Geçen hafta, 13. bölümü iki farklı ve heyecanlı noktada bırakmıştık. 14. bölüme ardı ardına gelen kapaklarla başladık. İlk kapak Halime Sultan’dan geldi.
El Aziz’e karşı bu kadar net olacağını tahmin etmiyordum. Son anda akıllıca bir
bahane bulur sanıyordum. Zira "bekleyeceğim" demişti. Oyalamalarla işi
götüreceğine gemileri yaktı. El Aziz yine kendince mağdur oldu yani. Yetmedi
gitti bir de babasına “ihanetini devam ettireceksen bundan sonra beni
kullanamayacaksın” diyerek ona da bir kapak hediye etti. Vallahi yağlarım
eridi. Fakat bu kadar giderin elbette bir faturası olacaktı.
Ertuğrul’un kılıcı mı daha keskin, dili mi bilemedim. Aslında
bu bir Beylik alameti. Gündoğdu’nun da kılıcı keskin, dili zeki ama nasıl desem
bir bıçak gibi kesmiyor. Nasır karşısındakinin “çoban” olduğuna güvenerek iki
manipülasyonla, süslü laflarla durumu kendi lehine çevirebileceğini sandı ama
yanıldı. Hele Nasır’a yönelik "suratında meymenetin esamesi okunmazken..."
lafına kahkaha attım. Daha iyi tasvir edilemezdi. Artık El Aziz’in iki komutanı
da Kayı’nın elinde ve adamın ordusunda komutan kalmadığından haberi dahi yok.
Hani çok acz içinde devlet adamı gördük de, El Aziz bu konuda hakikaten başa
oynuyor.
Kurdoğlu oldu sana Civcivoğlu...
Kurdoğlu keşif görevi için çıktığı yolda soluğu
tapınakçıların kalesinde aldı. Başka keşfe gidenler ise o kadar şanslı olamadı.
Kladyus denilen bir adam yedi hepsini. Kurdoğlu kalenin içinde hakikaten çobana
döndü. O nasıl hayranlık öyle. Bıraksan kaleye sarılıp yatacak. Eminim Üstad,
Kurdoğlu’na bakıp içinden bol bol gülmüştür.
Ben de ekran başından Üstad’a bakıp bol bol güldüm. Nasıl
bir beceriksizle yola çıktığının farkına vardığında sinirden çıldıracak.
Kurdoğlu o dönem için alabileceği her türlü desteği aldı. O kadar altınla da
Süleyman Şah’ı deviremezse bence vazgeçsin bu sevdadan otursun Beyinin dibinde,
o ne derse he desin. Ama yok, oturamaz. Adından belli, Kurdoğlu... Siz
dolunayda uluyan kurt sanıyorsunuz değil mi? Oysa bu elmada falan olanlardan.
İki bölüm önce Eftelya’yı kaybetmiştik. Kadınla aynı eve
girip bir kişi yanarak çıkmıştı ama Ertuğrul’un eline düşme riskini alamaz diye
düşündüğüm için öldü kabul etmiştim. Meğer almış. Yakalanınca el hemen zehre
gidiyor ama can tatlıymış. Tapınakçılar arasında bu konularda gördüğümüz ilk
zafiyet bu oldu.
Yılan başını çıkardı ya, zehrini akıtmadan gitmez. Titus
aracı oldu ve zehir El Aziz’e kadar gitti. “Madem öyle zorla götürsün Halime
Sultan’ı av köşküne." Çünkü Ertuğrul arkalarından gelir. İki eli kanda olsa
gelir. Ayaklarını kesseniz sürüne sürüne gelir. Plan, El Aziz’in de aklına yattı.
Zaten oradan gelen neyi geri çevirdi ki? İbnü’l Arabi’ye laf söylediler onu
bile zor da olsa yuttu alçak El Aziz! Koridorlarda da esip gürlüyor kendi
haline bakmadan “bir daha Kayı’nın adını duymak istemiyorum” diye. Oysa senin
adın unutulacak, Kayı’nın adı 3 kıtada 800 yıl yaşayacak.
Halime Sultan, Feysbuk'ta 'Ertuğrul ile ilişkisi var' yapmış durumunu Emir Hazretleri..
Titus sadece akıl vermedi. Kardeşini ve süt annesini de
ispiyonladı. Bu, El Aziz’in kardeşine ikinci tokadı. Demedi demeyin üçüncü de
çok şey kopar. Herşeyi geç, yıllarını onlara vermiş o kadını zindana attırmanın
günahı El Aziz’e yeter. Bütün bu alıklığının üstüne bir de ergen, ergen konuşmuyor
mu beni çileden çıkartıyor. “Mutsuzluk kaderimde varmış” ne demek yahu? İnsan
bunu söylerken bi yaşına başına bakar. Oldu olacak koşa koşa yatağına gidip yüzüstü
yat ve ayaklarını yatağa vura vura ağla. Odaların kapısını falan çarp. Adam yalnızlaştıkça
dengesizleşiyor.
Bu arada beni çok şaşırtan bir şey de oldu. Deli Demir
kızını teselli ederken “Nevruz da geldi” dedi. Belli ki paralel bir zamandayız
fakat daha 3-4 bölüm önce kış için yer arıyordu oba, ne ara koca kışı yediler de
Nevruz’a kadar geldiler anlamadım. Belli ki dizi, seyirciye kendi zaman akışını
doğru yansıtamıyor. Umarım bu konularda zamanla daha açık olurlar.
Ertuğrul ve Gündoğdu arkalarına taktılar Nasır’ı obaya
gelmesine geldiler de hiç iyi bulmadılar. Önce Dündar, sonra Selcan’ın haberi
karabulut gibi çöktü üzerlerine. Gündoğdu sinirine yenilip Aykız’ın çadırında
aldı soluğu ama o da biliyor karısının ne mal olduğunu. Sakinleştikçe işi
kafasında çözebilecek kadar zeki bir adam.
Oğul bu aşık olmadan evlenmiş bir adamın sözleri...
Ertuğrul’un bir derdi daha var ki nasıl çözülür hiç
bilmiyorum. Süleyman Şah, Gökçe konusunda diretti. Neden diye sormak istiyor
insan. Sevenlerin önüne geçmek günah değil mi? O da hırsını gitti Kurdoğlu’nu
tehdit ederek çıkarttı. Son derece gereksiz bir diyalogtu. Neyi değiştirdi?
Hiçbir şeyi! Gelişleriyle ilgili tek güzel şey Titus’un obada deşifre olmuş
olmasıydı ki bu değerli bilgiyi de Kurdoğlu’nun
yüzüne vurarak Ertuğul harcamış oldu.
Diriliş “Ertuğrul”un en sevdiğim sahneleri hep İbnü’l
Arabi’nin oluyor. Bu bölüm yine çok değerli şeyler söyledi. Hangi gönüllerde,
nasıl yer bulur bilemem ama biraz da geniş zamanlı düşünürsek sözleri çok
anlamlı. Arabi’nin bahsettiği şey tarih boyunca hep tekerrür etmiştir.. Daima
dünün mazlumları, bugünün zalimleri oldular. Mesela kısaca Balkan Tarihi bu
durumdan ibarettir. Müslümana yakışan bu oyuna gelmemektir. Fakat bu sefer İbnü’l
Arabi de tehlikede. Zaten yanında sürekli taşıdığı şey her ne ise o varken hep
tehlikede olacak. Fakat bu sefer peşine özellikle adam taktılar. Kladyus bu
görevi ne kadar tamamlar bilemiyorum ama umarım Ertuğrul ona da yetişir.
Kurdoğlu dönüşünde Süleyman Şah’a bir rapor verdi ki
hakikaten içler acısıydı. Bir kere 2000’e karşı 6000 kişi çok büyük bir
üstünlük değil. Üç günde bitirirlermiş. Kurdoğlu üç diyorsa sen onu 30 gün say.
Olayı abartıp abartıp zorla toy hakkını aldı. Eeee o kadar altın da bir toyu
alır herhalde diye düşündü. Alamadı...
Görmemişin parası olmuş her şeyi satılık sanmış.
Toy toplanadursun, Afşin Bey tarihin akışını değiştirmekle
meşguldü. Devlet adamı olmak böyle bir şey işte. Yıllarca sadakatle bağlı
kalırsın ama iş devlete dönerse gereğini de yaparsın. Gözünü kırpmadan,
tereddüt dahi etmeden boğdu Şehzade Numan’ı ve devleti büyük bir sorundan
kurtardı. Devletler böyle adamların sırtında yükseliyorlar. O kadar çok
oyunu bozdu ki, El Aziz ve Tapınakçılar'a verdiği hasarı onarmaları pek mümkün
değil. Üstad çıldıracak...
Toy çok gergin başladı. Tahmin ettiğimiz gibi Kurdoğlu
yüklendikçe yüklendi. Haddini öyle aştı ki “Yetti Süleyman, yetti!” dahi dedi
utanmaz adam. Daha önce Süleyman Şah’ı hiç bu hiddette görmemiştik. Tüm
bunların üstüne haddini bilmez elçi de gelip apır sapır konuşunca cevaplarını
vermek şart oldu.
Gündoğdu, Nasır’ı ortaya
getirdiğinde El Aziz’in komutanından çok Kurdoğlu şaşırmıştır herhalde. O
komutan ağzının payını aldı gitti fakat Kurdoğlu o anda çok şey kaybetti.
Toy'daki çemkirmelerinden bahsetmiyorum. Obaya gelmiş olmasına ve hatta
adamlarının hep obada olmasına rağmen Nasır konusundan haberdar edilmemesi en
başından beri ondan şüphelenildiği gösteriyor. Kaldı ki bu şüpheye Süleyman Şah
da ortak olmuş ki Nasır bu kadar iyi gizlenebilmiş. Kurdoğlu’nu çok zor günler
bekliyor. Seni elma kurdu seni!
Ertuğrul’un da toyda olmasını çok isterdim ama o Halime’nin
haberini almış. Durur mu? Durmadı. Peşinden adamları da durmadı düştüler yola.
El Aziz’in arabasını durdurmak bir şey değildi de, boş çıkması hakikaten büyük
zoka oldu. Hoş, o kadar kolay ele geçirdiğinde bir şeylerin ters gideceği belli
olmuştu. Şimdi bir sürü okçu yaylarını gerip ona doğrultmuş bekliyorlar. Zaman
Bamsıların zamanıdır! Zaman basmak zamanıdır!