İstanbullu Gelin’in haftalardır beklediğimiz yeni sezonu
nihayet başladı. Hikâyenin 20 yıl sonrasına gideceği haberini duyunca
başlamıştık heyecanlanmaya ve Yaz Boran’ın ‘Babaannemi kendi elleriyle öldüren
Süreyya’ cümlesi ile zirve yapmıştı merakımız. Yeni sezonun ilk bölümü şahane
sürprizlerle geldi. Tabii Boranlar için bu kadar şahane değil bunlar ama
izleyici olarak beklediğimize fazlasıyla değdiğini söyleyebilirim.
Bu ergenin hakkından ancak İdil Hanım gelir
Dizideki zaman atlamanın nasıl olacağı ile ilgili bir takım
fikirler oluşturmuştuk elbette ama açılış sahnesinin hepimizi şaşırttığını
söylemeliyim. Terapist İdil Hanım’ın hala hayatımızda olmasına çok sevindim
öncelikle, bir de Yaz Boran’a şimdiden bilendim zira Süreyya sevgim öyle bir
bölümde bitecek gibi değildir. 20 yıl sonraya gitmeyi terapistin odasında bir
sahneyle geçiştirmek yerine özene bezene yarattıkları Matrix atmosferi için ekibin
ellerine sağlık bir kere. Fragmanlarda gördüğümüz Esma’yı öldürme konusu yine
gündeme geldi, bir de öğrendik ki Süreyya da terapiye gitmiş, hatta ‘Belki de
anne olmamalıydım’ demiş İdil Hanım’a. O bebeğini kucağına almak için aylarca
birlikte beklediğimiz, bebeğin saçının teline zarar gelmesin diye içimizi
birlikte titrettiğimiz Süreyya’yı bu cümleyi kuracak hale getirenin ne olduğunu
çok merak ettim doğrusu.
Evet kitabın şahaneliği için seçtim bu sahneyi
Açılışta gittiğimiz gelecekten çabuk döndük bugüne ve
bıraktığımızdan biraz farklı bulduk Boranları. Ailenin kadınları Nurgüllerin
Ayvalık’taki taş evinde misafirler çoluk çocuk (bu arada o evin güzelliği),
ailenin erkekleri para bulma peşinde koştururken. Ailenin erkekleri dedim ama
pardon, Fikret elbette kendini hemen depresyona atmış. Depresyona girmek en çok
ona hak çünkü. Nurgül ve kocası Boranlara saygıda kusur etmese de Esma zor
dayanıyor buna, haliyle zoruna gidiyor yeni durum. İpek Fikret’in ortadan
kayboluşu ve annesine laf anlatmaya çalışmalar arasında bunalmış, Süreyya yine
neşesini korumaya çalışıyor ama o bile zorlanıyor belli ki. Ailenin bu gururu
incinmiş ama hayata tutunmaya çalışan hali ajitasyondan uzak ama gereğinden fazla
da serinkanlı olmayan bir şekilde geçiyor izleyene, tıpkı İstanbullu Gelin
izlerken olmasını hayal ettiğimiz gibi. Ahh, Süreyya’nın pazarda gezerken
boncuktan takılara, süslere ve tülbentlere bir bakışı vardı mesela, içim gitti.
Değdi mi Adem?
Boran erkeklerine gelirsek, onlar zaten apayrı bir halde.
İlk defa eve ekmek götürememek ne demek anlamak üzereler, haliyle dünyadaki
herkesi koruması gerektiğine inanmış Faruk daha çok içleniyor bu duruma. Fikret
gibi çekip gidecek bir adam da olmadığından güçlü görünmeye çalışırken çatlıyor
adeta. Daha önce önünde düğmelerini ilikleyen, taklalar atan adamlar yolda ona
selam vermiyor, bankalar toplantılara bile gelmiyor, oğlunu okula nasıl
yazdıracağını bile bilmiyor. Bu arada onların elinden her şeylerini almış diğer
Boran erkeği Adem de çok mutsuz. Karısı gitmiş, güzelim köşk dandik bekâr evine
dönmüş, annesinin hayattaki en büyük takıntısını yerine getirmiş ama kendisi
sonsuz mutsuz. Bu Boran hallerini Bir Küçücük Aslancık Varmış ile birleştirmeyi
akıl eden kim varsa sarılıp öpmek istediğimi belirtmek isterim bu arada, o
nasıl bir sahneydi?
Meğer sensiz ne kadar eksikmişiz
Ve gelelim bölümün en büyük bombasına; Akif’in bulup çıkardığı babadan kalma arsa sayesinde
düştükleri halden 30 milyon dolarla kurtulmaya çok yaklaştıklarına inanan
Boranların karşısına çıkan Ülfet Hala’ya. Meral Çetinkaya’nın efsane
canlandırdığı Ülfet Kavaklı uzun süredir izlediğim en şahane karakterlerden
biri oldu bile. Hele İpek Bilgin’le ikisini birlikte izlediğimiz anlar aklım
çıkacak gibi oldu. Ülfet’in kıyafetleri, ses tonu, konuşması, gözlükleri,
sahnede yaptığı motivasyon konuşması, mimikleri, her şey ama her şey inanılmaz
iyiydi, doyamadım izlemeye. Oturmuş dizilere yeni katılan karakterleri ilk
etapta inandırıcı yapmak zor olabiliyor bazen ama Ülfet Kavaklı beş dakikada
geçti sınavı. Ülfet’in çok yakını, kendi tabiriyle ailesi olarak diziye katılan
Güneş’ten ise o kadar emin değilim açıkçası. Bir de Nihal Yalçın her rolü biraz
aynı oynamıyor mu?
Esma yüzünden kardeşinden olmuş Ülfet’ten, annesi yüzünden
hayatını mahveden Adem’e, aşık olduğu adamın yanında olmak için bugüne kadar
kendini defalarca yok sayan ve artık zorlandığını gördüğümüz Süreyya’dan
hayatta ilk defa güçsüz olduğunu gördüğümüz Faruk’a, gururu için yaşadığını
bildiğimiz ama evlatları için bunu ayaklar altına alışını gözlerimiz dolu
izlediğimiz Esma’dan Esma’ya annesi gibi sahip çıkan Nurgül’e yine herkesi ayrı
ayrı sevdiğimiz, herkese ayrı ayrı hak verdiğimiz bir bölümle açılış yaptı
İstanbullu Gelin. Zaten onu diğer dizilerden ayıran en önemli hali de bu değil
mi?
Bugüne kadar Boranların başına gelen ne varsa hepsinde Ülfet
Hala’nın parmağı olduğunu öğrenerek bitirdiğimiz hikâye aslında asıl şimdi
başlıyor. Bakalım neler olacak? İyi seyirler dilerim.