Dile kolay otuz bölümü geride
bıraktık. Az yol kat etmedik. Özellikle de bu zorlu sezonda ayakta durma,
ekranda kalma mücadelesinde otuz haftayı bitirdik. Güllerin Savaşı, tüm ekip gibi benim de şansım oldu. Kiminle
konuştuysam “Yakında biter kendine başka bir meşgale bul.” dedi. Zorlu rakipler
her zaman ensemiz-deydi. Çok güvenilen yapımlar savaşı yarı yolda bırakıp, geri
çekildi. Şimdi dilerseniz biz kendi savaşımıza dönelim. Bakalım otuzuncu bölüm
bizlere neler anlatmış?
Üzgünüm Gülfem..
Ömer'in değil benim içime oturdu!
Geçen haftaki bölüm
Mesude’nin tokadı ile sona ermiş ve Gülfem’e attığı tokatla hepimizin içinin
yağı erimişti. Bilin ki Gülfem Sipahi bu tokadın acısını inlete inlete çıkarır.
Üstelik “katil” diye bağırması tuz biber ekti. Gülfem geri döndü. Bu defa ki
gelişi çok farklı! Ne o tokadın tadını unutacak, ne de Gülru ve ailesinin yeni
konumunu. Bundan sonra başka bir kayıp vermeye niyeti yok!
Kırılmış bir defa. Yapıştırsan da faydası olmaz.
Gülfem, Gülru ile Cihan’ın
anne ve babasının odasına taşındığını görünce kan beynine çıktı. Odada
dokunmadık ve dağıtmadık yer bırakmadı. Öfkesini adeta kustu. Hırsı bir adım
öne geçti. Zararı canını yaktı. Geçmişi veya hatırası neye dayanır bilmiyoruz,
ama anne ve babasının evliliğini dair bir simge olduğunu düşünüyorum. Hem de
çok önemli bir simge. Balerin figüründeki biblonun kırılması Cihan ve Gülfem’in
çocukluğuna ait geri dönülmez bir yara açtı. O orada oldukça için rahattır.
Güvendesindir. Varlığı kalbini doldurmaya yeter. Belki yıllardır eline
almamışsındır ama biliyorsundur ki “o” geçmişindir. Geleceğe birlikte adım
atarsın. Bir gün bir bakarsın ellerinin arasında kayıp gitmiş. Hem de bir öfke
uğruna. Değdi mi? Geçmişini bir biblo gibi parçalayıp yok etmene değdi mi? Sonucu
her ikisi için de ağır oldu. Yapıştırsan eskiye dönecek mi? Hayır! Geçmişin, o
balerin gibi yapıştırdığın çatlaklardan sızlamaya devam edecek.
Bir rakam eksik. Düşmez o numara. Fark etmedim mi sanıyorsunuz? ^.^

Yazık oldu çocuğa..
Yonca’nın Hekimoğlu
erkeklerinden vazgeçeceği yok. Biliyorsunuz ki yeni hedefi Şevket Hekimoğlu.
Şevket de Yonca’ya bir güzel çanak tutuyor. Adam ne yapsın? Hormonları o kadar
çok çalışıyor ki… Aslında bir bakıma Cahide bunları hak ettiği için Yonca’nın
yaptıklarına göz yummak aklımdan geçmiyor değil. Bir diğer taraftan ise Mebrure için
üzülüyorum. Bu kadar kötülüğün ve fitne fesadın içinde kendini izole edebilmiş.
Belki de “fıtratı” gereği bunları yapıyor. Kim bilir? Yine de yaptıkları,
psikolojik ve fizyolojik şiddetlere göz yummasını açıklamıyor. Yaşadığı şiddet
gün geçtikçe Mebrure’yi pesimistleştirmiş. Öyle ki kan kusup, kızılcık şerbeti
içtim diyecek kadar! Taner de en sonunda annesinin bu tutumuna dayanamadı.
Şiddetin, hakaretin, hor görülmenin, aşağılanmanın bağımlısı olmuş. Bir gün bu
saydığım kavramların birine tanık olmasa atak geçirecek gibi. Ne acı?!
Çevremizde böyle kadınlar o kadar çok ki...

Hafif benziyorlar mı ne?
Yalnız hâlâ Halide’nin
olayını kavrayamıyorum. Bu kadar itaatkâr, son derece bağımlı, şu an "Canını ver!" dese verecek durumda. O balerin gibi Halide de geçmişin sır perdesinde yer
alıyor. Düşünsenize Gülfem’e tokat attı diye Arap kanunlarını uyguluyor. Mesude'nin vurduğu eline tuz ruhu döküyor! Psikopatlık derecesindeki bu bağımlılığın
tanımını kendimce konduramıyorum. Annesi desen bu denli tehlikeli sularda
yüzebilir mi? Yüzer! Eğer annesi ise bu zamana kadar kendini çok iyi kamufle etmiş.
Açıkçası bu hikâyede en çok merak ettiğim satır arası Halide’ninkisi. Daha
fazla izleyici de sıkmadan ve usandırmadan Sipahi ailesi ile arasındaki geçmişi
öğrenebilsek çok iyi olur. Yılların tecrübesi ile Halide karakterini bize
aksettiren Aslı İçözü’ye de ayrıca teşekkür etmek lazım. Halide’yi ete, kemiğe
büründürdü. Bize antipatik bir karakter olarak sundu.

Diller lâl, gözler bülbül olur.

"Kocam" bana ait özel eşyayı karıştıracak! Daha o dakika dünyaya geldiğine pişman ederdim. Skandal!
Bu savaş iki kişi arasında
geçmeyeli çok oldu. Salih Efendi öldüğünden beri savaşın iki tarafı var. İster
bilinçli, isterse de bilinçsiz. Artık savaş daha acılı ve daha ağır. Bir soluk
mesafesinde birbirlerini takip ediyorlar. Yalnız bir şeyi unutuyorlar. Evet, bu
savaşın bir kazananı olacak. Şu an bile kazananı belli. Atladıkları şey ise her
iki tarafın da kendilerinden ve insanlıklarından çok şey kaybedecek olmasıdır.
Bu durumda savaş berabere bitecek. Gül’ün dikeni canlarını çok yakacak. Ama her
ne yaşanırsa yaşansın Gülfem, Cihan’ı koruyacak. Doğrusunda ya da yanlışında,
her daim yanında!
Parti var gelsenize.. DEV eğleniyoz!
Yıkıldım..
O sabah Gülru hazine kutusuna
bakarken, Cihan erken uyanması sonucunda içine kurt düşüyor ve merakına
yeniliyor. Gazete kupürlerini görmesi kriz geçirmesine ve içindeki her şeyi
parçalamasına neden oluyor. Gülru ne kadar
“O gün babamın ölümüyle Ömer’i de gömdüm.” dese de yalnızca kendisini
kandırıyor. İhanetin en büyüğü kendini aldatmadır. Doğru olmadığını bildiği
halde öyle kabul etmek ister. Sonucunda yıkılacağını bilse de, o an için,
kendini aldatmaktan başka bir çaresi yoktur. Son sahne ile o an Sipahi Köşkünde
bulunan herkes gibi izleyenler de bir yıkım yaşadı. Nereden mi anladım? Sağ
olun, var olun. Twitter interakşınım hiç susmadı. Önümüzdeki bölüm ne olur
bilemem, ama size tahmin yürütmeniz için birkaç ipucu verebilirim. Biliyorsunuz
ki haftaya Cumartesi günü 14 Şubat. 31.bölüm de 14 Şubat gecesi yayınlanacak.
İllaki senaristimiz bu özel gün için bir şeyler düşünmüştür. Ömer’in denizde
kaybolmuş olması, teknesinin Kınalı Ada açıklarında bulunmuş olması bir şeyi
değiştirmez. Beklenen ÖmRu sahnelerine çok yakında kavuşacağız. Bu talihsiz
deniz kazası gelecek güzel günlerin habercisi olabilir. Yalnız bu durum savaşın
sona ereceği anlamına gelmez. Aklımızdan çıkarmayalım. (Ömer’in deniz kazasının
geçen haftaki şiddetli lodos ile paralel gelmesini gözümden kaçırmadım. Her ne
kadar kurgu aşamasında efekt kullanılmış olsa da bu detay hoşuma gitti.)
Mortis