Gitmek bir çöl resmi ile başlıyorsa...
"Gitmek bir çöl resmiyle başlıyorsa, orada uçağı kazaya uğramış bir pilot da olmalı ve pilot tam da Küçük Prens'in istediği gibi bir koyun resmi çizmeye başlamalı."*
Geçen hafta Kübra içindeki şeytanı susturamadı ve bomba zannettiği kadim bilgiyi Yiğit'in kucağına bıraktı. Sanırım Kübra darbeli bir Yengeç..  Zira sadece yengeç burcunun çok darbelileri bu türde bir kendine has gerçeklik kurarak, o dünya içinde mutlu mes'ud yaşar. Sibel'e atarlanırken de olayları kendine göre ama dibine kadar inanarak manipüle ettiği gibi Yiğit'e, Sibel- Emir aşkından bahsederken de, seçtiği savunma şeklinin alt metninde de kötücül bir saptırma değil, aksine inanç var. O yüzden Kübra'ya kızmak mümkün değil. Attığı her adıma, yaptığı her savunmaya sonuna kadar inanıyor gariban ne yaparsın? Kendimden biliyorum. Benim için de babam bir kahramandır. Yazdığım her satırda onu devleştiririm, hem de on yıllardır. Oysa öfkeyle yerinden kalktığında annemden kan akıtmadan sakinleşmeyen bir  esrarkeş idi çoğuna göre... Ahir ömrümde tek bir fiskesini yemesem de, şiddete meylini algıladığımda duyduğum acıyı azaltmak için yıllar içinde "Vay ne İsmet'miş Arkadaş!" dedikleri o adamı yarattım. Kim beni suçlayabilir? İyicil darbeli yengeç doğruyu hayatta kalmak için salt kendi içinde ve sadece kendi hatıralarında eğip bükerken, kötücül darbeli yengeçlerden Allah hepimizi saklasın diyorum!. Neyse..

Degav, degav!

Sürekli gidenler... Nerede sabah, orada akşam diyenler, gitmeye mahkum edilmişlerdir. Adresleri yoktur. Herhangi bir zamanda herhangi bir yerde olabilirler. Hem hiç aceleleri yoktur, hem de gitme telaşı içindedirler. Yiğit de öyle bir adam.. Gitmeye mahkum edilmişlerden.. Sürekli gidenler için gitmek de bakım ister. Yolun kimbilir kaçıncı kilometresinde yoruldum der beden, durup da bir mola vermeni ister. Yiğit de her kuralını kendi yazdığı hayat kavgasından mola almaya niyetlendi bu bölüm Sibel'den giderken ya da Sibel'den gittiğini zannederken.. Sibel'i çok ağır laflarla kırdı döktü (ki bana göre çok bile konuştu ağzının ortasına iki tane çakıp, sessizce çekip gidecekti Sibel'i de yolun ortasında bırakacaktı ama) Çünkü deli gibi aşık (!) olmak bunu gerektirir. İçine aşk böceği girmiş bir kere.. Dönüp dolaşacağı yer yine Sibel'in eteğinin dibi olacaktır. Kim bilir belki bir gün Yiğit'in aklını başından alacak ona ne Nihat'ın, ne Gül'ün ne de Karanlık Dünya Konseyi'nin tekmili birden özel ders verse öğrenemeyeceği hayat bilgisini ezberletecek başka bir kadına denk gelir. Belli mi olur? Belli ki  apaçiden hallice Yiğit'ciğimiz bu hamlıktan sadece olgun bir kadının rehberliği ile kurtulabilecek tipte delikanlılardan. İstanbul gettoları Yiğit gibilerden geçilmiyor. Onun gibi İstanbul'un belini kırma hayalleri kurup, ilk atakta yok olup giden binlerce delikanlı var sokakta. Yiğit onların da umut kaynağı ve kahramanı değil mi? Olmalı... Yiğit, Ayvalık'tan İstanbul'a geldi ve ona diklendi, kafa tuttu. Şimdi de İstanbul'dan Yiğit'e uyarı atışı geldi: Eğer bana kafa tutarsan önce senin kalbini sökerim!

Sibel de dışarıdan bakınca Yiğit'in ablası gibi duruyor ama kuş kadar beyni ile kimseye rehberlik edecek durumda değil ne yazık ki...

İlk yarıyı "Yiğit- Sibel karşılaşması ne zaman gerçekleşecek" gerginliği ile izledim. İkinci reklama girdiğimizde hâlâ Paris'e gitme zamanı gelmemişti ki normal zamanda iki sahne arasında 15 gün atlarız o da minimum. Tamam, laf sokmayacağım zaman atlamalarına. Format gereği olduğunu biliyorum. Sibel belki de ilk kez gözüme hoş göründü bu bölümde.. Çabası, döktüğü gözyaşı, yalan yanlış saçma lafları, yalvarışı, Yiğit'i kaybetmemek için çırpınışları hoşuma gitti. Ancak Yiğit'e isyan ederken "ben senden kaçmak için Emir'e gittim" zırvası ile Sibel kuş beyinliliğin şahikasına çıktı. Mahallede adam REZERVi bittiyse zaar, Emir ile eyledi haspam gönlünü! Ha, bir de ağzına sakız ettiği "beşik almaya gittim" ve "sana mı dönecek sanıyorsun" lafı var, unutmamak lazım. Kübra'dan yediği tokatı da sonuna kadar hak etti. Yiğit'in Sibel'e bu kadar net davranıp, ağır konuşması, boş çuval gibi fırlatıp atması atide şiddeti ve erotizm boyutu yüksek bir barışma yaşayacağımıza işarettir. Hikayenin kurgusal hızına bakarsak da bu barışma en geç haftaya gerçekleşir, olmadı diğer haftaya... O yüzden üzülmedim ayrılmalarına.. Sibel de iki ağladı sonra kendine geldi zaten hastahanede yine dil papuçtu maaşallah!



Yiğit inşallah uzun süre dağınık kalmaz ( Hoş, neredeyse hiç etkilenmeye vakit bulamadı.) zira etrafında gelişen olaylara odaklanma sorunu yaşarsa iskambil kağıtlarından kurmaya çalıştığı imparatorluğa çok zarar verir. Yiğit'in faydasız yol arkadaşları Ender ve Selim sayesinde başına gelenleri kenara alırsak, Nihat'ın da kapısında paspas olduğu Hakkı Bey (Hakan Salınmış) on The Stage! Drama Kraliçe'si geçen bölüm "Tanrı" katına atadığı Nihat'ı bu bölüm parça pinçik etti. Ayıq ol Yiğit, bunlar hep kulağına küpe olsun diye yapılıyor. Unutma, yola çıkarken yanında olanları gün gelince silkelemek zorunda kalmak acıtsa da gereklidir. Çünkü mutlaka geride kalırlar, gelişemezler, algıları senin kadar açılmaz açılamaz. Bıçağı vurup, zamanında iplerini kesmezsen de safra olur seni aşağıya çekerler. Selim, zaaflarına ve egosuna yenilip yarıştan kendiliğinden düştü henüz farkında olmasa da ancak Ender'i de silkelemezsen ileride o da ayak bağı olacaktır. Yiğit, Selim'i ve Gül'ü harcatmayarak Hakkı'ya karşı dik dursa da, aslen oyunda kalmak için vereceği karar onun insani çapını belirleyecekti. Belirledi. Yiğit, iyi çocuk. Vicdanı o karanlık dünyada kalamayacak kadar gümüş. Parlak kalması için de sıkı bakım ister. Yiğit çıkış yolu olarak Karanlık Dünya'nın "Altın Yumurtlayan Tavuk" olarak gördüğü birine yani kendine çevirdi tetiği (kötü kalpliyim, evet..) sonra Gül kaptı silahı.. Eğer Poyraz Karayel'de boş silah temalı o sahneyi izlemeseydim, etkilenirdim de ne yazık ki fazla etkilenmedim Hakkı'nın verdiği hayat dersinden. Yiğit zaten hiçbir durumdan ders almıyor, ona hava hoş..

Balım düzgün tut şu biberonu gaz doldu bebecik! Yok mu o sette çocuk büyütmüş birileri?

Yiğit ve Emir'in hesaplaşma sahnesi de çok güzeldi. Yiğit kendi argümanında sonuna kadar haklıydı. Emir'in, Kübra ve Elif'e takıntısı hastalık derecesinde. Emir'in hali, düpedüz durumdan vazife çıkarmanın bok yemesi af buyur! Aynı sapkın Emir kardeşimiz, Yiğit'in söylediklerini artık neresiyle dinlediyse ilk dakikada faturayı Kübra'ya kesti ve, "Sen kardeşimle arama uçurum soktun" diyerek ayarına devam etti. Oğlum, inan sen adam olmazsın. Kısık ateşte 20 sene kaynasan bırak helmelenmeyi, çatal batacak kıvama bile gelmezsin. Pes! Sahnenin devamında Kübra'nın kendini savunmak durumunda kaldığı anda ise Emir'in ağzından çıkanları bence bedeni duymuyordu. O sahnede Şükrü Özyıldız biraz aşağıdan, giderek kırılganlaşan bir tavırla, az içine doğru kapanarak oynasa laflarla sahne içeriği çelişmeyecekti. Çünkü sahnenin diyaloglarında Kübra'yı suçlayıcı tarzda diklenen bir Emir değil, Kübra'ya kurduğu cümlelerle aslında kendiyle hesaplaşan ve yaptığı hatayı anlayan bir Emir vardı. Sahne bal gibi "Kızım sana diyorum ama Emir sen anla" diyordu, bence... Eğer yorumu benim izah ettiğim gibi olsa daha sonra Zeliha Sultan ile yaptığı konuşma da "Allahım yine mi çelişgen" bir adam haline gelmezdi. Ha, adamın olayı bu ise tamam..

Zeliha'nın aklının stabil olmama halinin şakası neyse de dramasının ön plana çıktığı sahneler kalbimi çok yaralıyor. Annemle verdiğim mücadeleyi hatırlatıyor. Görmezden duymazdan geliyorum. Hastaneden çıkıp, kendi başına açtığı bela da kurgudan haylice canımı sıktı açıkçası.. Gerçek- Kurgu arasındaki çizgiyi geçtim o sahnede... Ve bölüm gayet güzel ve etkili bir final yaptı. Gelecek hafta olacakları izlemek için heyecanla bekleyeceğim.. Emeği geçen herkesin gönlüne bereket! Umarım yarın da listede iyi bir sonuç alır.

Not: Derya'ya da Sibel-Kübra kavgasındaki tutumu nedeniyle o kadar kızgınım ki bu hafta onu yok sayıyorum.

Böyle işte..
R.





*Ekşi Sözlük'te, "gitmek" başlığına yazılmış bir entry'dir.







BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER