Bu da bana kapak olsun!
Bakma öyle utanıyorum!
Daha yeni 2014’ün en sevilen bölümlerini seçtik. Hepsi sevdiğim güzel bölümlerdi ama eğer ki o yazıyı yazarken bu bölümü izlemiş olsaydım, kesinlikle ilk beşin içinde olurdu. Her anıyla, her sahnesiyle kafamdaki, kalbimdeki sorulara cevap verdi ve beni gerçekten çok etkiledi bu bölüm. Ama bir sahnesi var ki, suratımın ortasına yumruğu indirdi resmen. Yok yok, Belgin’in o şahane performansı değil, ona ayrıca değineceğim. Benim dediğim; Feride ile arabada konuşan Mahir’in gözleri dolu dolu “Gerçekten Salih İpek olmamı ister miydin?” diye sorduğu, kendini Salih İpek’in eğitimiyle kıyasladığı ve Feride’nin belki de öyle bir adamı hak ettiğini söylediği, buna karşılık olarak Feride’nin de “Ben Salih İpek’i sevdiysem de özünde sen olduğun için sevdim” diye cevap verdiği araba sahnesidir. Bunca zamandır yinelediğim soruma tokat gibi bir cevap aldım. Evet, ben hep Mahir’in tahsiline devam edip avukat olmasını hayal ediyordum. Feride’yle birlikte adliye koridorlarında davalarının peşinden koşsunlar istiyordum. Ama Mahir öyle içten konuştu ki ben üzerime alındım, utandım. O soru, ardından gelen cevapla birlikte “Bu da sana kapak olsun” dedim kendi kendime.

Özlemiştik yahu!

İçimdeki sorunun cevabını aldım ama şunu da söylemek isterim ki, elbette ben de Mahir’i olduğu gibi seviyorum. Kalbindeki merhametini, haksızlık karşısında susmadan direnmesini, sevdiklerine sahip çıkışını… Zaten o yüzden söyledim hep Mahir’den kabadayı olmaz diye. Yoksa Mahir gibi bir adamı titrine göre değerlendirecek değilim elbette. Ama ne yalan söyleyeyim onu Salih İpek haliyle görmeyi de özlemişim. İkisini öyle ilk sezondaki gibi Hâkime Hanım ve Avukat Bey olarak görmek çok hoşuma gitti. Tekrar tekrar söyleyebilirim ki bunun Mahir’le, mesleğiyle –kabadayılık değil, kunduracılık olan- alakası yok. Sadece ilk sezonu, eskiyi özlediğimden.

Bunu yaptın ya bir daha sana yalan söylemez emin ol!

Bu bölüm hakkında ne kadar konuşsam az gelecek. Öylesi beğendim. Ama bir sahne var ki, hayal kırıklığına uğradım. Kalbim kırıldı. En sevdiğim karakterlerden, bütün bölüm o konuşsun ben dinleyeyim dediğim adam, asla kendinden zayıfa, kadına el kaldırmaz dediğim, yıllar sonra içimden de olsa baba dememi sağlayan Nazif Babam, Songül’e o tokadı attığında benim de içinde bir yer cız etti. Nazif Baba bize böyle öğretmemişti. O tokattan sonra bir sahneyi anımsadım. Ta ilk sezonda Orhan, Melih’i dövüp hastanelik ettikten sonra adliyeye Feride’yi görmeye gelmişti. Feride, Mahir’in onu engellemeye çalıştığını fark ettiğinde “kardeşimden sonra beni de mi döver?” diye kızgınlıkla sormuştu Orhan için, Mahir de “kadına el kaldıracak birine benzemiyordu” diye savunmuştu onu. Mahir bunu ilk söylediğinde ben öyle düşünmediğim halde sırf Nazif Baba’nın oğlu olduğu için hak vermiştim. Nazif Baba gibi bir adamın yetiştirdiği oğul ne kadar uçarı olursa olsun kadına el kaldırmaz demiştim. Şimdi benim kafamda oluşturduğum Nazif Baba imajı yıkıldı demeye gönlüm razı olmasa da incindi. Umarım bunu alelade bir durummuş gibi geçiştirmez ve tamir eder Nazif Baba.

Bak işte böyle gölgesi düşer ellerinizin üzerine.

Nazif Baba’ya böylesi kırılmam Songül’ün yanlışlarını görmeme engel değil elbette. Yasin’le nişanlıyken Osman’a gönlünü kaptırması yanlış demiyorum. Kalp bu söz dinlemez elbet hele gençlikte. Yanlış olan babası ona sormuşken, “eğer istemiyorsan Yasin’den ayrıl” demişken kabul etmeyip, üstelik öncesinde Osman’ın da kalbini kırdığı halde gidip de Osman’a kaçalım demesi. Tamam, bu gibi durumlara vakti zamanında Feride de düşmüştü ama onun hem zorunlulukları hem de Mehmet Saim gibi bir babası vardı. Songül’ün –son yaptığı hareket dokuz kusurlu hareketten biri olsa da- şahane bir babası var. Onun Kara Ailesi gibi sıcacık bir ailesi var. Bana kalırsa gençlik ateşiyle kanı kaynıyor da olsa ani kararlar vermeden önce külahını önüne alıp sakince bir düşünmesinde, hiç değilse ablasına bir danışmasında fayda var.

Mahir'e "tarz değilsin" diyene kadar odanıza bir kapı yaptırın. Perde ne?

Kaçmayacağım bu defa söz!

Mahir’i anlatmaya doyamayacağım bu bölüm çünkü hem beni mahcup etti hem de çok mutlu etti. En başında Vehbi’nin evinden aldığı dosyayı, yediği onda dayağa rağmen –benim yazmaya bile elim gitmiyor, vuran elleriniz kırılsın- Belgin’e ulaştırdı. İçbükey masa kabadayılarına biraz zorunluluktan da olsa eyvallah dedi. Onları karşısına alması kötü oldu ama yine de onlardan biri olmasından iyidir.
Hüznü de, acıyı da, mutluluğu da en üst seviyede yaşattı bize bu bölüm. Hüzünden bahsettim, acıyı sona saklıyorum, şimdi biraz mutluluğa değinmek niyetindeyim. Mahir’in Belgin’i dosyasıyla birlikte eve bırakıp da Feride’yi almaya geldiği andan sonrası Mahir ve Feride sahneleri vücudumuzdaki mutluluk hormonunun tavan yapmasını sağladı. Evlerine geldiklerinde bu defa Feride’nin Mahir’e mandalina yedirmesi ve Salih İpek hakkında söylediği sözler, Mahir’in kendi kendini kıskanıp bunun üzerinden cilveleşmeleri, sabah takım elbisesinin içindeki Mahir, gün içindeki Hâkime Hanımlı, Avukat Beyli didişmeleri, her şey şahaneydi. Bu kadar mutluluğun fazla olduğunu biliyorum ama en azından bu bölüm onların acısına değinmeyeceğim.

Avukat olmayacak anladım. Peki, ya psikolog? Tamam tamam sustum!

Mahir ve Feride’nin bundan sonra yaşayacağını düşündüğüm –umarım yanlış alarmdır- acıya henüz değinmeyeceğim çünkü Belgin bu bölüm sergilediği performans ile bir başına acı stokumuzu doldurmayı başardı. Belgin benim zaten o kabadayılar âleminde en sevdiğim karakter. Evet, Feride’nin üzülmesine sebep oldu. Evet, daha da olacak buna eminim. Ama Belgin de o karmaşık âlem içinde bir kurban. Hayatta kalmayı acımasız olmayı, kimseye güvenmemeyi öğrenerek yani avcı konumuna geçerek başarmış biri. Zaten bir yetimhanede yalnız başına büyümüş olmasının zorluğu varken bir de bulunduğu görevden istifade eden bir adamın –adam dediğime bakmayın- taciziyle mücadele etmiş; hayatın acı yanıyla çok küçük yaşta tanıştığı için de kendini korumak için can yakmaktan çekinmeyen bir kadın Belgin. Elinde acı çekmesine sebep olduğu için suçladığı kadının boynuna dayadığı bıçak, karşısında onu ikna etmeye çalışan adam gibi bir adam, yaşadığı her şeyi haykırarak, ağlayarak ve önce Mahir’in sonra hepimizin içini acıtarak anlatışı işe Belgin olağan üstü bir sahne sundu bize. Her şey bittiğinde Mahir’in kollarında ağlarken gerçekten de küçücük bir kız çocuğu vardı orada.

Mahir’e hem o kız çocuğu haliyle hem de yetişkin Belgin olarak hayran olduğun bir kez daha gördük. Kadın haklı. Bir insanın Mahir’e hayran olmaması için özel bir çaba sarf etmesi gerekir. Belgin’de ise iş işten çoktan geçti. Bu işten zararlı çıkacak ama Mahir’in peşinden yalın ayak koştuğunu gördükten sonra ben Belgin’in bundan şikâyet edeceğini hiç sanmıyorum.

Gelelim Belgin’in ayakkabılarını bile giyemeden Mahir’in peşinden koşmasına sebep olan ama aslında Feride’nin hayatının tehlikede olduğu eve pusu kurma mevzusuna. Feride’nin canına bir zarar gelmeyeceğini bildiğimiz için önümüzdeki haftayı daha çok “acaba Mahir mi yoksa Bakan Bey mi yetişecek?” ya da “bakan bey Mahir ve Feride’yi kesin olarak öğrenebilecek mi?” sorularına cevap bulmak için bekleyeceğiz.
 
  

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER