Her suça, her
hataya “aşk”ı ortak etmeyi nereden öğrendik biz? “Seviyorum çünkü”, “aşığım o
yüzden” “benimsin lakin” diye başlayan cümleler zinciriyle bağlanmış elimiz, kolumuz.
Yapmayın. Hatalarınıza sahip çıkın. Özür dileyip mahcup olun. Telafi edip af
dileyin. Tabi mümkünse.

Lafı Salih ve Mücella’ya getireceğim. Suçuna aşkı ve
aşığını! alet eden Mücella’yı aklamak olmaz. “Aşk” adı verilen bu organize suç
kısmı arızalı. Çok şükür ki Salih “sebebi para para” deyip aşkı çekip çıkardı
bu işten. Buradan çıkarılan sonuç, suçlarınıza aşk süsü vermeyin. Sevdiğinizin
elini tutmadan önce paranın kirini iyice akıtın. Salih’in yıllarca kalbinin
üstünde taşıdığı o fotoğrafın bence değeri yok. Çünkü o asıl meseleyi paraya çoktan
bağladı bile. Mücella paraları Salih’in
yüzüne fırlatırken “Seni hiç tanıyamamışım, meğer aşkın yalanmış” der gibiydi.
Bir ara Mücella’nın geçmişte Salih’i neden istemediğini de tam olarak bilmek
isterim.

Fragmandan ötürü merakımızın katmerlendiği
bu hafta ne yazık ki umduğumu bulamadım. Ateş, fragmanı haklı çıkarmaya
çalışırcasına Salih’e yüklenip, adeta “Hadi beni öldürmeye çalış” der gibi
davranıp durdu. Sakin ve soğukkanlı bu adam nasıl oluyor da bu kadar hırslı ve
ateşli oluyor ben anlamıyorum. Atahanlar’ı bu denli savunması ve sahip çıkması
beni feci rahatsız ediyor. Evet adaleti önemseyen, çevresine çok kıymetli
katkıları olan bir adam ama bu kadarı biraz fazla değil mi? Atahanlar’ı
ailesine yaptıklarından ötürü Allaha havale edip geri kalan herkesi ölümüne! savunmanın
anlamı nedir? Sinem’i eşinden, Esma’yı dilenci çetesinden, Mehmet Emir’i
Salih’ten korurken ki o sonsuz cesaret neden? Ben Ateş’in tüm enerjisini ve
zamanını Bahar için ve Bahar’a söylenen o büyük yalanı ortaya çıkarmak için
harcamasından yanayım. Ve eğer yaşıyorsa! bundan sonra bunun peşine
düşeceğinden de eminim.


Ateş’in freninin patlayacağını, denize
uçacağını biliyorduk. Fragmandan bir tık öteye geçen sahne hiç mi olmaz? Ne
şaşırdık, ne umutlandık ne de romantizm rüzgarında savrulduk. Fragmanda ne
izlediysek bölümde de onu izledik. Arabanın denize uçtuğu ve sonrasında arama
çalışmalarının yapıldığı sahneleri sevdim. Denizin şiddeti, hiddeti açısından
çok güzel bir gün seçilmiş. Fakat o kadar hırçın denizde o cüzdanı hadi onu da
geçtim o yüzüğü nasıl buldunuz? Bahar’ın isyanı, Efsun’un Bahar’a o ilk
dakikalardaki desteği ise oldukça etkileyiciydi.

Ateş’in trajik kazasının acısını Bahar’dan
sonra en derin hisseden kişi Komiser İsmail’di! Cem Kılıç’ı başarılı buldum.
Bahar’a bu kötü haberi vermeye geldiğinde resmen nefesimi tuttum. Geri kalan kimse
bu kazadan yeterince etkilenmedi. Etkilendiysede duygusu bana geçmedi. Bir
sonraki sahnede Sakine ve Nuran’ın o anlamsız Yûşâ hazretleri sahnesi neydi
öyle? Komik dualarını ve eğlenceli
jenerik müziğini sevmedim. Efsun da yine bildiğimiz gibiydi. Ateş’in yokluğu bu
insanların umurunda olmayabilir. Senaryo açısından bu normal, buna şaşırmam.
Ama biz izleyenler için oldukça önemliydi ve komedi dozu iyi ayarlanmadığından
ben hikayeden biraz koptum. Ateş’in arabayla denize uçması bu bölümün
merkezinde olmalıydı ve kalan diğer gelişmeler biraz geride kalmalıydı. Efsun
ve Nuran iki dakika komiklik yapmayıverseydi keşke. Bahar ve biz Ateş’e
üzülürken çok yalnızdık. Keremcem bu diziden çıkarsa hiç şaşırmam!
Hatta yazıyı yazarken ciddi ciddi çıktığını düşündüm. Ona olan sevgimiz başka
ancak hikayeden ayrılması bana çok da imkansız gözükmüyor.

Hasret rolüne bu kadar bölümdür hala çok ısınamadım.
Duygusu bana geçmeyen o kadar çok sahne ile karşılaştım ki, artık cidden seyri
keyifsiz olmaya başladı. Hasret Fulya ilişkisini bir türlü hiçbir yere
oturtamıyorum. Mehmet Emir için geldikleri polis merkezindeki o sahneler bence
lüzumsuzdu. Evet Hasret Mehmet Emir için endişelenebilir hatta ona karşı aşk da
hissedebilir ama polis merkezindeki şefkatli, sevecen ve birbirine destek olan
hallerine anlam veremiyorum. Hasret bu hikayede mihenk taşı ama ne yazık ki izlediğim
çoğu sahnede bu ağırlığı hissedemiyorum. Hasret Bahar ile birlikteyken
burnumuzun direği sızlamalı, Mehmet Emir ile birlikteyken o yarım kalan aşktan
içimiz acımalı. Ama biz bunların hiçbirini hissedemiyoruz.

Hülya’nın, abisi gözaltındayken şirketin
derdine düşmesi! ve Ateş öldü sanılırken hanın restorasyonunu durdurması
zalimce gözükse de Hülya karakterinden beklenen hareketler olduğu için bence
tutarlı. Gazetecilerin kapıya dayandığı gece Hülya dışarı çıktığında, Edibe
Hanım Beyza’ya “Koş üstlerine bir şey getir üşümesinler” demesi de öyle. Onca
olay arasında Edibe Hanım’ın tek derdi soğuk. “Atahanlar böyle insanlar işte”
dedirten sahneler bunlar. Çok acayip ama gerçek yüzleri bu. O noktada sıkıntı
yok bence.
Her şeye rağmen gelecek haftayı iple
çekiyorum. Böyle de deli bir hikaye bu. Fakat gelecek hafta bizi bölüm finali
ve fragmanla ekran karşısına çekip, bölüm içinde bir şeyler izletmezseniz
sadece reytinge hizmet ettiğinizi düşüneceğim ve üzüleceğim. Bunu bize yapmayın
olur mu? Bağlıyız, sabırlıyız ve hikayeyi
seviyoruz bunu bilin. Son bir not; Murat Kekilli’nin “Bu akşam
ölürüm” şarkısı kimin fikriydi acaba? Bu kadar kötü ve demode bir şarkı nereden
aklınıza geldi?