Vatanım Sensin: Sonu olmayan karanlık
Kazananın olmadığı herkesin bir şekilde kaybettiği yerdir savaş ve her yüzü çirkin, her yüzü ayrı ayrı zulümdür. Suçlu, suçsuz, haklı, haksız ayırt etmeden boğar karanlığında. Masum insanların hayat hakkını elinden alan, dünyayı onca kan ve gözyaşına boğan, ölmeyenlere maruz kaldıkları yüzünden nefes aldıkları her günde cehennemi tekrar tekrar yaşatan savaş ne ile açıklanabilir ki? Daha fazlasına göz diken insanın, dur durak bilmeyen hırslarına kurban ettiği insanlığı ile elde ettiğinin adı nasıl zafer olabilir ki? Neden insan bu kadar vahşileşip canavara dönüşür ki? Herkese yetecek kadar büyük olan dünya neden insana dar gelir ki?  

Böyle bir savaştı Kurtuluş Savaşı. Topraklarımız işgal edilmişti. Vatanımızda binbir türlü ihanet sahnelenmiş, içimizdeki düşmanla dışımızdaki düşman el ele vermişti. Köyler yakılmış, her yer yağmalanmıştı. Çocukların öksüz ve yetim kaldığı, kadınların tecavüze uğradığı, insanlığın sınıfta kaldığı, şeytanın bile insandan utandığı zamanlardı. Her şey çok zordu, imkansızdı, çaresizlik ve yokluk gün geçtikçe daha da koyulaşıyordu. Ümitsizlik, her gün biraz daha vatana kök salıyordu. Her şey o kadar kötüye gidiyordu ki, zulüm her yeri sarmıştı ve sanki aydınlık bir daha bu coğrafyaya uğramayacaktı. Ama zannedildiğinin tersi oldu, insanlığın bu karanlık yüzünü yine insanlığın aydınlık yüzü, azmi ve cesareti yendi. Çünkü bu topraklarda kalleşten daha fazla kahraman vardı. Kötülerden çok daha fazlaydı iyilerin sayısı. Onlar kocaman yürekleriyle devleşerek dev bir mücadele verdiler ve yangın yeri olan bu ülkeyi Mustafa Kemal önderliğinde yeniden inşa edip, bize armağan ettiler.

Vicdan din, dil, millet dinlemez…

Bütün bunların çok küçük bir kısmını izliyoruz Vatanım Sensin’de her hafta. Yüreğimiz dayanmıyor, kalbimiz param parça oluyor ekran karşısında. İzlerken yüreğimizi sıkıştıran bu gerçeklerin yaşandığı anları tahayyül bile edemiyoruz. İnsan nasıl bu kadar yoldan çıkar diyoruz? İşte böyle bir sahneydi Azize’nin başına gelen, korkunçtu, dayanılmazdı. İnsanın kanını donduran bu gerçek hiç değişmedi, bugünde yaşanıyor maalesef. Hâlâ insanlık bu suçu işlemeye devam ediyor, ülke işgal altında olmasa da. Cezalar yerini bulmuyor, yetersiz kalıyor. Yetkililer duyarsız kaldıkça olan yine masum çocuklara ve kadınlara oluyor. Kötülük kaldığı yerden devam ediyor.

Ben bu konunun Azize üzerinden işlenmesinden açıkçası hiç hoşlanmadım. Senaryoda bu sezon bende oturmayan birkaç şey zaten vardı, bu konu üzerine tuz biber oldu. Tamam bütün bunların çok daha fazlası oldu işgal yıllarında fakat bu kişi Azize olmak zorunda değildi. Şimdi ne olacak yani, ailesinden hep kaçacak mı? Herkes onu öldü bilirken, hem yaşadıklarıyla hem de ailesinin yokluğuyla onun her gün tekrar tekrar ölmesini mi izleyeceğiz? Bir türlü yüzleri gülmeyen ailenin geldiği nokta, açıkçası beni çok mutsuz etti. Elbette hikâyenin geçtiği zamanlar mutlu mesut zamanlar değil ama yine de Azize, Cevdet’in vatan haini olmadığını öğrenmişken, keşke birlikte omuz omuza verselerdi. Hikâyenin bundan sonrasını böyle izleseydik çok daha güzel olurdu bence.



Ali Kemal olayı da ayrı bir sorun, çok havada kalmış. Bir insanın düşman bildiği tarafa bu kadar hızlı adapte olması çok mümkün değil. Hem bu kadar kısa sürede kendini oraya ait hissedecek ve o ülkeye yerleşecek hem de hızlıca evlenecek, olmamış bence. Daha akla yatar bir gerekçe bulunsaydı da bizim aklımızda da otursaydı. Karaktere oldukça ters bir durum bu yazılan senaryo.

Gelelim başımızın belası Charles’a. Onun hikayesi hiçten inandırıcı değil. Ali Kemal’e yazılan senaryodan bile saçma olmuş. Böyle bir adam böyle bir gerekçeyle saf değiştirir mi Allah aşkına? O kadar mantık dışı ki bu nokta. Ben bu iki şeyi aklımda oturtamadığım için geçen hafta bölüme çok giremedim, bu yüzden de yazamadım. Başladığım bir şeyi yarıda bırakmak pek tercih ettiğim bir şey değildir. Mümkün mertebe tamamlamayı severim ama bu mantık hatalarıyla nasıl olacak onu bilmiyorum açıkçası. 

Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER