Baskın basanındır dedik ya Allah içeri daldık. Meğer Brandon da
tam çıkıyormuş. Polat gelince kaldı tabii. Her ne kadar İngiliz olsa da yıllardır
buralarda dolana dolana adetlerimizi de kapmış. Misafir geldiyse bir yere
gidilmez. Hatta muhabbet açıldığında da misafir dinlenir. Polat konuştu o
dinledi.
Güzel de konuşuyor hani insan bölmek istemiyor ama Brandon’a
neden sıkmadığını anlamadım. Aldı getirdi fayanslı bir hücreye kapattı.
Duvarlara fayans kaplatmak kesinlikle iyi fikirmiş. Kan sıçradığında falan
kolay temizlenir. Yetmedi bir de hastaneye yolladı. Sorgu yok, bir plan yok.
Öyle eğlencesine Brandon beslemece...
Korkmayın, omuzlar dik değilse ateş etmeyecek demektir.
Geçen bölümde bir Türk Baharı muhabbeti vardı. Bu bölüm iyice
dallanıp budaklandı. Belli ki bir süre bu tez üzerinden gideceğiz. Hep
bahsedilen 100 yıl sonraki toplantıda anlaşılan sınırlar yeniden çizilecek. Mete
Aymar uyardı, “sadece yer altı zenginliklerine göre sınır çizip insan faktörünü
göz önüne almazsanız buralar bataklık olur.” Mete’nin onca aksiyondan sonra
hala neden bir şekilde öldürülmediğini de böylece anlamış olduk. Bir noktada
KVP Aklı’nın seslerinden biri olacak. Geçen bölüme ait yazımda “Can Bey Mete’ye
danışıyorsa yanmış zaten” demiştim. Meğer bu karakter zafiyeti değil söylem
için bir stratejiymiş. Bundan sonra Mete’ye dikkat.
Şimdilik heykel olsun. Olmadı ileride Nü de çalışırız.
Aynı Türk Baharı muhabbeti Brandon ile Polat arasında da geçmişti.
Açıkçası ben bu Türk Baharı muhabbetini tehlikeli buluyorum. İzleyenlerin
aklına Gezi Parkı benzeri bir kalkışma geliyor ve akabinde Gezi Parkı’nın da
bir dış mihrak oyunu olduğu algısı yaratılıyor. Geçmişte hükümete yakın pek çok
yayın organında da bu paralelde söylemler yer almış, hatta Sırbistanlara gidip
röportajlar yapılmış olsa da artık o rüzgar esmiyor.
Bugün herkes ilk 3 güne destek ve bizzat hükümete yakın kanallar
oradaki gençleri değil ilk sabah o çadırları yakanları suçluyor, “paralel yapı
adamlarıydı” diyorlar. Tam bu noktada gelecekte oluşabilecek bir protestoyu
şimdiden yabancı güdümlü bir Türk Baharı’na benzetmek tehlikeli bir adım. Yine
de bir kaç hafta daha bu Türk Baharı ile ilgili söylemleri dikkatlice
izledikten sonra tekrar bir değerlendirme yapacağım.
Sefir Savaşları bu bölümde de tam gaz devam etti. Baltazar
üşenmemiş iş doğru yürüsün diye tır eşkiyalığına kendi de katılmış. Cakasını da
sattı şöförlere hani... Sonra ver elini Edirne... Keşke sefirlik yolu öyle
dümdüz olsa. Settar ağa diziye katıldığından beri ilk defa Kurtlar Vadisi’ne göre iş yaptı. Vallahi etkilendim. Baltazar’a su
dolu tanker yollamak başka şey, bi de ona Edirne’ye kadar taşıtmak bambaşka bir
şey. Settar ağa’yı daha çok sahalarda görmek isteriz.
Hakkı’nın ise hala Baltazar’a sefirlik sözü vermesini anlamış
değilim. Kazanan belli, kaybeden belli. İlla mızıkçılık yapacaklar. Bir de
Kabasakal muhabbeti var tabi... Benim ilk defa dikkatimi çekti. Hadi Baltazar
adı tek başına olunca güzel oluyordu da kabasakal ne yahu? Oldu olacak Pusat’a
da Temel Reis diyelim.
Polat bir değerlendirme de Hoca ile yaptı. Mete Aymar ve Can Bey’in
daha önce üzerinde durdukları enerji meselesi ile ilgili bir hamle üzerine
konuştular. Her şey mantıklı bir şekilde gidiyordu ki Polat’ın “sömürgeci
güçlerin masaya oturmasına izin vermemeliyiz” lafı işi biraz bozdu. Aklıma
hemen geçen sene malum ortamlardan izleyebildiğimiz Dracula dizisi geldi.
Ben 10 bölüm izledim. Siz bir paragraf okumuşsunuz çok mu?
Orada da Dracula intikam için bu emperyal güçlerin enerji
yataklarından kazançlarını engellemeye çalışıyordu da kocca vampir ve doğaüstü
güç olmasına rağmen yine yapamamıştı. Diyeceğim o ki, sömürgeci güçleri o
masadan kaldırmak şuan için imkansız. Kalkmamak için milyonlarca insanı
gözlerini kırpmadan feda ederler. Asıl amaç “onlarla eşit şartlarda o masaya
oturmak” olmalıydı. Yine de bakalım Polat mı daha büyük Dracula mı? Bu arada
aynı toplantıda çok çok önemli bir soru da dile getirildi. “Şedid petrolü kime
satıyor? Karşılığında ne alıyor?” Bu iki sorunun cevabı gerçek hayatta da Işid
bilmecesini rahatlıkla çözer. Ben KVP Aklı’nın cevabını merak ediyorum.
Cahit bölüm boyunca bekledi. Ha görüştü, ha görüşecek dedik
araya Martin girdi. Çok enteresan adam. Her yerden çıkıyor ve herkes onu dost
biliyor. Martin’den kurtuldu ama yine bekletildi. Yani aslında Cahit cephesinde
değişen hiçbir şey olmadı. Mekan olarak girmediği bi denizaltı kalmıştı ona da
girdi. Bir o var işte... Bu kadar bekleyişin ardından Cahit gelecek bölüm epey
hareketlenecektir.
Yoksa ben zengin bebesi miyim?
Fehmi Bey'ciğimin ise keyfi oldukça yerindeydi. Ta ki Kenan’ın
hamlesini öğrenene kadar. Can Bey’in kızına helal olsun. Bir şekilde haberi
bastırmış. Haberin etkisi bir basın toplantısıyla törpülense de adeta bir
kelebek etkisiyle Yusuf’un çevresinde fırtınalara sebep oldu. Yusuf’un çevresi
diyorum çünkü hepimiz gizemli motosikletli’nin o olduğunu malum rüyadan anlamış
olduk. Önce MissCat uyanık davranmaya çalışıp bir strateji oluşturdu. Sonra da
oldukça ucuz bir şekilde hakkın rahmetine kavuştu. Vadi’de sevdiğim
karakterlerden biriydi. Umarım başka projelerde karşımıza çıkar.
Aslında önceki dizi-yorum yazılarıma gelen yorumlarda sık sık bu
tahmin yapılmıştı fakat ben bir türlü konduramamıştım. Bana göre bir ‘asil kan’ın
saklanacak bir yeri yoktur. Mutlaka aranır bulunur. Saf’iye ve Elif ısrarında
da gördüğümüz gibi karşı taraf kanı asil olanlarla bağını asla koparmıyordu.
Üstelik bu kadar değerliyken çatışmaların olduğu bir çetede olmasına izin
vermezlerdi.
Bir de tabi “kim buna cesaret edebilir?” sorusu var. Belli ki
birileri etmiş ve edenler Hakkı ile bir şekilde bağlantılı. Bunun da kokusu
çıkar bir şekilde... Yusuf gibi bir ‘sosyete çocuğu’nun çatışmalarda o kadar
soğuk kanlı ve iş bitirici olmayı nereden öğrendiği ise apayrı bir konu.
Bakalım bundan sonra Yusuf’un seçimi ne olacak?
Polat, Brandon’la ne yapacak diyordum ki meğer sanatsal çalışma
yapacakmış. Erhan aracılığı ile yaptırdığı heykel ve “Türkiye ve çevresine
verdiğimiz zarardan dolayı özür dileriz” tabelası eminim herkesi hem
keyiflendirmiş hem çokça güldürmüştür. Bence daha da komik olanı Mete’nin “real
mi sürreal mi?” sorusuydu ki kahkaha attırdı. Sanatla verilen cevap her daim en
etkili cevaptır.
Bir sonraki bölümde Sub-Zero da gelecek.
Sen toplantı basarsın da elin oğlu basamaz mı? Bastılar işte. Hem
de yavru vatan dediğimiz topraklarda. Allah için Hoca’nın mekanı, Brandon’un
mekanından çok daha güzeldi fakat aynı tedbirsizlik Hoca’da da vardı. Yeni Lion
timi oyuna sert girdi. Maskeleriyle falan Mortal Combat dövüşçü karakterlerini
andırıyorlardı. Gayet güzel bir operasyonla herkesi aldılar. Buradan Levent Sülün'e de hoş geldin diyelim. Komutanlık üzerine cuk oturmuş gibi görünüyor.
Tam da bu noktada kafam karıştı. O masadakiler basit bir
tahminle Türki cumhuriyetler ve komşularımızdaki bizim adamlarımızdı. Hoca
hariç hepsini öldürdüler. Bu kocca Britanya sadece bizim ülkemizde mi oyun
çeviriyor? Diğer ülkelere karışmıyorlar mı? Onların da esir olarak yüksek
bedelleri olmaz mıydı? Sonuçta hepsi “uluslararası alanda etkili olabilecek
kişiler”di...
Ayrıca bir çelişki daha vardı. Hoca’nın hem siyasi hem de
örgütsel kimliği var. Fakat masadakilerin tam kimliklerini bilmiyoruz. Konu ise
belliydi. Böyle bir konuyu Türkiye’nin sadece görünen dinamiklerinin ele
aldığını düşünmek ahmaklık olur. O ahmaklığı da yaptılar. Bu kadar önemli ve
stratejik bir toplantıyla Hoca’nın bir ucunun İhtiyarlar’a dayandığını tahmin
edemeyen adamlar mı yüzyıllardır bu toprakları sömürüyor? Vadi’de Hoca’nın
geleceğini gerçekten merak ediyorum.
Mekan da güzelmiş. Kravat mı taksaydım acaba Can Bey?
Nihayet haftalardır beklediğim an geldi. Konsey kuruldu. Mekan
gerçekten etkileyiciydi fakat adam sayısı enteresandı. Geçen bölümlerde
konseyin fazla güçlü olduğunu söylemiştim. Bu bölüm hiç o intibada değilim. Kadro:
Can Bey, Mete, Bünyamin, Zaharyas ve Hakkı. Bu kadro zayıf bir kadro. Zaten
Mete, Can Bey’in adamı. Direkt etki etmek için onu da konseye almasını
anlıyorum. Fakat o kapıdan ilk defa göreceğimiz 3-4 afili abiyi daha görmek
isterdik. Mete ve Hakkı’nın olduğu konsey ne bilim... Hani ikisini topla,
ikiyle çarp yine de bir Kılıç karizması yok. Hayırlısı...
Sevgilinin, eski sevgilisi ortama girince ben.
Son zamanlarda pek görüşemeyen iki eski düşman telefonla
buluştular. Zaten Mete, Vadi’de ölecekse onu indirecek adam mutlaka Akif
olacaktır. Brandon’a karşı Hoca... Takas yerinde buluşuldu ve iki tarafta takas
edilecek adamları birbirine gösterdi. Etraf ise silme silahlı adam dolu.
Uzaktan da Polat izliyor olan biteni. Takas meydanında ise Aynura, Alptekin
gibi as kadro var. İlk kurşunla birlikte son bulur dedim ama o bile atılmadı.
Bu gerginlikle bizi bıraktılar. Bakalım haftaya ne olacak...
Okura Not: Diziyi sadece övdüğüm ve hiç eleştirmediğim konusunda
bazı eleştiriler alıyorum. Hakaret içermeyen her türlü eleştiri başımızın
tacıdır. Fakat belli ki kendimi net ifade edememişim. Bazen dile getirsem de
genelde kötü bir uçak sahnesinin veya sakil bir patlama sahnesinin benim için eleştirmeye değer pek bir değeri yok. Onu zaten hepimiz görüyoruz. Hikaye,
dizinin ruhu ve her ne kadar kurgu olsa da gerçeklerle kurulan bağlantılar daha
çok ilgimi çekiyor. Hikayeyle yan yana gitmeyi ve bu yolculukta da bana göre
yanlış veya tutarsız olarak gördüğüm şeyleri net olarak dile getiriyorum. Bu,
geçmişte Osmanlı’daki gizli ocaklardı, bugün Hoca’nın kıymetinin
anlaşılamaması. RaniniTv'deki bu pencereden ancak bu manzarayı görebilirsiniz.
Sabrınız için teşekkürler.