İstanbullu Gelin 58.bölüm yazısına direkt olarak en
etkilendiğim yerden yani bölümün sonundan başlamak isterim. Gilmore Girls’te
Lorelai’ın Luke’a evlenme teklif ettiği sahneden sonra gördüğüm en etkileyici
evlenme teklifi Esma’nın Garip’e ettiğiydi. Öyle olduğu gibi, süs püs yok,
büyük Esma Sultan kalkanları inmiş, hayatının her yerinde kaybetmiş de elinde
tek kalanın Garip olduğunu görünce en başından beri onu ne için bırakıp
gittiğini düşüne düşüne kahrolmuş bir Esma. Garip’e gelmesi için bu kadar
sarsılmasını ve oğullarından böyle bir darbe yemesi gerekmesini istemezdim ama
öyle oldu işte. Esma evlatları ile illa ki barışır ancak Garip’le olma
kararından vazgeçmemesini umarım. Tabii Esma ile Garip’in evleneceğini duyan
Ülfet ne yapar onu bilemeyeceğim, Süreyya gidip Ülfet’e davetiye bile verebilir
şu koşullarda.
Hala ne görmeyi umuyorsun acaba?
Şimdi gelelim bölümün maalesef yine pek öyle ayılıp
bayılmadığım kısımlarına. Uzun zamandır içime sine sine İpek’e kızamamıştım,
ondan başlamak isterim. İpek kızım senin derdin ne? Saçları topladın laboratuvar
ayarladın DNA testleri yaptırdın, üstüne bir de evde onca arbede yaşandıktan
sonra bile gidip o zarfa bakmaya utanmadın ya, pes diyorum. Faruk Garip’in oğlu
olsa sana ne, Fevzi’nin oğlu olsa sana ne? Uzun zamandır birlikte olduğumuz
için kavgadan beslenen biri olduğunu biliyorum ama zaten her yer her yerde,
zaten ortalık karışık, bir savaş daha çıkartmaya neden bu kadar heveslisin?
Annen Kıymet’e zaten diyecek bir şeyim yok, kızı ‘O evde hayatım kâbusa döndü’
diye anlatıyor, ‘Çık gel’ diyeceğine ortalığı karıştırmanın derdinde. Evet bu
ikili hep biraz böylelerdi ama bu abartılı halleri biraz sıkıcı gelmeye başladı
bana, sırf mevzu çıksın diye karakterlerin akla mantığa bu kadar aykırı
davrandığı bir dizi değildi İstanbullu Gelin, olsun da istemem. Her karaktere
bir yerinden hak verirdik, artık yapamıyoruz.

Gel burayı da batır
Genelde Faruk’a hak vermem ama işin içinde İpek olunca durum
değişti, Faruk bile gözüme daha makul görünmeye başladı. İpek’in organizasyon
işi için ortaklarla yapılan toplantıya çağrılması nasıl dünyanın en saçma
şeyiyse, Faruk’un ‘Bunu bana neden daha önce söylemedin?’ demesi de o kadar
normaldi. Faruk tabii hemen sonra ‘Senin
çocukların var çalışmak nereden çıktı?’ filan diyerek yine saçmaladı ama
mevzudan haberdar olmak istemesi çok doğaldı.
Faruk’un İpek tarafından kızdırıldığı tek an o olsaydı
keşke. Dünyanın en gereksiz hareketi olarak DNA testi yaptıran İpek’e gerektiği
kadar kızmadı bence bu arada, merak duygusunun esiri oldu bir yerde. Annesine
güvendiğini hepimiz biliyoruz ama böyle bir söylenti duyduğunda da o zarfı
yırtıp atabilecek çok az insan vardır herhalde. En güzeli Esma ile konuşmasıydı
ama onu da yediremedi bir türlü kendine. Süreyya’dan geldi en güzel sözler, ‘Ne
olursa olsun sen Fevzi’nin oğlusun’.
Adem hayatının sarmalını keşfetmeden hemen önce
Adem’le Dilara’nın boşanma sahnesi çalan şahane müziğin de
etkisiyle oldukça duygusaldı. Dilara’nın ‘Giden de bitiren de ben değilim’ demesi,
Adem’in yaptıklarının sorumluluklarını alıp almamak, çok incindiğini gösterip
göstermemek, üzüntüsünü açık etmemeye çalışmak, Dilara’yı sevdiğini kendine
bile çaktırmamak hisleri arasında bocalaması ne kadar tanıdık, ne kadar
hüzünlüydü. Bu arada İdil Hanım’la bu haftaki terapi sahnesine de bayıldım. Adem’in
annesi ile yaşadığı döngüyü birebir eşi ile de yaşadığını görmesi ibretlik
değildi de neydi? Şikâyet edip durduğumuz hayat sarmallarımızın bir kısmını
bile olsa kendimizin seçtiğini azıcık fark edebilsek, küçük adımlarla büyük
şeyleri değiştirebilir miyiz dersiniz? Bakalım Güneş ile pek ani ve azıcık da
anlamsızca çıktıkları yol nasıl gidecek?
Bölümün en kritik anlarından biri Süreyya’nın hayatına ve
anneliğine dair bir şikâyetini ilk defa duyduğumuz andı. Bunun dışında çok
özellikli bir bölüm değildi bence ama yine de sevmediğim şeyleri uzun uzun
anlatmak istemiyorum, o yüzden bu bölüm bahsetmek bile istemediklerim diye bir
özetle bitirmek isterim yazıyı. İyi seyirler.
- Osman’ın Dilara’ya aldığı hediye kutusu ve
dünyanın en derinlikli adamı Osman’ın Küçük Prens ile kardeşinin eski karısına
yürüyebilecek biri haline gelmesi
- Dilara’nın karnının bir bölüm büyük bir bölüm küçük
olması, uzun zamandır hamile olduğunu bilmemize rağmen mahkemede en azından
karnını gizleyecek bir şeyler giymesine ihtiyaç bile duymayacak kadar karınsız
olması
- Süreyya’nın bu en daralmış zamanında teyzenin
rolünün gittikçe azalmasının mantıksızlığı
- Fikret’in her şeyi
- Ülfet’in ilk başta sevsem de şimdi artık biraz
zorlama görünen halleri
- İpek’in birdenbire ortaya çıkan lise arkadaşları
ve organizasyon yeteneği