini aldığımdan bu yana hüzünlü ve aşırı duygusalım.
Doğrusunu söylemek gerekirse ölümlerden fazla etkilenen biri değilim. Yalnızca bende
iz bırakanların vedalarında böyle oluyorum. Kayahan da bu kişilerden biriydi.
En önemli sosyal mecramız olan Twitter’da vefat haberini aldıktan sonra birçok
bestesi beynimin içinde, sözcükleri ise dilimde yuvarlanıp durdu. Kayahan,
Türkiye’de yaşayan her iki kişiden birinin hayatına iz bırakan bir sanatçıydı. Çocukluğumun
en önemli simgelerinden biriydi. Babamın kaset koleksiyonunda (plak devrinin
bitmeye yakın olan dönemleri) her Pazar en az bir şarkısı/bestesi dinlenirdi.
Bu nedenle vefatı içime dokundu. İki gündür ruh halim aşırı duygusal olduğu
için de Güllerin Savaşı’nın 38. bölüm
yorumunun giriş yazısında Kayahan’a değinmek istedim. Tarkan’ın
“Kayahan’ın En İyileri” albümünde cover’lamış olduğu “Yemin ettim”dizinin şu anki
durumunu göz önüne aldığımda, bence, Güllerin
Savaşı’na en uygun düşen şarkıydı. Duygu yüklü bir girişin ardından
dilerseniz bölüm yorumuma geçelim?

Nerde nerde Gülru Sipahi nerde?
Halide Cihan’ın ilaçlarını
Gülru’ya vermeye, daha doğrusu Gülru’nun yemek ve içeceklerine koymaya
başladığından bu yana, Gülru’daki değişiklikleri hepimiz fark ettik. Terlemeler,
ani kişilik bozukları ilacın doz aşımı arttıkça kendini göstermeye başladı. Geçen
haftaki bölümün son on dakikasında, her ne kadar ilacın etkisi altında olsa da,
Gülru Sipahi’nin Gülru Çelik ile hesaplaşmasına tanık olduk. Başta inanamadı.
Yüzüne her su çarpışında bir kez daha gerçekler tokat gibi tenini acıttı. Hesap
sormaya gelmişti. “Beni niye öldürdün?” diyordu. Gülru Çelik o kadar masum ve
günahsızdı ki, Gülru Sipahi’nin O’nu neden öldürdüğünü anlayamıyordu. Evet, bu
bir halüsinasyondu. Ama bir o kadarda gerçekti! Gülru Sipahi’ye biri bunu
demesi gerekiyordu. Dur noktası olmalıydı. Ömer’in papatya kadar saf ve
kırılgan biricik aşkıydı. Bu hesaplaşmanın Ömer’in yanında olması da Gülru
Sipahi için bir o kadar sarsıcıydı. Çünkü Gülru Sipahi, Ömer’in Gülru’sunu,
Gülru Çelik’i elleriyle öldürmüştü.

Hangisi gerçek Gülru?
Babasının intikamını
almalıydı. Her şeyin bu denli sarpa saracağını hiç hesap etmemişti. Ama bir
yemin etti ki dönemez. Gülru Sipahi yaşadığı duruma daha fazla sessiz kalamadı.
Gülfem’in, babası Salih Efendi’yi dolaylı da olsa yedi kat toprağın altına
gömdüğünü itiraf etti. Gülru Sipahi’nin bu itirafı Gülru Çelik’in içini
rahatlattı. Gülru Çelik, Gülru Sipahi’den almak istediği şeyi aldı. Amacına
ulaştı. Ömer’in, Cihan’ın, Onur’un şahit olduğu bu durum hepsinin aklına soru
işaretini yerleştirdi. Benim tanıdığım Ömer bu işin peşini bırakmaz.
Bırakmayacak da. Bu defa işin peşini bırakmayacak olan bir kişi daha var; Onur!
Güllerin Savaşı beşinci devrine girdi. Şimdi sıra makasları konuşturmakta!
Artık her şey daha acımasız.
Genel itibariyle bölümü
sevdim. Otuz sekiz bölüm boyunca birçok olay yaşandı. Gerek karakterlerini,
gerek de hikâyesini ele aldığımızda boş bir bölüm değildi. Tokyo’nun da dediği
gibi azıcık daha hikâyenin altı doldurulsa, sağlam diyaloglar çıksa 90’lı
yılların unutulmaz dizisi Yalan Rüzgarı’nı
aratmaz ve yıllarca sürer gider. Hafta içi “Güllerin Savaşı bitiyor!” haberleri
yankılanmaya başlamıştı. Bu haberlere karşı Med yapımın ortaklarından Armağan
Çağlayan, Twitter üzerinden yaptığı açıklama ile dizinin önümüzdeki sezonda da
Kanal D ekranlarında geleceğini duyurdu.
Zaten vicdanımız en büyük düşmanımız değil mi?
Ah Cihan, daha iyilerini hak ediyorsun.
Gülru gözlerini açtığında ya
da biz, Gülru’yu kendine gelmiş olarak gördüğümüzde yaşananların üzerinden bir
gün geçmişti. İlaçların etkisiyle hiçbir şey hatırlamıyordu. Zaman geçtikçe
parçaları birleştirdi. Bu defa vicdanına yenildi. Vicdanı dur(!) diyordu. Gülfem’in
karnındaki bebek için duracaktı. Amacı sadece makasların düellosuydu. Ama Gülfem’i
unuttu.
Şevket hayatı boyunca tek dal
sahibi olmamış, annesinin verdiği harçlıklarla geçinen, aklına eseni yapan bir
adam. Herkes mutlaka geldiği yeri hak eder. Hiçbir şey sebepsiz değil. Şevket de
yaptıklarının cezasını çekmek için cezaevine girdi. Yıllarca hor gördüğü,
saçının tek bir teline acımadığı eşi Mebrure, ilk defa kedi olalı bir fare
tuttu ve kocasını “adalet”e teslim etti. Mebrure için önemli bir adımdı. Yıllarca
ezilmiş, evin gelini değil de hizmetçisi gibi davranılmış bir kadının
kabuklarından sıyrılmasının ilk temsiliydi. Geçen haftalardaki bölüm
yorumlarımda bu dizide tek arkadan iş çevirmeyen ve özünü kaybetmeyen karakter
Mebrure demiştim. Çok doğru. Mebrure bize özünü kaybetmeden de küllerinden nasıl
yeniden doğulacağını göstermiş oldu. Bizim oralarda mayası iyi derler. Gerçekten
de öyle! Şevket gibi aciz olacağına onuruyla yaşam savaşı vermesi benim gönlümü
çaldı. Bundan böyle Mebrure’nin değişimini merakla takip edeceğim.
Gel sana kızım gibi sarılayım!
Çıkan kan testi sonuçlarına
göre Gülru, bunu kendisine kimin yaptığını anında anladı. Hâl böyle olunca
Halide’ye yol gözüktü. Halide’nin itiraz etmek hakkı yoktu. Bunca yaptıklarından
sonra af istemesi bile boş yere idi. Gülru, Halide’nin gözünün yaşına bile
bakmadı. Ben de olsam bakmazdım. Birinin canına kast etmek o kadar kolay mı? Ya
da ayaklarına kapanınca tüm yaptıkları görmezden mi gelinecekti? Halide gitti,
sorunlar bitti diye düşünmeyin. Köşkte Halide olmadan da entrika devam ediyor. Halide’nin
aniden köşkten ayrılması Gülfem’i sinirlendirdi. İş ahlakı açısından
baktığımızda işten ayrılmadan en az bir ay önce patrona söylenmesi gerekiyor ki
yedeğin bulunsun. Ama Gülfem’de çareler tükenmez. Halide yoksa Münevver Hancı
var! O da kim? Enver Sipahi’nin, doğal olarak Sipahi Köşkü’nün, Halide’den
önceki kâhyası. Münevver Hanım’ı sevdim. Gerçi Gülfem, kâhya diye aldı fakat kadının
hizmet edecek hali kalmamış. Siz de fark ettiniz mi? Halide ile Gülfem arasındaki
bağ, Münevver Hanım sayesinde ortaya çıkacak gibi geldi.
Böyle durduklarına bakmayın. Onlar aslında silah arkadaşı.
Esas bombayı sona sakladım. Gülfem’in
hamilelik oyunu çok uzamıştı. Bir şekilde bitmesi gerekiyordu. Neyse ki
senaristimiz bizleri fazla yormadan onu da çözdü. Gülfem 40 yaşına merdiven
dayamış bir kadın. Bu güne dek hırsları ve Gülfem Sipahi markası için yaşamış. Ne
evliliği, ne de anneliği aklından geçirmiş. Hayatında bir defa âşık olmuş, onda
da terk edilmiş. Böylelikle aşka da kapılarını kapatmış. Yıllar sonra hangi sebepten
olursa olsun evlendi. Bir şekilde de hamilelik yalanını uydurdu. Çevresinden gelen
yorumları ve tebrikleri duydukça, her kadında olduğu gibi, annelik içgüdüsü
harekete geçti. Çocuk istediğinin farkına vardı ama ne çare? Bir adam
tarafından “Senden çocuğum olsun istemiyorum.” cümlesini duymak her kadını
yaralar. Ne demek istemiyorum? Gülfem gibi bir kadının onurunu, gururunu
yaralar. Ayrıca her ikisi de genetik açıdan kusursuz! Yine de Gülfem kırıldığını
fazla belli etmedi. Bölüm sonunda Ömer artık bu oyuna daha fazla katlanamadı. Herkesin
içinde Gülfem’in hamile olmadığını söyledi. Merakla bir sonraki bölüm ne
olacağını bekliyorum.