İstanbullu Gelin 60.bölümü bir miktar karışık duygularla
izledim. Bir taraftan çok sevdiğim sahneler vardı, bir taraftan saate bakıp ne
zaman biteceğini düşünmekten kendimi alamadığım durumlar. Yine de sezon geneli
düşünüldüğünde umut veren bir bölümdü, Senem ve Güneş ikilisiyle açılan yeni
kapılar, Ülfet’in kocasına ne yaptığı gibi konular derken önümüzdeki bölümler
için de merak uyandıran çok konu vardı üstelik.
Bölümde en duygulandığım ve tuhaf şekilde mutlu olduğum
sahne Adem’in Dilara’nın bebeği aldırmadığını öğrendiği anlardı. O tek başına
dev öfkeli kalabalık Adem’in gözleri parlayarak, içi titreyerek sevindiğini
bize tek seferde anlatan Fırat Tanış’a ne desem az. Çimlere yatıp göklere
bakarken bizim de içimiz içimize sığmadı, bizim de nefesimiz kesildi sevinçten.
Dilara bu konuda ne düşünür bilemiyorum tabii, bir yandan İngiltere planları
yapıyor ve Adem’den kaçmak için yeteri kadar sebebi var gerçekten ama bir
yandan da çocuğunu babasından komple gizlemek eminim onun için de asla tamamen
doğruluğuna ikna olamayacağı bir karar. Gözlerinin önünde çocuğu olduğu
kendisinden gizlenmiş Faruk örneği var misal ama Emir dizide neredeyse tamamen
unutulduğu için öyle bir örnek alma yaşayamadık pek.
Tablo gibi sahneler vol.2
Gelelim bölümün diğer duygulandıran, gözlere yaş dolduran, ‘Aaah
ah çok mutlu olun inşallah’ dedirten sahnesine yani elbette kız isteme
anlarına. Garip’in aşklarını anlatırkenki o dinginliği, kaçırdıkları yılları
yakalama heyecanları, Esma’nın gözlerindeki Garip’i ilk gördüğü yıllara dönen
ışık, ev halkının heyecanı, o çok ağır delikanlı Boran erkeklerinin ağlamamak
için ne yapacaklarını şaşırmaları, evdeki o güzel hava hep çok gerçek, çok
samimi ve çok duygusaldı. O kız isteme sahnesinin gerçek bir törenden alınıp
önümüze koyulmadığına dair en ufak bir şüphe yoktu içimde, öyle severek
izledim, Esma'nın gözlerimizin önünde geçirdiği değişime şükrederek.
Kıymet'in zalimliğine şaşırırken biz
Boranların evinde bunlar yaşanırken Ülfet’in onca başarı ve
paraya rağmen yapayalnız ve mutsuz olması ne kadar üzücüydüyse, İpek’in
annesinin zorla sızdığı nişan töreninden fotoğraf çekip Ülfet’e göndermesi de o
kadar akla bile gelmeyecek kadar acımasızdı. Biz İpek’e kötü kalpli diyoruz ama
bu kadının yanında İpek belki de melek, gerçekten karar veremedim. Ülfet’in
karanlık geçmişinden bir anda fırlayan Sedef’e gelecek olursak; kocasını
birlikte öldürdükleri kadınsa Sedef herhalde Ülfet onu başıboş bırakmak, nerede
olduğunu takip etmemek, ona para vermemek gibi saçma şeyler yapmamıştır diye
düşünüyorum. En azından bize anlatılmaya çalışılan Ülfet bu kadar saf olamaz.
Bakalım Sedef bizi bu hikâyede nerelere götürecek?
Esma'dan öğrendiklerini Esma'ya satmaya çalışan aile meclisi
Boran erkeklerinin bu evlilik haberini ilk duyduklarında
verdikleri tepkilerden bahsetmek isterim biraz da. Fikret ve Faruk tam da
kendilerinden beklendiği gibi davrandılar aslında, Faruk böyle bir konu hiç yokmuşçasına
davranmaya çalışarak, Fikret hödük hödük ‘Nedir çocuk mu yapacaksınız?’ diye
saçmalayarak. Zaten başka türlü bir cevap beklemiyorduk onlardan ama Osman’a
çok şaşırdım. Hani ailenin sağduyusu, annesinin bir tanesi, ‘Ama Osman başkadır’
diye bahsettiği, Süreyya’ya duyduğu aşkı Esma öğrendiğinde ‘Sen beni
anlamıyorsun’ diye ortalığı birbirine kattığı Osman’dan bahsediyorum. Annen
senin abinin eşine bir zamanlar da olsa beslediğin hislerin ne kadar ulvi
hisler olduğunu anlayacak ama sen annenin âşık olduğu adamla evlenmesini
anlamayacaksın, yok ya? Sonunda Osman da kabullendi durumu evet ama bu sezon
kendisini tanıyamamamıza sebep olan davranışlarına bir tane daha eklemiş oldu
bir yandan da.
Bölümde pek de sevmediğim yerler de oldu ama yine de
yarattığı hava ile özlediğimiz İstanbullu Gelin günlerinden bir rüzgâr estiren
bir bölüm olduğu için onlardan bahsetmek istemiyorum, böyle güzel bir tat
kalsın ağzımızda. Bir sonraki bölüme kadar iyi seyirler dilerim.
*üstümde beyaz gömlek var, diye devam eden şahane ötesi
Birhan Keskin dizesi, şiirin tamamını da elbette tavsiye ederim. Bölüme,
özellikle de Adem’e çok yakıştığını düşünüyorum.