Diriliş
Ertuğrul, dün akşam dördüncü bölümüyle TRT 1
ekranlarındaydı. Henüz üç bölümü yayınlanmış bir diziyi yalnız bir hafta
seyretmeyip özleyeceğim hiç aklıma gelmezdi doğrusu. Hava kar, kış, kıyamet
mâlûmunuz… Gün içinde sıkça gidip gelen elektrik, akşam için beni epeyce
tedirgin etti. ‘‘Bu kadar bekledim, ya izleyemezsem’’ diye düşünürken bir de
baktım izlemişim ve bitmiş bile. Su gibi geçiyor zaman bu diziyi izlerken. İyi
oyunculuk, bol aksiyon, özgün senaryo, muazzam görüntüler ve lezzetli bir müzik…
Bir seyirci daha ne ister ki? İddia ediyorum, bugüne dek yapılmış tarihî
diziler içinde -daha iyisi yapılana kadar- en iyisi bu! Hasılı ‘‘göz gördü
gönül sevdi’’ diyor, hâletirûhiyyem. Kabul buyurunuz efendim.
Hayme Hatun,senden öğrenecek çok şeyimiz var.
Bundan böyle her hafta bir karakteri ‘haftanın
kalpten vuranı’ seçmeye karar verdim. Bu
bölümün ‘kalpten vuranı’nı açıklıyorum izninizle: Hayme Ana!
Bölümün yıldızı, kalpten vuranı ve hatta obayı
sırtında taşıyanı Hayme Ana idi bana göre. Hayme Ana yalnız Süleyman Şah’ın eşi
ve oğullarının annesi değil, Kayı Boyu’nun cesur ve yiğit ‘Devlet Ana’sı, Osmanlı
Devleti’nin bilinmeyen kurucusudur. Herkese hayır öğütlerde bulunan, mazlumun
hakkını koruyup kollayan, devleti, töreyi çiğnetmeyen, birlik ve dirlik için
savaşan bir Türkmen Hatunu’dur. Sanıyorum ilerleyen bölümlerde Süleyman Şah’ın
ölümüyle Hayme Hatun’un bu özelliklerine fazlasıyla vâkıf olacağız.
Koskoca Türkmen Beyi Süleyman Şah sana sahiden esir mi düşer sandın Kara Toygar?
Kara Toygar’ın Gündoğdu’yu esir alması üzerine
hazırladıkları bir plânla hem Gündoğdu’yu Kara Toygar’ın elinden kurtarmaya hem
de Selçuklu Şehzâdelerini teslim etmemeye niyetli olan Ertuğrul, planın bir
parçası olarak Süleyman Şah’ı Gündoğdu ile takas etmek üzere yola koyuldu. Oba
halkından olayları da, planı da gizleyen Ertuğrul ve Süleyman Şah içlerindeki
hainin varlığından habersizdiler. Fakat obayı sükûnet içinde bulmayı ümit
ederek çıktıkları bu yolculuktan döndüklerinde halkın isyan ettiğini
işiteceklerdi. Neyse ki geride Hayme Hatun gibi bir Devlet Ana vardı da
Kurdoğlu’nun hainliğinin önünde dağ gibi durabilmişti.
Kurdun oğlu sensen çakal kim?
Halime Hatun’un çadırını
taşlatan, Akçakoca’nın çadırında iyileşmeyi bekleyen Alp’in varlığını yedi
düvele duyuran Kurdoğlu, Hayme Ana’nın cesur çıkışlarıyla bu isyanın büyümeden
bastırılabileceğini hesap etmemişti. Hayme Ana, isyancıların karşısına çıkıp
birlik olmayan halkın yenilmeye mahkûm olacağını ve bir obayı ancak birlik,
beraberliğin ayakta tutabileceğini söyledi. Burada bir parantez açmak
istiyorum. Bir oba ya da devlet yönetmenin ciddiyetini hiç kavrayamamış
insanlarla bu gemiyi yürütmek hayli zor olsa gerek. Devlet adamının mekânında
devletin bekâsı, halkın emniyeti için planlar yapılıp kararlar alınıyor. Yine
güvenlik gerekçesiyle gizli tutulan bu karar ve görüşmeler bir hain tarafından
halka yalan yanlış anlatılarak insanlar isyana teşvik ediliyor. Plan aynı plan,
tuzak aynı tuzak, hainin adı ve siması yalnız değişik olan. Dünden bugüne
diyorum. Değişen bir şey yok.
Haydi artık obanı dirilt, hainin soyunu kurut Ertuğrul Bey!
Parantezi kapatıp önümüze bakalım. Bizim sonradan
öğrendiğimiz Ertuğrul Bey ve Afşin Bey işbirliği Kara Toygar’ın oyun içinde
kurduğu oyunu başına yıktı. Kurdukları müthiş planla hem Gündoğdu’yu kurtaran,
hem Süleyman Şah’ı esir etmeyen ve hem de Selçuklu Şehzâdelerini teslim etmeyen
Kayı Boyu yiğitleri Kara Toygar’ı önlerine katıp başları dik, alınları açık
halde obalarına döndüler. Ertuğrul’un Kara Toygar’ın askerlerini alt ettiği
nefis sahneyi söylemezsem ayıp olur elbette. Engin Altan doğduğundan beri
Ertuğrul Bey olmayı mı bekliyormuş, bilemedim. Dizi daha yayınlanmadan endişe
duyduğum her konuda beni utandırdı. Hani en başta ‘‘izlerken aklıma şu gelirse,
bu olursa, yok konuşması kulağımıza aşina gelirse..’’ şeklinde kurup durduğum
pek çok kaygılarımı yedim yuttum efenim. Otuzlu yaşlarında bir kadını
‘‘Ertuğrul Bey dövüşse de seyretsek’’ diye ekrana kilitleyen Engin Altan’ı
ayakta alkışlıyorum yüksek müsaadenizle. Ve sonra tekrar obaya dönüyorum.
Obanın beyleri, alpleri, ve misafir şehzâdeler sağ salim dönünce halk sevinç
gözyaşı dökerken Kurdoğlu’nun hevesi kursağının tam orta yerinde kaldı.
İşbirlikçi hain adamlarıyla ihanetleri ortaya çıkacak diye tutuşmuşlarken hemen
yeni bir planla Baybora’yı hain ilan etti. Baybora’nın ismini hedef tahtasına
yazıp, cismini dünyadan yok eden Kurdoğlu pisliğinde ne zaman boğulacak merak
etmekteyim. Süleyman Şah’ın yıllardır bu ihanetin kokusunu bile hissetmemiş
olması da ayrı bir şaşırma sebebim. Gerçi son sahnede Gündoğdu’nun kendisine
bir sürprizi olacağı hissi uyandı bende. İhanetine Gündoğdu’yu da ortak etmeye
çalışırken kendi hainliğini mi deşifre etmiş olacak kendi elleriyle
bilemiyorum. Fakat olayların böyle gelişmesini umut ediyorum tüm kalbimle.
Bütün iş Ertuğrul ile Halime olabilmekte, yani yürekte.
Ertuğrul Bey’in obaya dönmesine herkesten daha çok
sevinen iki kişi vardı: Halime ve Gökçe. İkisi de Ertuğrul’un dönmesi için dualar
ettiler. Gökçe, Ertuğrul Bey’in karısı olmak hülyasıyla ümitlerini yeşertirken,
Halime’nin tek arzusu onu bir kez daha görebilmekti. Kısacık ömrüne onlarca acı
ve sıkıntı sığdırmış Halime, yine yeniden yollara düşeceği zaman heybesinde
götürebileceği bir bakış ve bir çift söz ümidiyle yolunu gözledi Ertuğrul
Bey’in. Ona göre imkânsız bir sevdanın hayalini kurmak bile yersizdi. Fakat
adına ‘mutlak kader’ dediğimiz şey tam da
burada devreye giriyordu işte. Olmaz dediklerimizi olduran bir karar
mercii vardı ve buna kimsenin müdahale etme gücü yoktu. Ümitsiz bir aşkın
pençesine düştüğünü sanıp kendisini hayal kurmaktan bile men eden Halime
Hatun’un nasibine bir Ertuğrul Bey yazılmıştı da haberi yoktu. Ertuğrul
Halime’ye bir at hediye etti obaya
döndükten sonra. Yolunuz hiç ayrılmasın dedi, yolunu yolu umdu orada biliyorduk
biz. ‘Sultan’ adını verdi Ertuğrul Bey ata. Geçtiğimiz hafta yazıya gelen
yorumlardan birinde dizide ‘ahal teke’ kullanılmasını dilemişti bir seyirci.
Ben de sosyal medyada ilettim bu mesajı dilim döndüğünce. Yerine de ulaştı diye
tahmin ediyorum. Ahal teke herkesin sahip olabileceği bir tür değil takdir
edersiniz. Fakat yapımın buna olanağı varsa en azından Sultan adı verilen at
ahal teke cinsinden seçilebilirse bu durum Diriliş’in şanına yakışır diye
düşünüyorum.
Obaya dönen Süleyman Şah zaten uzun süredir sırtındaki
çıbanın verdiği acıyla yaşıyorken bir de yol yorgunu düşünce yatağa düştü.
Akçakoca bile ateşini düşüremeyince ölümünü bekler halde başında dua etmeye başladı ailesi. Gerçekte Fırat Nehri’nden geçerken
boğulduğunu bildiğim Süleyman Şah’ın dizide vefâtı nasıl olacak bilmiyorum.
Bildiğim bir şey varsa o da mümkün olduğunca Süleyman Şah’ın ömrünün
uzatılması gerektiği. Diziye fevkalade yakıştığı düşüncesindeyim Serdar
Gökhan’ın. O otağın içini doldurduğu, bize sahiden Süleyman Şah’ı
seyrediyormuşuz hissi yaşattığı fikrindeyim. Duruşu, tavrı, bakışı, sözüyle
rolünü yaşayan Serdar Gökhan’a olan özlemimiz henüz dinmemişken dilerim kurgulanmış bu dünyadaki ömrü daha uzun olur. Böyle samimi ve sahici
oyunculuklara gözümüzün gönlümüzün daha çok ihtiyacı var.
Süleyman Şah’ın hastalanmasıyla omzundaki yük
ağırlaşan Hayme Hatun bundan sonra sesini, sözünü daha yükseltecek belli ki.
Süleyman Şah’ın yokluğunda otağına girip Bey’in makamına kurulan Kurdoğlu’nun
bu adi tavrına ithafen Hayme Hatun’un ağzından dökülen ‘Ya devlet başa, ya
kuzgun leşe’ sözü Hayma Ana’nın bundan sonraki tavrına dair büyük ipucu verdi
bize. Bir devlet nasıl yönetilir, bir kadın kendinden ve ailesinden evvel
devlet ve milletini nasıl ön planda tutar birlikte göreceğiz. Her kıtanın bir
Hayme Hatun’u olsa idi dünya pek ala düze çıkabilir, hayat bayram olabilirdi
kanımca. Ama ne yazık yok. Neyse ki bizim geçmişte de olsa okuyup
öğrenebileceğimiz, sözlerini –moda deyimle- hayat mottosu yapabileceğimiz bir
Hayme Hatun’umuz var. Övünelim mi? Sonuna kadar!
Kısmetse haftaya
görüşmek üzere.
Emek veren herkesin eline, yüreğine sağlık.