İstanbullu Gelin’in 27.bölümüyle
ilgili yazacaklarıma hiç oyalanmadan en sevdiğim sahne ile başlamak isterim.
Çok güzel bölümdü, içime işleyen, kafama çivi gibi çakılan çok an oldu ama
Süreyya ile Esma arasındaki kış bahçesi sohbeti açık ara favorimdi. Süreyya’nın
karşısında bir buz kütlesi gibi oturan Esma’ya kurduğu ‘Ponponlarınız ne güzel
Esma Hanım’ cümlesi bugüne kadar Esma’ya yapılmış en tatlı imaydı.
Sezonun yeni gözdesi her yerde,
her kıyafette karşımıza çıkan ponponlar. Asabi olduğu kadar modayı da yakından
takip eden bir kadın olan Esma Boran da bu akımı kaçırmamış, ponponlu şalıyla çıkmış
karşımıza. Gel gör ki ponpon kelimesine bir zıt anlam bulmamız gerekse bu
herhalde Esma olurdu. Neşeyi, rahatlığı, esnekliği, çocuksuluğu, ağız dolusu
gülmeyi çağrıştırır misal ponpon, Esma ise bütün bunlardan nefret etmeyi. Esma’yı
ponponlu şalıyla görünce Süreyya’nın ağzından dökülen ‘Ponponlarınız ne güzel
Esma Hanım’ cümlesi ve yüzündeki o ifade, İstanbullu Gelin’i diğer dizilerden
ayıran ve çok güzel yapan her şeyin özeti gibiydi işte o yüzden benim için. Yazanın,
çekenin, oynayanın ellerine sağlık.
Hiç gitmeseniz Tilbe Saran'cığım ^^
Bölümün bir diğer çok
etkilendiğim sahnesi ise elbette Adem’in (gitmediği) terapisti ve Dilara
arasındaki sahneydi. Son birkaç haftadır Dilara’nın Adem’den gördüğü şiddete
bir türlü tam karşı çıkamaması, ne olursa olsun bahanelerle kendini oyalaması
ve Adem’i terk etmemesi epey can sıkıyordu ve sosyal medyada da çokça eleştiri
almıştı. Dizide bugüne kadar izlediklerimize dayanarak bu sahneleri bir yere
bağlayacaklarını düşünmüştüm ama yine de bu sahnelerle ilgili yazmak bile
istemeyecek kadar da moralim bozulmuştu zira Adem ve Dilara’yı izlerken
gördüğümüz şey asla sadece Adem ve Dilara değil. Her gün onlarcasını
okuduğumuz, çevremizde şahit olduğumuz ve hatta belki de bizzat yaşadığımız ama
itiraf edemediğimiz durumlar akıp gidiyor gözlerimizin önünden. İşte geçtiğimiz
bölümde terapistin Dilara’ya söyledikleri, bu diziye güvenmeye devam edebileceğimi
gösterdi ve içime sular serpti ne yalan söyleyeyim:
‘Şiddet görmeye devam ettiğiniz
bu ilişkiyi sürdürmek istiyorsunuz, bu ilişkide kalmak istiyorsunuz. Belki
bunun nedenleri üzerine düşünmek isteyebilirsiniz.’
O kadar doğru ama bir yandan da o
kadar ağır bir tespit ki bu. İnsan en zor kendiyle yüzleşir, bazen en zor
kendini değiştirir. Kadınların kapıyı büyük bir cesaretle çarpıp evden tek
seferde çıkıp gidebildiği ve çoğu zaman gerçek hayatta karşılığı olmayan anlar
yerine herkesi bir nebze de olsa düşünmeye iten bu cümleler çok kıymetliydi
bence. Tilbe Saran’ın ne kadar şahane bir oyuncu olduğunu söylemeye bile gerek
duymuyorum.
Süreyya'yı sevmemiz için bir sebep daha
Süreyya’nın gecenin bir vakti
kucağında ağlayan Ada ile Fikret’le İpek’e çatır çatır verdiği dersin ‘Çünkü
siz ne derseniz deyin, ben de bu ailenin bir parçasıyım ve Ada benim de
yeğenim, ve benim bildiğim ailede düşmanlık gözyaşı akana kadardır.’ kısmını
İpek’in o annesiz büyüyen çocukların insanlığından şüphe edebilen kafasız
babasına bin defa dinletmek isterdim. Esma’nın bile hak verdiği Süreyya’nın
konuşmasının tek etkisi bu olmadı elbette, Osman’ın katmerlenen hayranlığını
gözlerinden okuduk ve kendi gözlerimizi onun için doldurduk. Osman demişken, Esma’nın
o Süreyya’yı unutsun diye Burcu’yla ilişkisine bile sıcak bakmasına kaç puan? Burcu
pek bu numaraları yiyecek birine benzemiyor Esma Sultan, haberin olsun.
Güldük eğlendik de artık normale dönmesek mi?
Çok severek izlemeye başladığım
Akif-Senem ilişkisinin biraz fazla karikatürize olmaya başladığını görmek bu
bölüm sevmediğim tek şeydi. Tamam, ‘Ajda Pekkan gibisin’ cümlesi pek tatlıydı
ama o dolaba girip çıkmalar, itişip kakışmalar çok olmaya başlamadı mı? Bir an
önce daha gerçek bir ilişkiye başlasınlar isterim.
Can ve Begüm ilişkisiyle ilgili
hislerimi, Faruk onlarla karşılaştıktan sonra yaşanacakları gördüğüm ana
saklıyorum. Yeni bölümlerde görüşmek dileğiyle iyi seyirler dilerim.