Öyle de oldu! Bölüm yorumuma geçmeden
önce size içimde kopan fırtınadan bahsetmek istiyorum. Neden mi? Çünkü bu bölüm
o kadar uzun sürdü ki; bölümü izlerken kaç defa ayağa kalkıp gezdiğimin, kaç
defa camı açıp havayı soluduğumun çetelesini tutamadım. Bir ara boğuluyorum
sandım. Acayip tepkiler verdim. Yattım olmadı, kalktım olmadı. Tek bildiğim bir
şey varsa bu bölümün bir ömür kadar “uzun” sürmesiydi. (Tamam, bu cümle biraz
mübalağa olmuş olabilir. Neyse… Fazlası var, eksiği yok!) Kısacası otuz üçüncü
bölümü izlerken; AKLIMI KAYBEDECEKTİM. Şimdi akıl sağlığım ve sabrım
elverdiğince yorumumu yapabilirim.
Aynanın sırları dökülse de gerçek yüzlerini görebilseler.
Bir insan düşününüz; gözünü
karartmış, hedefe kilitlenmiş, öyle bir enerji sarf ediyor ki, bu yolda legal veya
illegal her yolu deniyor. Hırsı için pek çok algıyı ihlal ediyor, çevresini,
sevdiklerini, en çok da kendini görmezden geliyor. Hayatta her şeyin mayısı
vardır. Mayanın tutması için de belirli bir süre geçmesi gerekir. Hırsın mayası
da acelecilikle yoğrulmuştur. Mayasının tutmasını beklemeden tüm düzeni alt-üst
eder. Gülru’nun da mayası hırsla bezeli.
Büyüyünce Gülfem Sipahi
olacaktı. Hayali, O’nun kadar iyi bir modacı olabilmek değildi. Gülfem
Sipahi’nin ta kendisi olabilmekti. Evet, yanlış okumadınız! Bizler kendi
çapımızda fanatizm, hayranlık vs. desek bile Gülru’nun bilinçaltında tam da bu
yatıyormuş. Bizim bunu görebilmemiz için ölüm intikamının fitilini ateşlemek
gerekiyormuş.
Gözler kin, nefret ve öfkeden başkasını görmüyor.
Zaman geriye aksa ve tüm yaşanan sadece bir kâbustan ibaret olsa...
Sonunda Gülfem de dayanamadı
ve “buzlar kraliçesi” formunu, zorla da olsa, kırmak durumda kaldı. Bir ismi
veya markayı meşhur yapabilmek için kendinden, hayatından, yaşadıkları ve
yaşayacaklarından feda etmek zorundadır. Bu bir nevi ayakta kalma savaşıdır.
Her zaman güçlü olman gerekir. Güçlü ol ki ezilmeyesin. Ez ki seni kimse
ezmesin. Güçlü isen ve ezer isen o vakit yenilmezsin. Gülfem’in dediklerine
inanıyorum. Enver Sipahi gibi sözü geçen, güçlü bir iş adamının kızı olmak
önüne birçok fırsatlar sunulabilineceği gibi, hayata 1-0 yenik başlamak da
demektir. Yalnızca ve yalnızca bu algıyı silebilmek için çok, ama gerçekten çok
çalışman gerekecektir. Daha soyadını söylediğin vakit ayağına serilen kırmızı
halılar, anlamadan altından çekiliverir. İşte o zaman yerle bir olur, hayata
karşı savaşını kaybedersin. Ama altından çekilen o halıya sıkıca tutunur ve pes
etmezsen kazanan olursun. Gülfem, “Gülfem Sipahi” olabilmek için başta babasını
ve tüm nüfusunu elinin tersiyle itmiş biridir. Öyle ki yıllarca ailesinden,
evinden ayrı kalmıştır. Aşkını, Gülfem Sipahi olabilmek için feda etmiştir.
Gülfem Sipahi olmak hiç kolay değildir.
İkinci sayfadan üçüncü sayfaya "terfilerine" az kaldı!
Ömer, ölümün ardından ilk kez
hocası Enver Bey’in mezarına gitti. Enver Sipahi, Ömer için yeri
doldurulmayacak değerde biridir. Bazen hocası, bazen arkadaşı ve bazen de
kaybettiği babasının yerine koymuştur. Bu defa içini dökmek için oradaydı. Akıl
hocalığı, baba ve en hakiki dost olabilmesi için gelmişti. Doğru kararı
alabilmek için yardım istiyordu. Vereceği karar için aklını, aşkını, sevgisini
bir kenara itmesi gerekiyordu. İtmek zorundaydı. Öfkesini başka türlü
dindiremeyecekti. Bunu da yalnızca Gülfem ile evlenerek yapabilirdi. Gülru’nun
intikamını Gülfem’le alacaktı. Ama Gülfem’i de üzmek, yaralamak istemiyordu. En
acısız ve acımasız bir şekilde nasıl yapacağını bilmiyordu. Bunun için vicdanın
sesini ya bastıracaktı ya da sesini sonuna kadar açacaktı. Tereddüt etmesi de
bu yüzdendi.
Nerede kalmıştık?
Gülfem’in tehdit varı
konuşmasından sonra atölyenin yağmalanması iyi olmadı. Sen ne kadar da “Ben
yapmadım” desen bile kimse inanmaz. Gülfem’i biraz olsun tanıdıysam, bunu
kendisi de söyledi, asla birini böyle bir şey için maşa olarak kullanmaz. Elini yakacak olsa bile yapmaz. Gülfem başak kadını! Bu nedenle intikamını elleriyle, zevkini çıkararak almak
ister. Başkasının yanına bırakmaz. Gülru da “çok iyi tanıyorum” dediği
Gülfem’ciğini asla tanıyamamış. Tanısaydı şüphelenmezdi bile.
Umarım aklın başına geri gelmiştir Halide. Yoksa yaptıkların paçana dolanacak.
Bölümler birbirini kovalamaya
devam ettikçe, bebek adımlarıyla da olsa Halide’nin amacını öğrenmeye
başlıyoruz. Gülfem’in üzülmesine daha fazla dayanamayan Halide, çareyi
Gülru’nun arabasının frenlerini boşaltmakta buldu. Onun da intikam hırsı ve
çabası başkaydı. Yılların birikmişliği var. Düşündüğün zaman aklıselim birinin yapacağı bir iş değil bu. Yalnız
Halide’nin unuttuğu bir şey vardı. Kul kurarmış, kader gülermiş. Sen o kadar
kusursuz plan yap, izin verilmezse hiçbir şey olmaz. Gülru’nun acelesi olması,
Yener’in akıllı davranıp taksi çağırması, Gülfem’in arabasının serviste olması,
durakta hiç taksinin kalmaması ve Gülru’nu arabasını almasını sadece kader
açıklayabilir. İster inanın ister inanmayın.
Şu düşüncemi bir kez daha tekrarlıyorum. Ne olursa olsun bir insan,
canından çok sevdiği biri için kendini tehlikeye atar. Gözünü karartır. Yoksa
neden suç işlesin ki? “Bana ne?” deyip geçer. Freni boşaltması, Gülfem’in kaza
yaptığını duyduğu andaki tepkisi, hastanedeki halleri buna en iyi örnek. Şimdi
bir de gerçek verilere gelelim. Ameliyat sırasında Gülfem’in acil kana ihtiyacı
oluyor. O an için kimsede bulunmayan kan, Halide’de bulunuyor. B rh pozitif!
Tamam, aynı kan grubunda olmalarına tesadüf diyelim de, demeye dilim varmıyor ki…
Konuyu toparlayacak olursam, bu genetik ipucuyla birlikte, Halide Gülfem’in
annesidir. Aksi takdirde başka hiçbir anlam yükleyemiyorum.
Bir an, hayatın tüm seyrini değiştirebilir!
Ömer sonunda, Gülfem’in de
yoğun bakımda olmasının fırsatıyla, “Biz evlenelim mi?” sorusu aklındaki
planı uygulamaya sokmasını gösteriyor. Artık bu çetin savaşa Ömer de dâhil
olmuştur. Hocasına da dediği gibi sevgiden değil; öfkeden, hiddetinden evlenmek
istiyor. Rüzgârgülünün Gülru Sipahi için esmesini önlemek adına bunu yapıyor.
Bundan sonra Ömer ile Gülru’nun bir araya gelmesi çok zor. Onlar aradaki tüm
köprüleri yaktı. Geri dönüşü olmayan yollara girdiler. Hedeflerinden saptılar.
Yeni hedefleri için hırsla savaşmaya başladılar. Bundan sonra Ömer-Gülru aşkına
inanamam. Her ne olursa olsun aşka sırtlarını dönmeyeceklerdi.
Gelecek bölümlerde neler
olacağını hayretle ve esefle hep birlikte göreceğiz. Bu yazımı bahara girmeden
yitirdiğimiz üç koca çınara ithaf ediyorum. Emanetleriniz bizimle sonsuza dek…
Mortis