Masaya bir tabak daha koy kızım
Pazar akşamlarımızın keyfi, her hafta bizi kendine daha çok bağlayan Gönül İşleri’nin 16. Bölümü geride kaldı. Şu ara, ülkemin televizyonunda yayınlanan diğer dizilerdeki gibi "nefes nefese aksiyon" dertleri yok Gönül İşleri'nin... Hepimizin hayatında var olan sıradan günlük olayları izlerken de gözlerimizin nemlenebileceğini, evde sokakta karşımıza en az bir tanesi çıkan huysuz ihtiyar, evin saftirik kızı, maço enişteye de kahkahalarla gülebileceğimizi, akşam yemeği sonrası çay içen, tv izleyen insanların hayatlarını da, gözümüzü ekrandan ayırmadan izleyebileceğimizin kitabını yazıyor her hafta Gönül İşleri. Hep böyle kal e mi!

-Ben sana ne yaptım Kemal? -Hayır dedin!

Geçen hafta Kemal Komiser’in evlenme teklifine şaşırtıcı bir şekilde “hayır” diyen Saadet kapatmıştı bölümü. Kemal’in özelliklerini masaya yatırdığımızda Muzaffer Amca gibi biz de “ideal damat” adayı gözüyle bakıyoruz Kemal’e. Teklifinin geçen hafta da söylediğim gibi erken olması ve Kemal'in armudun sapı kategorisine giren “romantizm yoksunluğu”nu saymazsak, herhangi bir faul yok. Zaten Saadet de, bölüm boyunca herkesin “neden kabul etmedin” sorularına öyle mantıklı sebepler falan sayamadı. Belli ki kız korkuyor. Gayet normal de, Kemal Komiser de yaralı kuş, bu korkuyu görememesi gayet doğal. “Daha önce evlenmeyi düşünmeyen biri de değil” diye düşünüp içten içe kendini Asrın’la karşılaştırmalara bile girmiş, tatlım ya! Komiser’im belli ki geçen haftaki mektubum eline ulaşmamış. İstersen şuradan bakabilirsin.
 
Herkesin derdi başka: Kemal: Kadınlar niye kendilerini üzen erkekleri seviyor? Yılmaz: Servet, neden bana bu kadar çok hayır diyor?
 
Hal böyle olunca Kemal’e akıl verip teselli etmek Deli Yılmaz’a düştü. Ay sanırsın, kendisi gönül işlerinde usta. Gerçi, kendi söküğünü dikemeyen bir terzi durumu da yok değil. Verilebilecek en iyi aklı verdi; bekle dedi. Ancak Kemal bu sana, bekleyebilir mi? Saadet ise başka alem. Baştan beri Kemal’e kim “asayiş berkemal mi?” şakası yapacak diye bekliyordum, Saadet yaptı, hem de zamanlamaya bak! Kemal cevap vermeyince, Saadet de, aldığı akıllarla sözüm ona, kendini affettirmeye Kemal’in yanına gitti ama atarlanmalara devam ettiler. Kemal de inceldiği yerden kopsun kafasıyla, tayin istemiş. Ay bu “sevdamı kalbime gömer çeker giderim” zihniyeti beni deli ediyor. “Sevgi emek ister” diyen filmleri hiç mi izlemediniz kuzum?
 
"Kilitli kapıları geçmeyi nereden öğrendin Saadet?

Saadet bir kez daha akıl aldı, bir kez daha gitti Kemal Komiser’e, hem de bu kez evine… Yalnız Kemal’in bu evlenme teklifine erken dememde ne kadar haklı olduğumu fark ettiniz, değil mi? Saadet daha Kemal’in nerede oturduğunu bilmiyor yahu! Neyse, kapı duvar olunca, açık pencereden içeri girdi. Onu içeride gören Kemal, “Asrın’la takılırken mi kilitli kapıları aşmayı öğrendin” laf sokması gelmesin diye bir süre ekrana bakamadım, neyse ki Kemal bunu yapmadı. Saadet’i pencereden gören karşı komşu polis çağırmış. Tam Kemal’le Saadet birbirlerini yumuşatmayı başarıp, bu aşkın ilk öpücüğü gerçekleşecekti ki, eller yukarı! Polis evi bastı. Saadet’in bilinçaltı, silinmeyecek bir tabu daha oluşturdu;  “Bir erkeğin evine gidip öpüşmeye kalkarsan, polis baskın yapar.” Şimdi Kemal düşünsün.
 
Çünkü Çin komünizmden devlet kapitalizmine geçti de ondan
 
Yılmaz’a “terzi söküğünü dikemez” muamelesi yapıyorum ama hakkını da yememek lazım. Artık Servet’le ilişkisinde daha sağduyulu. Geçen haftaki yer değiştirme operasyonu bayağı işlerine yaradı. Terapistlerinin bu haftaki görevi ise “ebeveyn olmayı denemek” oldu. Ebeveyn olacak Servet’le Yılmaz’ın, çocuk da ayağına geldi; İsmail! Yalnız bitirim İsmail’e ana-baba olmak da öyle kolay değil hani. Üstelik terapiste “kardeşlerimi ben yalnız büyüttüm” diyen Servet’e bozulan Muzaffer Amca da, İsmail’e gazı verdi. İsmail de Servet’le Yılmaz’ı son damlasına dek tüketti.  
 
"Bizim çocuğumuz bu kadar akıllı olmasa da olur."

Yalnız İsmail’in anne babasının boşanmak üzere olmasını öğrenmesiyle durumlar değişti. İsmail gerçek arızalar çıkarmaya başladı. Ailelerinin ayrılacağını öğrenen çocukların ilk işi “keşke doğmasaydım” demek oluyor herhalde. Ama Servet’ciğim bir kontrol delisi olarak hemen dizginleri eline aldı, ailenin sorunlarını bir “düğmeye basmak” kolaylığında halletti, aile barıştı. Muzaffer Amca’m da Servet’le Yılmaz’ın iyi birer ebeveyn olacağına kanaat getirdi.
 
"Çok parasız kalırsam satarım diye evden en pahalı atkımı almıştım."

En dramatik cephemiz bu hafta Sevda Tibet cephesiydi sanırım. Sevda okul taksitini ödemeyince ders kaydı yapamadı. Artık zengin bir aşiret ağasının oğlu olan Bedir’in, gönlü elvermedi sevdiceğinin durumuna, hemen gidip ödedi. Açma-süt menüsünü bile Sevda’ya ödeten Tibet bunu duyunca havalanmış saçları diken diken oldu adeta. Baktı ki durum vahim, il il gezmesi gereken avukatlık işini kabul etti mecbur. Onun durumu da zor şimdi. Ekonomik durum ortada, o iş dışında başka iş bulabilmiş değil. Sevda’nın yanında, ama kızın gözünde karizma yerlerde. Bedir zaten büyük rakipti, lüks spor arabasıyla forsu iki katına çıkmış. Bu bir türlü. Gitse, gözden ırak gönülden ırak. Bedir her gün okulda Sevda’nın karşısında. Her türlü prensesi Bedir kurtarıyor, Tibet’cik saçları havalana havalana arkalarında yaya şekilde bakakalıyor. Gözden ırak olayım ama en azından yüzüğümü takıyor diye şehir dışı işini kabul etti ama, ona da Lale Hanım taş koydu. Gerçi bu Tibet’in suçu, iş bulduğunu hemen annesine söyleyiverdi. Olsun, Tibet yine de Sevda’nın gözünde seviyesini yükseltti, sarılmayı kazandı. Tibet’e sempatimiz artsa da, fikrimiz değişmedi, değil mi? İyi şeyler yapıyor ama bir Bedir değil!

"Bu bakışı Aşk-ı Memnu'daki kocam Hilmi Önal'dan öğrenmiştim, nasıl ama?"

İki haftadır görmediğim Lale Hanım’ın dönüşü için efsane oldu diyemeyeceğim. Çünkü o da gün geçtikçe değer kaybedenlerden… Bir entrika çevirmek var bir de bel altı vurmak. Bence oğlunu işten evden falan atması entrika çevirmekti. Ama çocuk iş bulmuş o kadar, sen onu engelle, işte bu da bel altı vurmak. Lale Hanım’cığım senden daha yaratıcı hamleler bekliyorum, şöyle herkesin ortasında küçük düşürmeli, aşağılamalı falan. Onun da ağzının payını bir veren de bulunur diyorduk, gecikmedi. Sevda’nın ablasıyla telefon konuşmasını duyan Muzaffer Amca çıktı karşısına, harika bir Yaşar Usta tiradı yaptı.

Yaşar Usta'ya sevgiler

Haftalardır şuraya “Yeşilçam’dan Neşeli Günler, Bizim Aile filmleri tadı alıyorum artık bu diziden” yazdım. Sonunda Muzaffer Amca’nın Yaşar Usta’ya selam çakmasından en çok ben ve yorumlarımı okuyanlar keyif almışızdır, değil mi? Aslansın Muzaffer Amca! Tibet de son darbeyi, “iç güveysi mi gideceksin, utanmayacak mısın” diye soran annesine “ben senin oğlunum, utanma duygusu sende ne kadar varsa bende de o kadar var” diyerek vurdu, ortam şenlendi. Önümüzdeki bölümü iple çekiyorum, kalın sağlıcakla… 

 

 

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER