Büyük kısmını Faruk’u arayarak geçirdiğimiz ve bir nebze
durağan geçen İstanbullu Gelin’in 49.bölümüne en sevdiğim sahne ile başlamak
isterim; Süreyya ve Esma arasında geçen ‘anne deme’ sahnesiyle. Konağa ilk
geldiğinde ona anne demek isteyen Süreyya’ya izin vermediğini hatırlayan ve
artık bir kızı olsa tam da onun gibi olmasını dileyeceğini itiraf eden Esma’nın
Süreyya’ya sarılması ve artık ona anne demesini istemesi, Süreyya’nın ağzından
yıllar sonra ilk defa çıkan anne kelimesi ve o halleri ne kadar doğal, ne kadar
samimiydi.
Evet zor oldu, evet özellikle de
Süreyya çok yıprandı bu sürede ama işte sevgi ve emeğin çözemeyeceği bir mesela
olmadığını bir kere daha gördü tüm aile. İpek’in ağzında ne kadar eğreti
duruyorsa Esma’ya söylediği ‘Anneciğim’, Süreyya’ya o kadar yakıştı. Birinin
oğlu, birinin sevdiği adam arkadaki hastanede yatarken bir kere daha fark
ettiler hayatın karşısında diğer her şeyin ne kadar önemsiz olduğunu. Bundan
sonra elleri ayrılmasın Esma ve Süreyya’nın dilerim.
Sen de biraz mutlu olsan artık Adem
Süreyya’nın annesini hatırladığı
sahnelerin güzelliği neydi peki? Annesinin cümlelerini duyunca bir kere daha
anladık Süreyya nasıl böyle bir kadın olmuş, ‘Her kızdığında tekme atarsan
parçaları hiç toparlayamayız’ cümlesini herkes bir kere duymuş olsa
çocukluğunda dünya bambaşka bir yer olabilirmiş. Süreyya’nın bu dingin
çocukluğundan çok uzaklara, öfke ve kinle büyüyen Adem’e gelelim oradan.
Yaşadıkları koşulların annesi için de çok zor olduğunu biliyoruz elbette ama
yine de çocuğunu hayattan almaya çalıştığı intikama alet etmeseydi her şey
bambaşka olabilirdi. Olan bitenin üstünden bunca yıl geçmesine rağmen
sevilebilecek bir insan olduğuna inanmıyor işte Adem. İşinde başarılı,
kendisini seven bir eşi olan, yıllardır hasretini çektiği aileye nihayet
kavuşmuş biri aslında ama durup da bunların keyfini çıkartmanın yanından bile
geçemiyor ve Faruk’un kaybolmasından sonra doğal olarak tüm gözlerin ona
çevrilmesi gibi durumları da kendisine sonsuz bir kılıf ve ‘Bak zaten kimse
beni sevmiyor’ maskesi yapıyor. Her ne kadar bu durumdan bir an önce çıkmasını
umsam da Esma Hanım’a kurduğu ‘Siz yaralayan ve ancak mağdur olunca gönlünü
indiren tarafsınız, ben yaralanan tarafım. Biz hiçbir zaman aynı tarafta
olamayız’ cümlesine bayıldığımı da belirtmeden geçemeyeceğim. Ne kadar çok
ilişki var bu şekilde sürüp giden ve taraflardan birinin mütemadiyen hayatını
kaybettiği.

Kendine gel Fikret,sen bu değilsin
Kendini yaralayarak yaşamayı
seçenlerden bir diğeri de Fikret Boran elbette. Bu bölümde de bolca gördük
abisine duyduğu öfkenin aklının önüne nasıl geçtiğini, aslında Faruk’u nasıl da
sevdiğini ama içindeki savaşı bir türlü bitiremediğini. Fikret’in bu yangını
bir türlü söndürememesinin sebeplerinden biri de bu ateşe odun atıp duran İpek
elbette. Kendisini biraz da olsa seven bir kadınla olsa çoktan kendine
gelebilirdi Fikret. Bak, Esma bile pamuk şekerine döndü Garip’in sevgisiyle.
Bakalım kahramanlarımız neyin peşinde?
Bölüm sonunda Faruk’u ziyarete
gelerek hem onu hem bizi şaşırtan güzel kadın anladığımız kadarıyla Süreyya
Prag’tayken Faruk’un hayatına kısa süreliğine girmiş birisi ve Adem bulup
getirmiş onu. Friends izleyenler bilir, Rachel ve Ross arasında sonsuz bir ‘We
were on a break’ mevzusu vardır, Ross, Rachel’la ilişkilerine ara verdiklerini
düşündüğü için bir kadınla olur ve bu konu sezonlar boyunca kafasına kakılır
durur, kimin haklı kimin haksız olduğuna asla karar veremeyiz. Şimdi bakalım
Süreyya ne yapacak? İzleyelim, görelim. İyi seyirler dilerim.