Mevzumuz AŞK...Aklıma gelmişken değil, 36. Bölüm’ün beni
alıp bıraktığı nokta bu olduğundan. Kime baksam tavrında bunu gördüğümden. Marazlara,
yediği ayazlara, gördüğü azaplara hep “aşk” sebep olduğundan.
“Aşk” ın dili olsa ,
eminim ilk cümlesi “Beni tanımlama allah aşkına, yaşa bence, inan işin
güzelliği burada” derdi.
Ben O Hayat Benim’in hikayesinde bu hafta sadece “Aşk”’ı gördüm. Saflığı,
arızayı, geç kalmışlığı, idrak güçlüğünü ve daha nice insani duyguyu. Her
karakter bu bölüm aşkı bir köşesinden yakaladı ve onu mutluluğa doğru çekiştirdi
ki çoğu bunu beceremedi ve bizi de fazlasıyla
asabiyete sevketti. Olsun, olur öyle arada.

Bu hikayenin en beyaza
yakın aşkı, ki siz anladınız onu, Ateş ve Bahar. Hayat güzel bir sürpriz
yapmayı en çok onlara yakıştırmış olmalı ki, ne yapıp edip onları bir araya
getirdi. Geçmişlerindeki o sevimsiz hikayeleri çitiledi, tertemiz, bembeyaz
sabun kokusuyla bıraktı hayatlarına. Bu dünya sanki ne yapsa kendini onlara borçlu
hissedecek ve bir türlü kendini affettiremeyecek gibi değil mi? Gerçi henüz tam
beceremedi biliyoruz ama onların ruhu pırlanta, alnı ak, kalpleri ışıl ışıl. Onlar
hep galip, hep gönlümüzün güzel vârisleri. Tebessümün yüze mühürlediği şahane
gamzeler gibi. Kalkıştıkları her şey güzellikten yana. Bence kimse onları
kirletemez çünkü onlar çocukluğumuzdaki masallar gibi.

Hasret... Ah Hasret,
senin hikayen, senin adına gizlenmiş aslında bilmem farkında mısın? Bir kalp
ağrısına hapsolmuşsun. Haksız yere, fena halde bir sürü güzel anıya geç kalmışsın.
Özlediğin her ne varsa son anda yakasına yapışmışsın. Ama olmuyor değil mi?
Bunca zaman ayrı kaldıklarına hasret gidermek mümkün gözükmüyor. Uzak kaldığın
o duygunun adı, aşk mı özlem mi belli değil! İşin zor. Çabaladığın her ne ise
bence bu kesinlikle Mehmet Emir’e olan aşkın değil. Senin mahrum kaldığın şey
çok başka bence...

Fulya...Hep dedim, yine
diyorum, evlilik yalanı sırtında taşımayı sevmez. Gün gelir o yükleri atar
omuzundan. Ama sen evliliğine ne yazık
ki o çirkin yalanı yüklemişsin. Mehmet Emir zaten geçmişine fazlasıyla meyilli,
ruhuyla da eğilimli ve aklıyla da hep orada yaşayan bir adam. Hülya’nın iki
dudagı arasına sıkışmış, ısırgan otu acısı veren o cümleleri duyduğunda, Mehmet
Emir özlemini çektiği maziyi en güzel el yazısıyla yeniden bir güzel temize
çekti. Geçmiş olsun Fulya. Üzgünüm ama şaşkın değilim senin adına. Anlıyorum
inan, gözyaşların öyle sırılsıklam ki, sana üzülmemek mümkün değil tabi ki...

Efsun...Aşka henüz az
evvel ve anlayamadığımız bir şekilde yaklaştın. İsmail’in en devrik ve mevsim
içerikli! cümleleriyle üstelik. Devrik dediysem, ne tarafa evrileceği belli
olmayan o çok acayip anlamıyla. O da inanmıyor sanki ve henüz biz de ne yazık
ki. “Kim Efsun’u sever” demek çok ayıp ama
aşkın zamanı, kriteri yok tabi. Hepimiz şaşkın ve ilk öpüşün sersemliğiyle öyle
dolanıyoruz ortalıkta.
O
Hayat Benim’in kadınları aşk ile ilgili tüm
meselelerini halletsin ve mutlu olsun derim ben.
Hadi lütfen...