İstanbullu Gelin’in 25.bölümünü bir miktar gecikmeyle
izleyebilmemin ve Esma’nın son dakika golü ile sinir harplerinde dolaşmamın
üzerinden çok uzun bir zaman geçmedi bu satırları yazdığım esnada. Esma’dan
bahsedip canımı daha fazla sıkmak istemediğim için çok sevdiğim bir sahne ile
başlamak istedim.
Yıllarını abisine âşık bir kıza
sevdalı geçiren, sonra annesinin rakipsiz hırsı ile o kızın Boran Köşkü
saplantısının tuzağına düşüp onunla evlenen, sevmekten sevilmeye hiç fırsat
bulamamış Fikret’in ciğerlerine derin bir nefes gibi doldu asistan kızın meyve
tabağı getirdiği an. Belki de hayatında ilk defa birisi onun isteklerine, neyi
sevip neyi sevmediğine dikkat etti, belki ilk defa birinden ‘Yemek yemeniz
lazım, koşturup duruyorsunuz’ cümlesini duydu. Son zamanlarda ona biraz kızsam
da Fikret’in dudaklarından bir anda dökülen ‘Vay be, düşünülmek güzelmiş’ lafı
bir damla yaş döktü gözümden. İnsanı güzelleştiren, tüyleri parlak bir aslana
döndüren şeyin sevilmek, özen gösterilmek olduğunu bir kere daha hatırladım.
Mesele dünyanın en kudretli adamı olmak değil hiçbir zaman, seni seven birinin
olması hayatında. İpek’in uzaktan görüp onca hayran olduğu Faruk Boran holdingi
yönettiği ve evde hep onun sözü geçtiği için değil, Süreyya onu bunca güzel
sevdiği için çok güçlü. İpek olsaydı yanında, Fikret’ten beter olacaktı belki de.
İpek’in de anlamadığı bu işte; güçlü olması için sıkıştırdıkça kaybediyor
Fikret’i, hâlbuki bir durup görse elindeki pırlantayı ne kadar mutlu
olabilirler. Şimdi Fikret tutup da lohusa sendromundaki karısını bu kızla
aldatırsa buna bozulurum elbette zira Fikret’in böyle biri olmadığına inandık.
Öte yandan Fikret’in mutlu olmak için İpek’ten ayrılmasının şart olduğunu da
biliyoruz, bakalım olaylar nasıl gelişecek?

Ailecek olmadınız siz pek
İpek demişken, ondan ve doğum
sonrası depresyonundan bahsetmeden olmaz. Lohusalık depresyonunun çok ciddi bir
hastalık olduğunu biliyoruz elbette ve bu sırada yaşadıkları için İpek’i
eleştirmek mümkün değil ancak İpek’le tanışıklığımız bundan çok öncelere
dayandığından ona sinir olmamız pek ala mümkün. Sevmediği bir adamla köşke
gelin gitmek uğruna evlenir ve bebeğini bile Esma’nın gözüne girmek için yaparken
depresyonda filan değildi zira bildiğimiz kadarıyla. Sadece İpek’e değil, ‘Kızım çok kötü, ne
yapacağız Esma?’diyen basiretsiz annesi Kıymet’e de kızıyorum aslında. İnsan
evladının çaresini başkalarında, hele de Esma gibi bir kadında arar mı? Çek
çıkar onu oradan, başka doktora mı götürüyorsun, kendi evinde mi bakıyorsun ne
yaparsan yap ama Esma’ya fikir sorulacak konu mu bu?
Siz başkalarına benzemeyin sakın, hep böyle kalın
Bölümde çok sevdiğim bir diğer
sahne ise Senem ve Akif arasında yaşandı. Bu ikili arasında yaşananların gerçek
bir ilişkiye dönmemesi beni rahatsız etmezdi açıkçası, Senem’in o müdanasız
haline yakıştırabileceğim bir hareket olurdu ama öyle olmayınca da pek tatlı
bir ilişki başlangıcına şahit olduk. Sahnenin tatlılığının en büyük sebebi
Neslihan Yeldan ve Fatih Koyunoğlu’nun aşırı gerçekçi halleriydi bence, Akif’in
heyecanını, Senem’in o temkinli ama çok mutlu gülümsemesini iki arkadaşımdan
tanışmalarını dinler gibi izledim, ellerine sağlık. Bu ilişkiyi duyunca Esma
Sultan’ın ne tepki vereceğini düşünmek de beni çok mutlu ediyor inkar
edemeyeceğim biçimde.
Sanma ki bu bir zafer
Gelelim Esma’nın gerçek kötülerin
bile aklına gelmeyecek bebek planına. İpek’e bebeğini sevdirmek için o bebeği
Süreyya’nın kucağına verebilen, bebeğini yeni kaybetmiş bir kadının duygularını
kullanabilen birinin dört çocuk annesi olduğuna inanmak istemiyorum şahsen,
ilerleyen bölümlerde çocuklar başkasının çıkarsa sevinirim. Esma’ya kızdığım da
oldu şimdiye kadar, yaptıklarını ‘Oh, oh’ diyerek izlediğim de ama bu kadar
nefret etmemiştim ondan hiç. Bakalım ilerleyen bölümlerde bu manevra nasıl
yansıyacak aileye? İyi seyirler dilerim.