Hani
yüksek bir tepeye çıkıp uzaklara baktığınızda bütün o evler
birer ışık yığınına dönüşür ya, aslında evler küçülmez.
Sadece uzaklaştıkça en parlak yanlarını görürüz. İçindeki
kavgalardan, açlıktan, hasretten uzak sadece parlak bir ışık.
İşte Kadriye Ana da uzaklaşmanın her şeye çözüm getireceğini
düşünüp Ebru ve Narin'i Fırat Nehri'nin öte kıyısına bıraktı
geldi. Nereden
bilirdi ki gece vakti kopan fırtınanın onlara yaşam savaşı
olarak geri döneceğini...
Ana yüreği...
Neyse
ki zor da olsa kıyıya ulaştılar ve o tek göz barakaya dönüp
bir ateşle ısındılar. Baran üşüdükçe Ebru'nun içindeki
merhamet ve Narin'in içini yaprak gibi titreten korkular birleşip
Baran'ın üstüne sıcacık bir örtü gibi serildi. Narin Ebru'yu
suçlamaktan vazgeçti. Bunca iyiliğin karşısında aksi
düşünülemezdi. Ebru ise olanca içtenliğiyle bir kez daha elini
uzattı ona. Bazı insanlar böyledir, umut etmekten yorulmazlar.
Umut etmekle yeşerirler, yeşertirler dünyalarını. Kadriye Ana,
yorgun gönlünü ayakta tutabilmek için dilinden duayı eksik
etmese de vicdanı ona giderek daha da ağır bir yük oluyor.
Seyirci de artık Baran gerçeğinin gün yüzüne çıkmasından
yana.
Vazgeçtim...Konakta nice depremlerden sonra durgunluk hakim. Özlem,
Sibel'in de telkinleri sonucu Kasım'dan uzak durmaya karar verdi. E
haliyle Kasım da ''Sevmekten sevilmekten yana bahtsızım'' diyerek
çilingir sofrasına vurdu kendini. Kırılan kalbe çilingirin hası
gelse ne fayda?
Kendal
yine adına yaraşanı yaptı ve Gülsüm'ün gariban babasının
korkusunu sömürerek Oğuz komutana iftira atmalarını sağladı.
Sahne kesişimleri (özel bir adı vardır belki bunun) bu dizide en
çok hoşuma giden şeylerden biri. Bir yanda iftirasının mükafatı
olarak alındığı işe giriş imzasını atan köylü, öte yanda
şerefiyle istifa mektubunu imzalayan Oğuz komutan. Zavallı
Gülsümcük dayanamadı Oğuz'a olanı biteni anlattı. İlerleyen
bölümlerde Oğuz'u daha atak hamleler içinde görürüz umarım.
Fikriye cephesinde durumlar pek parlak değil. Fikriye artık içmesi
gereken ilaçları saksı dibine yollayarak ölümün kollarına ağır
aksak adımlarla ilerliyor. Tüm bunlar olurken Kendal ''Oğluuum
gimse alamaz seni benden'' repliğiyle sinirlerimizi bozmaya son
sürat devam ediyor. Mesut Akusta çok başarılı bir karakter
oyuncusu. Yıllar sonra bile bu dizideki muazzam performansını
anımsayacağız gibime geliyor.
Sus, yok yoksa kendini bir dere kenarında ölü bulursun...
Ada
ve Maya annelerine kızgın, Rüzgar'a yalan söylemekten yorgun
düşmüş vaziyetteler ve ben bu kez onlara hak veriyorum. Hayatta
tutunacak tek dalları olan anneleri serüvenden serüvene koşarken
onların yüreği de hop oturup hop kalkıyor. Maya şu sıralar Emre
ile ilgileniyor ve tam buna sevineceğiz ama Emre'nin geçmişteki
sırları ortaya çıkıyor. Küçük yaşta yaptığı bir hata ve
sonucundaki araba kazası annesinin, doğmamış kardeşinin ve
sonradan kahrından yorgun düşen babasının sebebi olmuş meğer.
Emre bu suçluluk hissinden kendini kurtarabilecek mi bilinmez fakat
yan karakterlerin böyle içi dolu hikayelerinin olması seyirciyi
derinden yakalıyor. Onlar bunlarla uğraşadursun Ada gece vakti
başını alıp gidiyor. Soluğu da Ayşe'nin (artık yurttan da
atıldığı için) sabahladığı cafede alıyor. Ama orada
karşılarına çıkan tehlike gelecek bölümün ne kadar da can
alıcı sahnelerle dolu olduğunun ispatı. Kadına şiddete tepkinin
çığ gibi büyüdüğü günlerde mesajını derinden ve hakkıyla
verecek sahneler izleyeceğimizi düşünüyorum.
Bir
de kafama takılan şey; o fırtınada Ebru sulardan kurtuldu
kurtulmasına ama daha yeni telefon direği kadar bıçak saplanıp
üstüne kaç tane ameliyat geçirmedi mi bu kadın yahu? Baran
üşütüp yataklara düştü de Ebru ceylan gibi sekti oradan
oraya. Halfeti'nin trajedilerinden sonra soğuğun artık
işlemediğini düşünmek ve onu süper kahraman ilan etmek
istiyorum. Bir de Baran gerçeği ortaya çıkarsa hepimiz derin bir
nefes alacağız. Ama ondan önce Baran'ın günü kurtarması gerek.