Yeni karakterlere ve yepyeni bir Boran Ailesi’ni izlemeye
yelken açtığımız sezon açılışından sonra İstanbullu Gelin’de hikâyeye 55.bölüm
ile devam ettik. Bölümü sevmesine sevdim ama tam da adlandıramadığım bir eksiklik,
bir durgunluk vardı. Ağır aktı desem tam değil, bir doz klişeydi desem dilim
varmıyor. Yine de devamını merak ettiren ve dahası birkaç yerde kalbimi tam
ortasından çatlatan bir bölümdü.
Dilara'yı Osman'la düşününce ben-temsili
Açılış bölümünde göremediğimiz Dilara ile başlamak isterim
bu sefer. Karnı büyümüş, tatlı bir hamile olmuş ancak haliyle keyfi son derece
kaçık, endişeli ve ürkmüş bir Dilara gördük aylar sonra. Adem’den uzak durmak
istemesi son derece anlaşılır olsa da karnındaki bebeği düşünüp bir an önce
makul bir anlaşma zemini aramalı bence kaçmak yerine. Bebeğini doğurmaya karar verdiğine göre
eninde sonunda Adem’le bir masaya oturma ihtimalini de göze almış olmalı. Tabii
bölümde beni Dilara ile ilgili en çok endişelendiren şey bu değildi; Osman’la
aralarında yaşanması muhtemel yakınlıktı. Her ne kadar şimdilik Süreyya’nın en
yakın arkadaşına sahip çıkan Boranlardan biri olarak izlesek de, o kahvaltı
hazırlaması, konuşmalardaki hafif mahcubiyet, acele acele tavırlar gözlerden
kaçmadı. Resmen Osman’a bir türlü yakıştıramadığımız Burcu’nun bizden intikamı
olur bu. Dilara’yı sevmediğimden değil de, Osman’la olmasını hayal ettiğim
türden bir kadın değil, bir de Süreyya’nın en yakın arkadaşı. İkisi sevgili
olmasınlar rica edeceğim.

Sana kim bağırsın Fikret?
Osman’dan bir diğer Boran erkeği Fikret’e ve haliyle karısı İpek’e
gelelim. Tam da Esma’nın ‘Her şeye rağmen biz güçlü bir aileyiz ve bu sofranın
etrafında buluşabiliyoruz’ konuşması yaptığı ve belki de uzun zaman sonra
kendini tekrar Esma Sultan gibi hissettiği o geceye bir bomba gibi düştü İpek’in
Ülfet adına bilmem kaç binlik fatura kestirmiş olması. Her yer her yerdeyken ve
herkesin canı bu kadar burnundayken tam da İpek’e yakışacak bir akıl
kaçırmasıydı o hareket, hakkını vermem lazım. Aklı başında hiç kimsenin
yapmayacağı bu hareket İpek’in aşırı hadsizliğine sinirlendirdiği kadar eski
hayatına özlemini de anlatıp biraz hüzünlendirdi açıkçası. Süreyya’nın sadece
kelime aralarında duyabildiğimiz sıkıntısı ve ailedeki herkese moral verme
rolünü üstlenmişliğinin bir miktar abartısının yanında İpek’in açık açık bu
kadar çaresizleşmesi çok gerçek geldi. Fikret ise her zamanki gibi kararan
sadece onun hayatıymış gibi tepki gösterdi duruma. İpek’e kızması tamam ama
bunu yapacak insanın Fikret olduğuna emin değilim. O ne kadar destek oldu
karısına ki ondan güçlü bir duruş bekliyor? Saçma.

Ne Garip'miş ama
O aile yemeği gecesinin kahramanı ise kuşkusuz Ülfet Hala’ydı.
‘Ne güzel olmuşsunuz böyle, film gibi, Bizim Aile’ diye Boranlarla dalgasını
geçtiği ana vuruldum bildiğin. Gerçek bir acımasızı her zaman bu kadar net
görmüyoruz ekranda. Ülfet’in derdi ise Garip’in ona yaptığı ziyaretle ortaya
çıktı, meğer o da herkes gibi Garip’e âşıkmış gençken ve çekmecesinde onun
oyduğu tahta bir figür saklıyormuş yıllardır. Garip’le Esma’nın hala
görüştüklerini öğrendiği an sesine düşen titreme, güçlü görünmeye çalışması,
yıllar sonra bir aşk savaşının kazananı gibi durmak istemesi ama aslında ortada
bir savaş bile olmaması ne hazin. Yine de bu Esma nefretinin altında daha derin
bir şeyler olmasını istiyorum, sadece Garip olamaz. La Costume’e gittikçe
bayılmaya başlıyorum ama Güneş hala anlamlı bir yere oturmadı kafamda, onu da
eklemek isterim.
Birbirlerini anlamaktan vaz mı geçiyorlar?
Gelelim Boranların en Boran’ı, kendi başını derde sokma
konusunda bir dünya markası olan Faruk’a. Kendisine sürekli ‘kanka’ diyen aşırı
tekinsiz arkadaşının yanında işe başlayan Faruk’un ilk iş günündeki çaresizliği
ile içimi titrettiği bir gerçek. Bir odası olacağını düşünmesi, tüm
ciddiyetiyle giyinip kuşanması ve elindeki çantası ile gittiği ofiste bir grup
gencin arasına, üstelik açık ofise düşmesi tam bir hayal kırıklığı oldu onun
için. Otomattan çay kahve almak, bir masa köşesine ilişmek bastıkça bastı
adama. Yine de ofisten kafasına estiğinde çıkıp gidemeyeceğini bilmesinde fayda
var, bir de yazın klima savaşları çetin olur açık ofislerde, katmanlı giyinse
iyi olur. Yine de Faruk’a üzülmüş olmam onun deli deli gidip Adem’i tehdit
etmesini haklı çıkarmaz. Anlamak dinlemek kavramları pek gelişmemiş maalesef,
atıp tutmak, asıp kesmek hep daha kolayına geliyor. Süreyya’nın günler sonra
stüdyoya giderken Faruk’a haber vermemesini de manasız buldum gerçi, tamam
toplantısı var arayamam filan demiş ama insan bir mesaj da mı atmaz? Üstelik
İstanbul koşullarında bir metro, bir vapur yolculuğu yapacak kadar uzak bir
yere gidiyorsun, dönerken gecikeceksin, Adem tehlikesi olmasa da bir mesajdan
kimseye zarar gelmez. Biraz zoraki çıkmış bir kavga oldu nihayetinde son
Süreyya ve Faruk kavgası. Evet, ikisinin bunu düzelteceğini biliyoruz ama küçük
çentikler kalıyor böyle böyle ilişkide.
Son olarak ergen Yaz’a gelmek isterim. Annesine duyduğu
öfkeye üzülmesine üzülüyorum ama ne yalan söyleyeyim diziye yeni girenler
arasında en ısınamadığım o oldu. Belki az gördüğümüz için, belki o ‘öfkeli’
olması gereken hali yüzünde tam da düşündüğüm gibi göremediğim için. İdil Hanım’ın
Süreyya ile sahnelerinin başlamasını bekliyorum asıl heyecanla. İyi seyirler
dilerim.