İlk
dakikasından son dakikasına kadar biz seyirciler için kelimenin tam anlamıyla
ef-sa-ne bir bölümdü. 14 bölümdür müthiş bir mücadele gösteriyordu Ertuğrul ve
arkadaşları. 15. Bölüm’de bütün meyveler toplandı. Bize de keyifle bu hasat
zamanını izlemek kaldı.
Pek direkt
bir örnek olmayacak ama, hani Firavun Nil Nehri'ni tersine akıtmak
için iddiaya tutuşmuştu da halkı önünde aciz duruma düşmemek için bütün
gece Hz. Musa’nın Allah'ına dua etmişti. Öyle yürekten istemişti ki, Allah Firavun'un duasını kabul etmişti.
Erkek adam o pelerinle dolaşır mı? Batman mısın sen!?
İşte El
Aziz’in de gerçeği arama haykırışlarına Mevlam kayıtsız kalamadı. O, her ne
kadar inanmak istediği şeyi onaylatmak için yalvarsa da gerçek tüm acımasızlığı
ile suratına çarpıldı. Zaten El Aziz dahi neye, ne sebeple inandığını unutmuştu.
İşi sadece inada bindirmişti. Yine de Mevlam geri çevirmedi onu. Ona da Halime’yi
sevse dahi Ertuğrul’la aralarından çekilmekten başka yapacak bir şey kalmadı.
Bir mektupla da olanca oyunu darmadağın etti.
Elma Kurdu
yine iş başındaydı. Zaten Gündoğdu’yu hatunu darladıkça darlıyor, bir ikinci
Selcan da Elma Kurdu oldu başına. Süleyman Şah hakkında söylediklerini geçtim,
çocuğun düşmesini dahi Ertuğrul’a yamamaya çalıştı ya pes diyorum! Tam bu
noktada resmen midem bulandı. Elma Kurdu’nun oyunlarından değil, ona hesap
soran Gündoğdu’nun giderek sessizleşmesini içim almadı. Ona yakışmadı...
Hazır Gündoğdu’yu
susturmayı becerdi ya, oradan aldığı gazla Süleyman Şah’ın karşısına da dikildi.
İsyan ilanı sayılabilecek şeyler söyledi. Resmen gemileri yaktı. Bu böyle
gitmezmiş! Oysa Süleyman Şah’ın kılıcının hala ne kadar keskin olduğunu
anlayalı çok olmadı. Yine de akacak kan damarda durmayacak işte... Dışarı
çıkmak için fıkır fıkır kaynıyor.
Süleyman
Şah, Elma Kurdu’nun baskılarına dayanabilir de Gündoğdu’nun da üstüne üstüne
gitmesi biraz belini büküyor. İki hatunu Gündoğdu’yu doldurdukça doldurdu. Bir
yere boşaltması gerekir doğal olarak. Gündoğdu siyaset ile onun bunun
dolduruşuna gelmek arasındaki farkı anlayamıyor. Ertuğrul hiçbir şey yapmasa
dahi Gündoğdu’nun bu zayıflığı ona beylik verilmemesi için yeter de artar bile.
Oysa çadırda
ne güzel demişti, “kim hak ederse o! Gardaşım hak ediyorsa gardaşım bey olur. Ben
hakediyorsam ben olurum. O kadar!” Laflarının ardında duramıyorsun hiç
Gündoğdu! Üstelik duramamanı gerektirecek hiçbir sebep yokken. İçindeki
vesveseli ucuz siyaset zehri kanınla beraber beynine yürüdükçe kaybedenlerden
olacaksın.
Herkes yerini bilecek...
Selcan gibi
insanlar gerçek hayatta da nerede hata yaptıklarını asla bulamazlar. Hayme Ana
gibi insanlar ise dev ayıpların üzerini örter, büyük hataları affederler ama
gördükleri ufacıcık bir davranıştan insanın ne mal olduğunu hemen çözerler.
Selcan hala kendisine karşı alınan tavrın, çocuğun düşmesinden kaynaklandığını
sanıyor. Hep de öyle sanacak ve öyle olmadığına bir gün inansa dahi yine de
çocuk bahanesine tutunacak. Zira başka türlü bir mağduriyet mümkün değil.
Belli ki Hayme
Ana bütün kudretiyle Selcan’ı karşısına almış, affetmeyecek. İlk golü Selcan’a
kuma getirme fikrini ortaya koymakla attı. Süleyman Şah ikna oldu sayılır.
Gündoğdu da hazır dolduruşa gelmiş, beylik için balıklama atlayacaktır. Fakat
kontrol edemediği bir erkek evlat, Gündoğdu’dan dahi olsa Selcan’ın işine
yaramaz. Kuma fikrine nasıl tepki vereceğini gerçekten merak ediyorum.
Afşin beyi
herkes unuttu. Onun da en sevdiği iklim bu olsa gerek. Önce ayağına kadar
Şehzade Numan’ı getirtti. Şimdi de Yiğit geldi. Kara Toygar, Yiğit’in ölmesi
gerektiğini söylemişti ama Afşin bey’in bir çocuğa kıyacağını hiç mi hiç
sanmıyorum. Bir kere onları sonuna kadar koruyacağına dair sözünü vermiş. Sonundan
kasıt ya onların ölmesi ya da Selçuklu’ya karşı isyan etmeleri. Yiğit’in derdi
ikisi de değil. O sadece ablasıyla Kayı Obası’na dönmek istiyor. Bakalım emanet
ne kadar Afşin bey’de kalacak...
El Aziz’in
her şeyi öğrendiği haberi Amanos Dağları'nda hiç hoş karşılanmadı. Üstad’ın
herkese beceriksiz derken kendi beceriksizliğini görememe hali devam ediyor.
Fakat kimin, neyi, ne kadar bildiği şuan için tam bir muamma. Mesela Ebu Hişam’ın
da deşifre olduğunu Amanos Dağları öğrendi mi? Yoksa El Aziz bir tuzak
kuramayacak kadar basiretsiz mi? Numan’ın ölümünü haber aldılar mı? Elimizde o kadar
çok istihbarat birikti ki o kağıtta ne kadarının yazdığını hiç bilmiyoruz.
Petrucyo ise
hala Üstad’ı sıkıştırmaya devam ediyor. İbnü’l Arabi’deki sandığı hem ondan
istiyor hem de kendisi sandık peşine adam salıyor. Merak ettiğim şey acaba
Petrucyo sandığı kendisi ele geçirirse tapınakçılara nasıl bir kazık atacak?
Haçlı seferlerini mi düzenlemeyecek? Ne yapacağını öğrenmek isterdim.
Çok geçmeden
Hayme ana ikinci golü de Selcan’ın ağlarına bıraktı. Kilimhaneyi de elinden
aldı ve Gökçe’ye verdi. Aslında Hayme ana da az uyanık değil. Gelini olarak
Gökçe’yi istememesine rağmen kilimhaneyi ona vererek bey kızlarını ayağa düşürmedi.
Ayrıca Gökçe, Ertuğrul’a yar olmadığında dahi “sen bizim için her şartta
kıymetlisin” mesajını vermiş olacak. Zira Ertuğrul sevdiceği ile nikah kıyarsa
o da kilimhanede, Gökçe’nin altında çalışacak. Hoş onlar nikah kıysa da daha
çoook ayrı gayrı düşeceğe benziyorlar. Bu arada Hayme Ana’nın Dündar ağıdı
gerçekten pek hoştu. Hoş, ağıt tam karşılar mı bilmiyorum ama hoştu işte...
Rüya bükücü, akıl alıcı.
Bu dizide en
çok sevdiğim sahnelerin İbnü’l Arabi’ye ait olduğunu söylemiştim değil mi?
Usanmadan her hafta söyleyebilirim bunu. Yine sohbetiyle hem ders verdi hem
içimizi aydınlattı. Rüyasında Ertuğrul’u uyaran, çaresiz kaldığında güç veren
Arabi Hazretleri mi anlayamayacak Kladyus’un niyetini? Geçiniz...
En başından
beri biliyordu ama hiç korkmadı. Önceki yazımda demiştim Arabi Hazretlerini
kurtarmak Ertuğrul’a yakışır diye. Belki Hızır değil ama Hızır’ın elinden su
içmiş Ertuğrul. Arabi Hazretlerinin müşkülüne de yetişti. O dakikadan sonra
herkes Kladyus’un bileğini biraz sınadı. Ne yalan söyleyeyim adam sağlam çıktı.
Meğer Arabi
Hazretleri’nin de yolu Kayı obasınaymış. Bu ara Kayı obasında misafir çok
olacağa benziyor. Hep beraber yola çıktılar. Bu bölüm ilk defa emanet edilen
sandığı gördük. Sandığın içinde ne var gerçekten tam bir sır ama Arabi Hazretleri’nin
söyledikleri daha büyük sır. “Emanet, ehline verilince sen de onun olacaksın.”
Emaneti taşıyan Arabi hazretleri ise ehil kim ola? Emanet nedir? Hiçbir şey
bilmiyoruz. Doğrusunu söylemek gerekirse en başta Hz. İsa ile ilgili bir şey
sanmıştım ama belli ki değil. Bu sır bir kaç bölüm daha devam ederse ben
çatlarım. Hadi hayırlısı...
Ne kadar aklına girerlerse girsinler adamın duruşu bile namaz pozisyonunda. Allah kabul etsin karşim.
Elma Kurdu
Amanos Dağları’nın havasını pek sevmişe benziyor. İkide bir gelip gitmeye
başladı. Yine Turgut’la karşılaştılar. Turgut tanımadı tabi ama epey
toparlanmış. Artık düşecek gibi durmuyor. Herkese tiksinircesine bakan Üstad
ise keçi kokulu Elma Kurdu’nun eline kalmış. Onun planı ise tam bir rezalet.
Süleyman Şah’ı oğullarına, kardeşi de kardeşe düşman edecekmiş. Yahu sen o
kadar iyi oyun çevirebilsen şuana kadar bir tanesini olsun tuttururdun. Dişini
geçirebildiğin tek kişi Selcan Hatun oldu. Üstad ne zaman anlayacak bakalım
Elma Kurdu’nun beceriksizliğini...
Nihayet
Süleyman Şah da iyice işkillenmeye başladı Elma Kurdu’ndan. Demir Usta ile
konuşması yakında bir rüzgar estireceğinin alameti. Zira Elma Kurdu’nun kendisi
demişti, “o, bir meseleyi kafaya taktığında çözene kadar asla durmaz ve mutlaka
çözüp gereğini yapar.” Fakat hareket etmeden önce sabırla Ertuğrul’un gelmesini
bekledi.
Hayme Ana
belli ki çoook sinirlenmiş. Deli Demir’den olan biteni de öğrenince soluğu
Selcan’ın çadırında aldı. Selcan’ın direnişi bir şey değil de sonradan çadıra
gelen Gündoğdu’nun tamamen Selcan’ın ağzıyla konuşması tam bir hayal kırıklığı
oldu. Kadınının elin adamlarıyla ne kumpaslar düzenlediğini yakalayan o, hala
kadınına güvenen yine o! Tam bir rezalet.
Ertuğrul o kadar Halep'e gitti geldi. Hadi beni geçtim. Sana bir hediye getirdi mi ha, getirdi mi?!?
Bu
arada Gündoğdu'nun neden farklı olduğunu da anladık. Meğer baba bir ama
anneler farklıymış Ertuğrul ve Dündarla.. Yine de Hayme ana büyütmüş
onu. Evlatlarından ayırmamış. Öz anası kimdir, nedir sonraki bölümlerde
öğreniriz elbet. Süt önemli süt...
Deli
Demir’den o kadar bahsettik, hikayesinden bahsetmeden geçmek olmaz. 15.
Bölüm’ün hashtagi #AdaletinOrdusu ‘nun nereden geldiğini hikayeyle anlamış
olduk. Büyük bir şevkle 1071 Malazgirt zaferini anlattı Demi Demir. Dizi genel
itibari ile tek kişilik anlatımlarda gerçekten çok iyi işler çıkartıyor. Fakat
toplumun büyük bir kutuplaşma ve binbir zorluktan geçtiği bu dönemlerde fetih
hikayeleri yerine birleştirici mesajlar duymayı yeğlerdim. Zaten her yerde
savaş var. Birbirimize ihtiyacımız olduğunu unuttuk. Birileri bize
hatırlatmalı. Diriliş “Ertuğrul” ister bu görevi üstlenir, ister üstlenmez. Bu
kuşkusuz yapımın kendi kararıdır. Fakat diziyi görmek istediğim noktayı da
söylemezsem olmaz.
Tapınakçılar
Ertuğrul’dan büyük bir gol yediklerini düşünüyorlar ama esas golü atacak
olandan bir haberler. Bölüm boyunca İsadora’nın dikkatle planları dinlemesinden
anlamıştık zaten bir şeyler çevireceğini. Mario’nun kılığına girip babasının
zindanına gitme fikri gerçekten harikaydı. Bunu Mario’nun desteğini almadan
yapamazdı. Babası ise Turgut’u kurtarmasını söyledi ve bizim için bir umut
ışığı doğmuş oldu. Artık tek güvencemiz İsadora’nın Turgut’a olan biteni bir
şekilde kavratması. Kale içinde, aklı başında bir Turgut çok işe yarayabilir.
Ertuğrul
sonunda obaya vardı. Fakat o ne varış öyle! Dost, düşman herkes izledi.
Ertuğrul’dan haberleri dinledikçe Süleyman Şah’ın omuzlarından dağlar
kalkmıştır. Şahabettin’e iade-i itibar yapılması, gelen özür, ordunun geri
çekilmesi ve zararın karşılanması... “Daha ne olsun?” Diye sorası geliyor
insanın. Fakat tüm bunlar olurken Ertuğrul – Gündoğdu bakışması hiç mi hiç hoş
değildi. Gündoğdu da yeterince samimi değil. Tek düşündüğü oba olsa önce
sevinir sonra kötü planlarına geri dönerdi. Ama o ilk saniyeden beri memnun
olmadı. Ayıp...
Nasır'ın yüz ifadesi: meeeh bu ne biçim idam..
Hani Ünal
Aysal’ın bir çileği vardı pastanın üzerine koyduğu... Ertuğrul’un da bu kadar
başarı pastasının üzerine koyacağı çileği Nasır oldu. Aslında onu cezalandırmak
Süleyman Şah’a düşerdi ama oğlunu ödüllendirdi. Ertuğrul da tek hareketle çilek
Nasır’ın boğazını kesti. Nasır’dan kurtulmuş olduk. Biraz içimiz soğumuştur
herhalde?
Şu an obada
her şey güllük gülistanlık. Fakat kuşkusuz bu böyle gitmeyecek. Kötüler yerinde
durmayacaklar ve tekrar belalar yağacak üstümüze. Bakalım gelecek hafta neler
olacak...