Çatı Katı Aşk 7. Bölüm: Bu aşktan korkuyorum… *
“Bu sana son mektubum
Ayrılmaya mecburum
Ne olur anla beni
Bu aşktan korkuyorum.”
*
Aşk hem yaşatan hem öldüren şey. Eksilten ve çoğaltan da
yine o. Bize bir amaç veren ama o amaçla ne yapacağımızı, nasıl yaşayacağımızı
söylemeyen şey.. Dünyanın en büyük yalanı
ve dünyanın en büyük gerçeği. O işte. Sadece o.
Ateş ve Yasemin başta sadece basit kiracı yalanlarından
birini söyleyeceklerini zannetmişlerdi. Bunun hayatlarının yalanı olacağından;
onları dünyanın en elzem hakkından, sevme hürriyetlerinden edeceğinden
bihaberdiler. Neticede hayat planlara uymaz, planları bizzat O yapar. Bize de
yaşamak düşer. Bir kenarında mutluluk kırıntısı bulup ona sahip çıkma, onu
çoğaltabilme becerisi bekler hayat bizden. Bizi severse arada kıyak geçer,
tersinden başladığı günlerdeyse yüzümüze bile bakmaz. Bu yaşına kadar hayattan
ne öğrendin diye sorsanız, size buna yakın bir şeyler söylerdim.

Korkmak… Teslim olmaktan, iplerin elinden kayıp gitmesinden
korkmak, doğrularından şaşmaktan yolunu kaybetmekten korkmak… Oysa kaybolmadan
bulunan hangi şeyde kıymet bulunmuş ki? Ayşen de korkuyor, Yasemin de. Erkekler
düz bir mantığa sahip oldukları için biraz daha gözü pek oluyorlar genelde. Ama
biz kadınlar bunu yapamıyoruz. Önünden arkasından iyice emin olmak istiyoruz.
Sırtımızı sağlama dayamadan yeni adımlar atmaktan kaçınıyoruz. Korkuyoruz
apaçık. Ama yaşamaktan değil. İncinmekten ve hatta bundan da çok sevdiklerimizi
incitmekten. Emin Bey’le Gülriz Hanım’ın durumları tam tersi olsaydı Emin Bey
Gülriz Hanım’ı kaçırmanın bir yolunu bulurdu gibi geliyor bana. Daha çok
sevdiğinden değil, sevme biçimindeki farklılıktan. Gülriz Hanım ona bir zarar
gelmesinden korktu, onu koruyabilmek için kendi içinde bir yerleri öldürdü
yıllar boyu. Emin Bey olsa onu arkasına alır göğsünü siper ederdi, muhtemelen
hikâyenin sonunda ikisi de çok zarar görürdü ama beraber olur, bir nefeslik
huzuru paylaşırlardı.
Bilmiyorum. Açıkçası ben de çok korkardım, yalanımız yok
şimdi. Ama en çok da bir orta yol bulamamaktan korkardım sanırım. Yasemin’e
benzerdim. Ne Ateş kadar atak olabilirdim ne de Ayşen kadar kaçabilirdim. Bir
yerlerden destek bekler, anlaşılabilmek için çırpınır, çok kere hâyâl
kırıklığına uğrar ama yine de gidemezdim. Demir de aslında hâl ve
hareketleriyle Yasemin’den biraz destek görse mücadele edeceğini belli ediyor
ama apaçık kelimelerle dile gelemeden kendi de konuşamayacakmış gibi duruyor.
Ne diyeyim sevgili okur? Ben de şaştım kaldım bu işe.
Oysa sevmek yeterdi her şeye...
Klavyenin başına her seferinde dizi yorumu yazacağım diye
geçiyorum ama boyuna hayatı sorguluyorum. Bilmiyorum sizler bu üslubumdan
memnun musunuz ama ben izlediğim her şeyi artık bunun için izliyorum sanırım.
Bir yerlerde bir kırıntı içerisinde kendime yol arıyorum. Bazen bir diyalogda
bazen basit bir mimikte. Hani Demir dedi ya: “Ben bildiklerimi unuttum, unuttuklarımı
da baştan bilmeye başlıyorum.” Hayatta bazen o güne kadar öğrendiğiniz tüm
yöntemlerin işe yaramadığı kilitler çıkar karşınıza, her şeyi en baştan
çözmeniz gerekir. Hatta belki o çok mühim sırrı en baştan bulmanız… Sevmek de
böyle bir şey sanırım. Büyümek, gelişmek, yaşamak… Her yeni insanda, her yeni
yolda içinizdeki bambaşka bir tarafa can verebilmek.
Sevgili okur, zaman geçiyor. Bildiğiniz bilmediğiniz tüm
yollar bir gün bitiyor. Hani diyor ya Ezginin Günlüğü’nün o güzel şarkısı,
gökyüzü bazen ciğerinize doluyor ama siz o nefesi her hâlükârda yine
veriyorsunuz. Mesele kiminle kaldığınızda sanırım, ödenecek tüm bedeller
ödendiğinde elde ne kalıyor, yanınızda kim var? Seçtikleriniz seçmediklerinize
değiyor mu?
Günün sonunda o görkemli yalının upuzun masasında soğuk bir
sessizliği paylaşan kişi de olabilirsiniz, daha tanıştığınız gün kocaman bir
aileyi paylaşanlar da. Seçim kişinin kendisinde bitiyor. Çünkü iyiyle kötünün
savaşında her zaman iyiler yahut her zaman kötüler kazanır diye bir kural
yoktur. Her zaman mücadelesinden vazgeçmeyen taraf kazanır. Çünkü zafer yalnızca
davasında ısrarcı olanların harcıdır.
Güzel sahneydi. Çal baba bizim girişteki şarkıyı...
Bu bölüm güzel adımlar atıldı. Ömer Ayşen’le Ateş’i
gördüğünde durum nasıl toparlanacak diye beklenirken beyimizin kendi ipleri
ayağına dolandı, e düştüğü yerden de sesi pek duyulmadı hâliyle. ^^ Yalnız
Yasemin’e sonuna kadar hak veriyorum, Ateş’in yaptığı gerçekten büyük
sorumsuzluktu. Yasemin’i koca partinin içinde küçük düşürdü. Öyle kız kardeşiiiiiimli
konuşmalarla anca ship bozulur Ateş Bey’cim, bize az kontrollü hareketlerle gel
kendini ispat et bundan sonra. Gerçi Yasemin de karakterden beklenmeyecek
şekilde kendini kaybetti. Yani Demir ona alenen sen bana yürüyor musun şeklinde
hırbo bir çıkış yaptıktan sonra açıkçası ben biraz kendini çeker diye
düşünmüştüm. Ama o sevgili yazarınızdan daha güçlü sanırım. Konuşamadığı
zamanlarda bile savaşmaktan vazgeçmiyor. Pasif bir savunma hiçlikten iyidir
diyor belki de. Bu bölüm Demir karakterinde bir rahatlama gördük. Yasemin’le
sırdaşlıkları resmileşince onda da pasif bir umut peyda oldu. Ateş’le Ayşen
tarafının kabullenilmesi epey zor olacak ama Demir nihayet kaçmayı bırakıp
itiraf moduna geçebilirse o taraf daha sağlam durur gibi geliyor. Tabii bunda
toplumun kadın-erkek kodlamalarının da etkisi olabilir.
Son sahnede Sevda, Demir’in odasını karıştırmaya başladığında
anladım ben o cüzdanın bulunacağını. Bu “sen nasıl istersen” ci tip soğuk
damganın eksikliğini fark eder mi diye düşünürken fotoğrafları fark etti. Yani
cidden Ateş gibi bir karakterden bu kadar eksik iş beklemezdim. Ben Sevda
direkt Demir’e gider, Demir de belki kendini feda ederek durumu kurtarır onu bu
olaydan uzaklaştırır diye düşünmüştüm. Ama anlaşılan o ki Sevda, Yasemin’le
pazarlık yapmayı seçti. Bu işin sonunda Yasemin, Ateş’i ve yalanlarını korumak
için zaten imkânsız olarak gördüğü Demir’i kendi elleriyle Sevda’ya sunabilir.
Yani bu baya bir klişe olur ve şaşırtmaz. Diğer iki ihtimalin ilkinde Yasemin
gerçekten de o odada o güne kadarki birikmiş tüm hıncının etkisiyle Sevda’yı
susturmayı başarır, ikinci mantıklı ihtimal de Demir zaten durumu biliyor gider
ona anlatır ve bir yol bulmasını ister Demir de Sevda’yla evlenmek zorunda
kalmayacağı bir yol bulur. Ha biz illa bu bölüm vurguladığımız gibi bir
fedakârlık olayı yazacağız, zaten sallantıda olan reytingleri iyice harap
edeceğiz derseniz buyurun kapı orada. Sizin için değil, benim için. Kucağımda
umutlarımla çıkıp gideceğim de kapıyı benim yerime siz açabilirseniz çok
müteşekkir olurum.

Sahi n'olcek bizim bu işler?
Bu bölüm yaptığım bir keşfi de müsaadenizle sizlerle
paylaşmak isterim. Bendenizin de dahil olduğu büyük bir kesim Ayşen
karakterinin herkesi durdurup kendi kendine konuştuğu sahnelerden hiç elektrik
alamıyoruz. Bu bölüm izlerken bunun niyesini sorguladım ve şunu fark ettim.
Ezgi Şenler aslında dram sahnelerinde iyi bir oyuncu, kendini âşka teslim
ettiği sahnelerde de çok güzel bir enerji alıyoruz artık. Peki isyan ve inkâr
sahnelerindeki sorun ne, ne oluyor da o sahneler bir türlü bize geçmiyor? Şöyle
ki Ezgi Hanım özellikle de şu herkesin durduğu ve kendi kendine konuştuğu
sahnelerde çok fazla kamera odaklı oynuyor gibi geldi bana. Yani kamera direkt
onu bakış hizasından almasa da onu daha dışarıdan izleyebilsek, rolle ve o ânki
sahneyle baş başa kalabilse bence ortaya daha güzel bir sonuç çıkar. Eğer bir
yerden ya da birinin vesilesiyle denk gelir de bu satırlarımı okursa naçizane
bir izleyici tavsiyesi olarak almasını umuyorum.
Saat artık gecenin ikisine yaklaşıyor. Bu periniz yorgun.
Eksik bıraktığım yerler olduysa gelin yorumlarda birlikte tamamlayalım. DM
kutum da düzgün bir üslupla yapılmış her türlü yoruma açıktır, müsait oldukça
geri dönüş yapmaya çalışıyorum. Geciktirdiysem bilin ki kafamın biraz daha
sakinleşmesini bekliyorumdur. :)
Ümitle, sevgiyle, sağlıkla ve lütfen mümkün mertebe
evlerinizde kalın. Düğünlerde takılacak altın parasını havale yapalım,
tebriklerimizi ve iyi dileklerimizi telefonla iletelim. İnşallah gelecek
sağlıklı günlerde yine hep beraber kutlamalarımızı yaparız. Artık hepimiz
özgürlüğe hasret kaldık, sabırsızlığımız esaretimizi uzatmasın.
Sürç-ü lisan ettiysek affola.
Periniz.
* Bu Sana Son Mektubum / Şarkı / Söz&Beste: Suat Sayın