Vicdanının sesini dinle bak, ne diyor?
Senaryosunu Erem Şentürk’ün kaleme aldığını, Hakan Kurşun’un yönetmenliğindeki MİlaT dizisi ilk bölümüyle 3 Nisan, Cuma TRT 1 ekranlarında başladı. Zaten ilk bakışını yazmıştım. Sıra ilk bölümünün yorumuna geldi.

Dizideki ilk kahramanımız Hamza oldu. İsviçre’de, şebeke suyuna virüs karıştırma niyetindeki iki kodaman ile toplantı halinde görünce, dedim “Ne oluyor?!” Meğerse Hamza adamları manuel yöntemlerle etkisi hale getirecekmiş, helal. Zaten hemen ardından bir geri dönüş sahnesi izledik. Malum 1990’lar faili meçhullerin cinayetlerin, kaza süsü verilmiş cinayetlerin seneleri… Hamza’nın babası da trafik kazası görünümlü bir cinayetin kurbanı olmuş. Peki, adamcağız neden hedefte, neden tehditler alıyor, ayrıntılarını henüz bilmiyoruz. Tek bildiğimiz kamyonu yola atan kişi Asaf ve o kazadan sağ çıkan Hamza. Kaza sahnesiyle ilgili son bir şey daha söylemek istiyorum ki kazanın gerçekleştiği sırada araç içi çekimlerine bayıldım.

Öyle bir kazadan Hamza'nın sağ çıkabilmiş olması:Mucize!

Kazanın ardından Hamza’nın yetimhanedeki günlerine döndük. Orada gördüğü muamele, derdini duyurmak için yazdığı mektuplar… Adının hakkını o zamandan veriyormuş.

MİlaT’taki devlet-vatandaş ilişkisinin anlatıldığı sahne de çok hoşuma gitti. Bu ilişkinin aslında nasıl olması gerektiğini hatırladım. “Doğalgaz Bakanı”nın kendisine mektup yazan minik kızı araması, onun derdiyle ilgilenmesi, ona hediye göndermesi. Gerçekte de görmek istediğimiz hareketler bunlar.

Ve Murat Bey, istihbarat teşkilatından tam emekli olacakken “enerji direktörü”nün şehit edilmesiyle yeni bir yapılanmanın başına geçirilen müsteşar yardımcısı. Zaten hep öyle değil mi yahu? Adamcağız, aksiyon dozu yüksek bir görevdedir. Emekli olup, balık tutma hayali varken, hoop bir bakmış ki yeni görev. Garibim, sittin sene daha emekli olamaz. Velhasıl kelam yeni görev, yeni ekip, yeni operasyonlar… Peki, bu ekip ne için var olacak? El-cevap: Ülkenin enerji stratejilerini iç ve dış tehditlere karşı korumak, kollamak, gerekirse bu tehditlere karşı saldırıya geçmek. Müsteşar, bu ekibi kurarken Murat Bey’e tam yetki verdi, dilediğini seç-beğen-al dedi.

Murat Bey’den: “Emekli olurdum ama maaşlar düşüyor. Yoksa çekilecek çile değilsiniz.” bakışı.

Ekibin ilk üyesi ve lideri Gökçe oldu. Açık konuşmak gerekirse böylesine maskülen bir dünyada böyle bir ekibin liderinin kadın olmasına bayıldım. Bir de üstüne ekipteki bilişim işlerindeki beyninin de bir kadın olduğunu görmek… Adeta mest oldum. Şimdi ekibe şöyle bir bakarsak:
Hamza: Ailesinin ölümü ardından yetimhanede büyümüş, Murat Bey’in önayak olmasıyla teşkilata girmiş, daha önceki görevlerinde tek başına çalışmış, yürekli, vatanını seven, inançlı.
İbrahim: 12 dil bilen, saha içi görevlerde başarılı, tecrübeli.
Begüm: Bilgisayar kurdu. 2001 krizinden, henüz 15–16 yaşındayken, haksız kazanç elde edenlerin banka hesaplarını sıfırlayan kızımız. Suç dünyasına karışmasına izin vermemişler, eğitim aldırıp, teşkilata dâhil etmişler. Güzel fikir.
Ahmet: Kullanamadığı silah yok. (Silah kullanma konusuna ayrıca geleceğim.) Eski Bordo Bereli. Bordo Bereliler ile ilgili bir duvarlarda yazıldığı rivayet edilen bir söz var: “Bir asker sizi gördüğü zaman durmadan ateş ediyorsa bilin ki o bir acemidir. Eğer sizi gördüğü zaman ateş ediyor saklandığınız zaman duruyorsa, o bir komandodur. Kaçın ve caninizi kurtarın. Eğer sizi gördüğü zaman ortadan kaybolmuşsa ve etraf sessizse bilin ki o bir bordo berelidir ve merak etmeyin o sizi mutlaka bulur.” Bilmem, anlatabildim mi?
Sinan: Sniper. (En bi’ sevdiğim. Ben de prensip olarak yumurta kapıya gelmeden kılımı kıpırdatmam, paso yatarım. Sonra on ikiden isabet.) Sinan aynı zamanda kılıktan kılığa girmede de başarılı gözüküyor. (Bu hali bana ilk göz ağrım, kıymetlilerim Nevizadeler’i hatırlattı.)

"Eee abi, plan nedir, nabıyoz?" Ay, çok pardon, benim kafa Ulan İstanbul’a gitti.

Ekibin ilk görevi ise ülkedeki illegal parayı yöneten kişi olan Birol ve tırları. Bu abinin tırlarının, taşıma sırasında girdiği ülkelerde normal olmayacak kadar uzun süreler kaldığı tespit ediliyor. Kuvvetle muhtemel bu tırlarda Birol’un kaçakçılığına aracılık yaptığı “şeyler” var. Ekip, tırlara bir operasyon yaptı, başarıyla da sonuçlandı ama kaçakçılığını yaptığı o şeyler… Off ya, insanın izlerken bile kanı konuyor. Nedir bu çocukların, büyüklerden çektiği arkadaş? Kiminin başına ekmek almaya giderken gaz fişeği atarsınız, kimisinin organlarını alır, satarsınız. Yere batsın sizin saltanatınız!

Çocuklar her zaman güzeldir.

Yeminlen, batsın bu dünya!

Operasyon sırasında Hamza, içeride çocuklara o kötülüğü yapanlara kendince cezasını verdi. Kulağında konuşan sesi değil, vicdanının sesini dinledi.

Sahne sadece konu itibariyle oldukça sevimsizdi, evet, ancak kurgusunda da az biraz sıkıntılar vardı gibi. Her şeyden önce silah tutuşlarında bir garipti. Elbette konuyla ilgili danıştıkları uzmanlar mutlaka vardır ama ne bileyim, hani düşünün benim gözüme bile bir garip geldi. İkincisi ise böyle operasyonlarda muhataptan “ortam durum raporu” alınamadığında neden içeri başkalarının girmediğiydi. Belki içerde Hamza’ya bir şey oldu. Silah arkadaşınızı neden içeride tek bırakıyorsunuz, arkadaşım?! (Duygu, bu bir kurgu. Mantık arama. Olay akışı böyle, kasma.)

Rafael sen nasıl dış güçsün oğlum? Gerçekten Ranini.Tv’nin mobile geçtiğini duymadın mı?

Bu ekibin kurulma amacını söylemiştim malum: iç ve dış tehditler. Hatta ilk operasyonlarını bile yaptılar. Ancak kim bu iç ve dış tehditler derken kendileriyle de ilk bölüm itibariyle müşerref olduk. İç ve dış tehditlerimizin vücut bulmuş halleri medya ve finans patronu Yıldıray ve yabancı ülkelerin istihbarat teşkilatının ülkedeki temsilcisi Rafael. Özellikle Ankara’daki çekim mekânlarından biri olan Rahmi Koç Çengelhan Müzesi’ndeki sahnelerindeki konuşmalarından amaçlarını anladık. (Not: Rahmi Koç Çengelhan Müzesi’ndeki tüm saatler 09.05’te durur.)

Hissediyorummmm.... Tanıştığımıza hiç memnun olmayacağızzz Asaf efendi!

İlk bölümün sonunda kilit ismimize de öğrenmiş olduk. Asaf. Asaf Demirci. Evet, evet, hani en başta Hamza’nın ailesini kaybettiği, kendisinin de yaralandığı o kazaya sebep olan kişi. Meğerse ne Asafmış arkadaş! Uluslararası terör listelerine ülkeyi temsilen girebilecek kadar başarılı (!) bir teröristmiş. Teröristlik bir meslek olsa en kalifiye eleman her halde Asaf olurmuş. Herif kürsü sahibi resmen. Ben onu anladım. Suikast, bombalı saldırı konularında bilgili, liderlik vasıfları yüksek, stratejik planlamada başarılı. Üstelik sosyal sermayesi de var. Şu anda Rotterdam’daki hapishanede. Yıldıray ve Rafael en önde bayrak taşıdıkları “ülkenin başına çorap örmek” branşında Asaf’ı yattığı hapishaneden çıkarak kendi taraflarında tutmak istiyorlar. O zaman seyreyle sen ülkedeki gümbürtüyü. Peki, bu Asaf ülkeye dönebilecek mi, dönecekse nasıl dönecek, kim getirtecek, Asaf kime çalışacak, ekip Asaf’ın ülkeye girmesine engel olmayacak mı? Hepsini önümüzdeki bölümlerde görürüz diye umuyor. (Aşk meşk işlerinde durumları az çok tahmin edebiliyoruz da asıl konuda senaryodan gol yemeyelim.)

Son sözü aşk söylesin. Zaten şu dünyayı güzelleştiren tek güzel şey aşk. Her şey aşk ile güzel. Zaten bahar ayları geldi de geçiyor… İlk çiftimiz inceden kendini hissettirdi. Hamza ve işadamı Ender Gümüş’ün kızı Duru. Duru, ismiyle çok müsemma bir kıza benziyor. Her haliyle, tavrıyla duru bir güzelliğe sahip.  Üstelik akıllı, kimseye müdana etmeyen bir kız gibi duruyor. Hoş, belli olmaz bu işler tabi ki. Sonuçta babası Ender Gümüş. Adamın hayatına yön veren tek şey para. Üstelik, en gıcık olduğum insan profiline sahip. Bir öyle, bir böyle. Bu genleri kızına taşındıysa, işimiz var.  Ama yine de aşk şart. Aşk olsun. Hem de derin. Böyle dünyayı yakmalı, herkesleri karşına almalı.


”Şimdi, biz birbirimize âşık oluruz da, toplum buna hazır değil.” bakışı.

Hamza bir şahin, Duru garip bir serçe,
Attı kızın kalbine demirden pençe.
 


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER