Hiç
iltimas filan geçtiğimi düşünmeyin lütfen, tüm senaryoda ve dizi akışında
istisnasız en çok sevdiğim sahneler Dr. Adil ve Dr. Ali sahneleri, çünkü her
sahne başka bir bilgi öğretiyor. Bu bölümde de Ali’ye küçük hasta Kerem’e
ailesinin rızası olmadan kanser olabileceğini neden söylememesi gerektiğini
anlatan Dr. Adil (Reha Özcan’a bizim evde artık Adil Hocam diyoruz!) çok
gerçekçiydi: "Yalan söylemek zorundasın!"
Otizmli bireylerin yalan söylemek veya
olan bitenleri saklamak gibi kavramlara pek çalışmayan beyin sistemlerini,
toplumsal yaşama uyum sağlamaları ve hatta gereksiz Doğrucu Davut’luk
yapmamaları(!) için bazen zorlamak ve eğitmek gerekebiliyor, kendi hayatımızdan
biliyorum!
Son
gördüğünden beri biraz kilo almış bir arkadaşımıza dan diye “Sen bu ara çok mu
yemek yedin, çok kilo almışsın!” diyebilen Nâzım Özgün’e “İnsanlara öyle her
şey hemen söylenmez, bazen biraz susmak gerekebilir, buna nezaket de diyebiliriz!”
düsturunu anlatmam yıllarımı aldı, hala da dürüstlük ile ispiyonculuk(!)
arasında gidip gelen vakaları vardır hani. Nitekim Dr. Adil’in de çabası bir
işe yaramadı ve Ali, küçük Kerem’e “sen kansersin!” dedi tabii ki! Fakat
bizlerin de belki öğrenmemiz gerekiyor, akıllı çocukları kandıramazsınız. "İnternetten ağrılarıma baktım, ya
büyüme ağrısıydı ya da kemik kanseri..." diyen küçük Kerem’in Ali’nin
kendisine yakın davranışına güvenerek "Kimseyle
konuşamıyordum, rahatladım, iyi ki varsın!" dediği sahnede içim erimiş
olabilir, çünkü bir otizmlinin karşısındaki insana küçük ya da büyük bu güveni
vermesi pek kolay olmuyor doğrusu.
***
Dizimizin
“bazı” kötü karakterleri olduğu doğrudur, ancak ben hangisinin daha kötücül
olduğuna henüz karar veremedim: Ali'ye hata yapması için sürekli tuzak kuran
Dr.Tanju mu (Murat Aygen’in sinir bozucu gerçeklikteki performansına da
hayranım!), yoksa kikirdeyerek her şeyi ispiyonlayan Kıvılcım (Özge Özder) mı?
****
Dr.
Ali bütün bölüm boyunca bir yandan Kerem’in hastalığına çare bulmaya
çalışırken, bir yandan da abisi ile eşdeşlik kurarak kendi ruhsal dünyasında
mücadele ediyor. Ondaki her bölümle birlikte gelişen ilerlemeyi gördükçe kendi
çocuğum gibi sevinmem herhalde anneliğimdendir.
***
Bölümün
en çarpıcı ve herkesin yüreğini burkan sahnesi, odasında bulamadığı endişeli
küçük Kerem’i koridorda bulup dertleştiği, Kerem’in ona sarılmasına izin verip
hatta kendisinin de sarıldığı sahne, geri dönüşlerle abisiyle yaşadıklarını- ve
abisinin küçükken ona sarılmasına ses çıkarmadığını, hatta onun da sarıldığını-
gördüğümüz o dokunaklı sahne:
"Birini çok sevince öldü diye unutamazsın onu..."
Yine
bir “otizm genel bilgiler” dipnotu açayım, Twitter’da söz vermiştim: Bu “dokunma” meselesi, tüm otizmli bireyler
açısından aynı şekilde ciddi bir farklılık sorunu. Çok küçük yaşta, özellikle
tanı aldıkları yaşlardan (2-3 yaş) itibaren yakın çevreyi çoğu zaman çaresiz
bırakan bu durum, yıllardır edindiğim tecrübeyle değerlendirirsem bence bir
otizmlinin kendi öz benliği ile bedenini birleştirme hali. Çoğu zaman dünyanın
içinde kendine ait bir fanusta gibi yaşayan otizmli için kendi bedeni de tıpkı
benliği ve beyni gibi sadece kendisine ait. Bir anne olarak baktığımda Nâzım
Özgün 2-3 yaşından itibaren neredeyse 6-7 yaşına kadar ona sarılmama izin
vermediği, hatta giydirirken dokunmama bile izin vermeyip acayip tepkiler
verdiği için beni hep çaresiz bıraktı. Düşünsenize, annesiniz ve tepinerek
ağlayan çocuğunuza sarılarak onu sakinleştirme şansınız yok. Ben yıllarca
çocuğuna doyasıya sarılmayı beklemiş bir anneyim, otizmin ağır yılları boyunca sanırım
beni en çok zorlayan konulardan biri bu olmuştur, anımsıyorum o zamanlar
konuşmuyor olmasına bile bu kadar kafayı takmamıştım, o yüzden de Nâzım Özgün
uyurken gidip yavaş yavaş dokunarak sevdim hep.
Ama… Uyum sağlayan, doğru bir
yoğunlaştırılmış özel eğitim alan, terapilerle ilerleyen otizmli bireyler zaman
içinde dokunulmaya olan hassasiyetlerini yenebiliyorlar. En azından biz böyle
bir süreç geçirdik. Zaman içinde ona sarılmama, elini tutmama izin veren oğlum,
sonraki yıllarda koşarak gelip bana sarılan, hatta “hadi sarıl sarıl yapalım,
ama gerçekten sarılalım” diyebilen bir çocuk oldu. Diziyi izleyen yakın
arkadaşlarımdan “Acaba biz Nâzım’a dokununca rahatsız oluyor mu hala?” sorusu
gelince Nâzım Özgün gülerek, “Artık o kadar rahatsız olmuyorum, ama sadece
tanıdığım insanların dokunmalarına izin veririm” dedi. Şimdilerde kalan tek
şey, ancak tanıdığı insanlara izin verdiği öpücük meselesi, çünkü hala birisi
onu öptüğü zaman tepki vermese de sonrasında hemen yanağını elinin tersiyle
siliyor.
Bana kalırsa asıl püf nokta, güven ve
anlama becerisi: Nasıl ki Ali ihtiyaç anında hastalarının mesela Kerem’in ona
sarılmasına, dokunmasına izin veriyor, bütün mesele o güven duygusu. Özellikle
küçük yaşta otizmli çocuk anne babalarına söylemek isterim ki, sabırla ve
sevgiyle o fanusun cam duvarını aşmak ve sonunda doyasıya sarılmak mümkün. Her
zaman değil belki, ama çoğu zaman. Pes etmemek ve sabretmek, herhalde otizmden
öğrendiğim en önemli iki kavram.
Sarılmalı
sevgi dolu Ali ve Kerem sahnesi beni ne kadar etkilediyse, Nâzım Özgün’ü de o
kadar etkilemiş, yorumunu şöyle bırakayım:
Her
ne kadar Dr. Ferman karakterinin senaryo ilerledikçe çözülüp düzeleceğini
bilsem de Ali’nin “Niyetim sizi
gururlandırmak!” dediği sahnede bile ona bağırıp duran Ferman’a sinir
oluyorum! Bağırma şu çocuğa Ferman, bak yine ameliyata almadın, içi karardı Ali’nin!
Başka bir sahnede “Sana bağırmak hoşuma
gitmiyor” dedi bir de, bağırmadan anlatırsan, inan daha iyi anlar. Sen
aslında başka şeye bağırıyorsun da, neyse... Tam seveceğim Dr. Ferman'ı, hemen
bir saçmalık yapıyor. (Aç parantez:
Yüksek ses tonu, sürekli bağırma hali otizmliler açısından katlanılabilir bir
durum değil! Yüksek ses her anlamda onları rahatsız ediyor, irrite ediyor ve
koordinasyonlarını bozuyor. O yüzden lütfen aklınızda olsun, sert ve zor bir
şey söyleyecekseniz bile sesinizin tonunu ayarlayın ve otizmlilerle konuşurken
mümkün mertebe bağırmayın. Kapa parantez...)
***
Otizmli
bireylerdeki açık sözlülük ve dürüstlük, her ne kadar toplumsal hayatta çoğu
zaman sorun yaratsa da benim en sevdiğim özelliklerinden… Bu yüzden Ali’nin
Nazlı’ya "Ben yalan söylemem, iyi
değilsem iyi değilim derim. Lütfen beni yalnız bırak." dediği sahneyi
çok sevdim. Keşke bizler de otizmliler kadar açık sözlü olabilsek…
***
Hastanemizdeki
uçsuz buçaksız gizli aşk hikayelerine 5. bölümde bence bir yenisi eklendi,
çünkü Başhemşire Selvi Dr. Adil’i seviyor. İster hayranlık ister saygıyla
karışık sevgi olsun, o bakışlar neydi öyle… Belli ki uzun yıllardır kendi
içinde yaşadığı sevgi, ameliyat sırasında ekipten kimsenin tam anlamadığı bir
iki kelimeyle özel bir hikayeye dönüştü. Dr. Adil farkında mıdır acaba? (Reha
Özcan’a sormak lazım!)
***
“Mucize
Doktor” ile ilgili gelen en ciddi eleştiriler, dizinin medikal kısmı ile
ilgili. Ameliyathanelerdeki hijyen konusunu ve cerrah olan Dr. Ferman’ın hemen
hemen her ameliyatı yapabilme(!) becerisini daha önce sorgulamıştık, bu bölümde
ise ağır beyin ameliyatından çıkmış hastanın yoğun bakımda yatmadan direkt
odaya çıktığını, hatta hemen ameliyat ertesinde rahatça kendine gelip
konuşabildiğini gördük. Twitter’da aldığım mesajlar anesteziden uyanan
hastaların sahnelerinde başından beri sorun olduğundan bahsediyor. Bir not da,
doktorlar ve hemşireler arasındaki senli benli konuşma hali, gerçek bir hastane
ortamında böyle bir şey olmadığını biliyoruz, Amerikan uyarlaması bu noktalarda
fazla kaçmış sanırım. Acaba bu tıbbi detaylara biraz daha dikkat edilebilir mi?
***
Açelya
ile Demir ikilisi aslında tam tencere kapak, mobbing alışkanlıkları sadece
Ali’ye değil, herkese yönelik. Bu bölümde Güneş’le dalga geçme hallerine de en
az Ali’ye yaptıkları kadar sinir olduk, dizimizin toplumsal yaşama böyle
davranış kalıpları açısından bir miktar da olsa örmek teşkil etmesini umuyoruz.
(Açelya ve Demir, siz sevgili olsanız da herkes rahat etse!)
Bölümün
sonunda Ali’nin inadı, video-fotografik hafızasıyla güçlenen tıbbi bilgisi ile
birleşiyor ve küçük hasta Kerem’in aslında kanser yerine iyileşebilir bir
hastalığı olduğu ortaya çıkıyor, tabii hepimiz rahat bir nefes alıyoruz. Ali’nin
haklılığını kabul eden Dr. Ferman, şaşkın ama mutlu Dr. Adil ve Ali’nin hakkını
özür dileyerek teslim eden Kerem’in ailesi aklımda kalan keyifli detaylardan… O takıntılı inat, bazen iyi sonuçlar
getirebiliyor, o yüzden otizmli bireyleri iyi gözlemlemek lazım.
***
"Küçücük çocuklara her şeyi neden
anlatmak gerek?" Bölümün sonlarına doğru, herkesin yüreğini çalan o şahane “Şeker
Portakalı” sahnesine geldik bile: Ali'nin “yarım
kalan bir şeyi tamamlamama yardım eder misin?” diyerek Kerem'e abisinin
okuyamadığı son sayfayı okuduğu, yarım kalmışlığını bütünlediği için "sana çok teşekkür ederim"
dedikten sonra kapıda kendi kendine abisine
“hoşçakal” dediği sahnede yine kalbimi bıraktım… Taner Ölmez’e alkışlar
yetmez!
Hadi
diyelim bendeki annelik hali, ama tasdik kısmı yine Nâzım Özgün’den gelsin, en
az diziyi izlediğim kadar oğlumun tepkilerini de izliyorum Taner Ölmez’in
performansını değerlendirirken: “Her
hafta Taner Ölmez övüyorum diye sakın bir şey demeyin! Ben otizmliyim ve O
gerçek bir otizmli gibi oynuyor, yüzüne bakınca içinden geçeni
hissedebiliyorum. Kriz sahnesi de, Kerem'le son sahne de... çok gerçekti.
Teşekkürler Taner abi!”
***
Ama
ille yürek burkacak bir sahne ile bitecek bölüm... Kerem'in Ali'ye güzel
kıyağıyla Nazlı’nın Charlie Chaplin filmleri sevdiğini söylemesi ile şekillenen
Ali’nin Nazlı’ya teşekkür sürprizi (bak bak sürpriz de yaparmış canımın içi!), "O testi yaptırarak beni çok mutlu
ettin, ben de seni mutlu etmek istedim, oldun mu?" naif sorusuyla ile
tepe noktasına da ulaşsa da, bizim içimiz hep buruk: Nazlı’ın kalbinde “yoksa
Beliz’le evlenecek mi?” sanarak krizler geçirdiği Ferman var, Ali’nin utangaç
bakışlarında ise Nazlı’ya karşı gelişen duyguları…
Bizim
evde de duygular şelale, ama benim aşırı gerçekçi otizm-Aspergerli delikanlım
noktayı fena koydu: Nazlı'nın Ferman'ın dokunduğu omzunu sevmesine karşılık,
Ali'nin Nazlı'ya utangaç bakışları karşısında Nâzım Özgün, “Siz kadınlar niye böyle biraz tuhafsınız, bazen burnunuzun ucundaki
görmüyorsunuz Nazlı gibi, Ali burada, Ferman nerede?" deyiverdi, valla
haklı!
***
Fragmana
bakılırsa, 6. Bölümden itibaren Ali’nin aşk sancılarını da izleyeceğiz, bol
sabır ve metanet diliyorum hepimize, tabii bizimle beraber Ali ve onun ruhsal
iniş çıkışları ile uğraşacak olan Adil Hocama da! (Reha Özcan için özel dipnot: Nâzım Özgün “her otizmliye bir Dr. Adil
lazım” kampanyasında çok ciddi, haberiniz olsun!)
***
“Mucize
Doktor”un 5. Bölümü hüznün içinden sevgi çıkaran güzel ve derinlikli bir
bölümdü, gerçekçi sahnelerin artmasını diliyorum tabii, umarım aşırı aşk
entrikaları yerine (ki ben bilerek detaylara hiç girmiyorum) daha çok Ali
hikâyesi izleriz, çünkü diziyi klişelere düşmediği için seviyoruz.
Ülke
olarak içinden geçtiğimiz dönemde, bunca kötülüğün ve zorluğun içinde naifliği
ve farkındalık katsayısının yüksekliği ile diğer dizilerden ayrışarak 5.
Haftada da reyting listesinden tüm gruplarda birinci olarak çıkan “Mucize
Doktor”un sadece reytinglerde değil, sosyal medyada da ortamı sarstığını not
olarak belirtmek isterim. Böyle günlerde Twitter TT listesinde 12 bin tweeti
aşan bir performans öyle herkese nasip
olmaz!
Oyuncusundan
yönetmeninden kurgucusuna, senaristinden set işçisine tüm ekibin emeğine sağlık
diyerek, yeni bölüm fragmanlarını bırakayım ki hep beraber 6. bölümde buluşalım…