Sevgili Savaşçılar!
Güllerin Savaşı’nın
yirmi beşinci bölüm yorumumdan önce sizlere sitemizdeki, sizlerin de
faydalanabileceği, yeni oluşumdan bahsetmek isterim. 22 Aralık 2014 itibari ile
okuyucularımızın da, Ranini.tv adresimizdeki bazı fırsatlarından yararlanacağı
üyelik sistemimiz aktif olarak açılmıştır. Sitemizin ana sayfasının sağ üst
köşesinde Giriş | Kayıt Ol bölümünden üyelik işlemlerinizi yapıp, aktivasyon
kodunuzu doğru olarak girerseniz Güllerin
Savaşı ile ilgili merak ettikleriniz e-mail yolu ile elinize ulaşacaktır.
Ayrıca şanslı üyelerimize, zaman zaman tiyatro, konser, gösteri vs. gibi hediye
bilet çekilişlerimiz olacaktır. Belki iyi bir üye olursanız bir gün siz de
sevdiğiniz oyuncu, yönetmen vs. senaristlerle tanışma, konuşma fırsatı
bulabilirsiniz.
Sonra “Vay efendim ben bilmiyordum, bu fırsat nasıl kaçtı?”
demeyin. Gel bize, katıl bize!
Cihan’ın psikolojik ve
nörolojik atakları gün geçtikçe tehlikeli hâle gelmeye başladı. Gülfem’in
tutarsızca ve sonunu düşünmeden hareket ettiği davranışları en çok kendi canını
yakıyor. Cihan’ın, Gülru’ya olan sapkınlığı günün birinde acı bir şekilde
patlak vereceği biliniyordu. Fark ettiyseniz Cihan, o bıçağı Gülru’ya tutmadı.
Önce Ömer’e, ardından tüm hayal kırıklığı ile kendine tuttu. Ama Gülru’nun o
andaki “Ömer’i sevmiyorum!” çıkışı sayesinde kriz biraz olsun duruldu. Bu
olayın böyle bir sonuç vermesi Cihan için daha kötü oldu. Çünkü atakları
giderek akıl almaz hadde geldi ve sonu olmayan isteklerle devam edecek. Bu
durumdan zararlı çıkacak olan yine Gülfem. İnsanlar hırslarına yenilerek
düşünmeden hareket ederler. Bunun sonucunda da her türlü olacaklara boyun eğmek
zorunda kalırlar. Şimdi diyeceksiniz ki; “Ama Gülfem çocuktu!” Evet, Gülfem
çocuktu ama (kardeşi de olsa) bir insana zarar verdi. Bu yüzden, çocukluk
gafletinin her daim faturasını ödemekle yükümlü kalacak. İşte sırf bu nedenle,
Gülfem’in hassas noktası Cihan! Eğer Cihan’a herhangi bir zarar gelirse, Gülfem’in
vicdan azabı hiç dinmeyecek.

Gönül ne trafik dinler ne de ışık. Aşk işte böyle insanın aklını başından alır. :)
Cahide Hekimoğlu – her ne
kadar üç kuşak öncesi baytara dayansa bile – güçlü bir kadın. Akif Turgut yenilgisinden
sonra, Cahide Sultan’ın köşe yastığı gibi kenara çekileceğini sandıysanız bu
bölüm yanıldınız. Damarlarındaki asil kanda intikam hırsı ve yenilgiyi
kabullenmemek akarken, nasıl olur da susup bir kenara oturur? Planını Gülfem’e
tatlı tatlı anlatırken işlerin bu denli sarpa sarıp, Salih Efendi’nin ölümüne
sebebiyet vereceğini nereden bile bilirdi ki? Gülru’dan özür dilemeler, Ömer’e
“Bak, yılın en iyi annesi benim. Seni sevdiğin kızdan ayırmıyorum. Hatta
evlenmenize bile karışmıyorum.”
sinyalinde imalı davranışlar gibi gibi daha bir sürü şey. Hangi anne
eğer oğlunu seviyorsa (!) böyle bir şeye kalkışır? Aklınız ve mantığınız almıyorsa yüreğiniz
alsın. Umut tacirliğinden başka nedir ki? Peki, erkek annelerinin “ Benim 20
yılda verdiğimi elin kızı 20 dakikada alıyor.” tezi ne olacak? Sosyo – kültürel
seviyemiz uyuşursa o kızı başıma taç yaparım, fakat ondan aşağısı beni
kurtarmaz oğlum! Eh, insanın istemediği ot burnunda tütermiş. Hekimoğlu
ailesinin erkekleri de Çelik kızlarına hayran. Onu ne yapacağız?
Normalde olsa Cahide'nin yaptığı ne ince bir davranış derdim ama..
Böyle teklife kim "Hayır!" der ki?
Sinirlenme Ranini! Lilyum'u ben değil, sanat grubumuz almış.
Bir kızı daha kaç kişi isteyebilir?
Düşün annesinin bile elini öpmedi!
Yener'in Bu Tarz Benim'e selam çakması gözümden kaçmadı.
Cahide’nin, bu bölümdeki
oyunlarından biri ise anneannesinden kalan yüzüğü Ömer’e vermek oldu. Doğrusunu
söylemem gerekirse o yüzüğün geçmiş hikâyesi olduğuna inanmıyorum. En azından
Cahide Sultan, oyununu gerçekçi kılmak için böyle bir şeye kalkışmadıysa
(bence), o yüzük herhangi bir sarraftan alınmadır. Eğer böyle bir oyuna ben
kalkışsaydım manevi değeri bu denli yüksek olan bir hatırayı iki günlük kıza
vermezdim (Ne acımasızım! Yalan söylemeye hacet yok. Malım kıymetlidir. Neyse…
Konumuza geri dönelim ). Ömer oğlumuz defalarca “Evlenelim Gülru.” dediği hâlde
ciddiyete alınmamıştı. Annesinden cesaret alarak romantik sayılabilecek
nitelikte evlilik teklifine şahit olduk. Kimimiz tarafından romantik sayılmasa
da, gözlük kılıfından yüzük çıkma fikri kabul edelim ki güzeldi. Şevket’in
birkaç patavatsızlığı dışında kız isteme merasimi gayet sakindi. Hepimiz hayra
alamet olmadığını bilsek de kızımız Gülru, “Allah’ın emri, Peygamberin kavli
ile” oğlumuz Ömer’e verildi. Bugüne bu gün sözlü sayılırlar.

Manzaranın güzelliğinden sahneyi kaçırdım.
Size, dizi içinde beni rahatsız
eden bir şeyden bahsetmek istiyorum. Ama öncelikle belirtmek isterim ki alınan
bütün kararlara saygım sonsuz. Senaristler, istediği karakteri bir bölümde
soktuğu gibi aynı bölüm içerisinde çıkarma gücüne sahip varlıklardır. Yaratan
onlardır ve sonunu getirecek olan da yine onlardır. Keza yapımcılar da öyledir.
Bir izleyici ve yirmi beş bölüm boyunca ufak da olsa dizinin bir ucundan tutan
birisi olarak, bu hakkı kendimde görerek affınızı istiyorum. Pınar Afşar, Turgay
Tanülkü, Güzin Alkan gibi isimlerin karakterleri ekran ömrünü tamamlarken, Mert’e hayat veren Yiğit Kirazcı’nın da
rolünün azalması bana manasız geliyor. Dizinin, yani savaşın ana akslarından
biri değil miydi Mert? Ne değişti de, jenerikte ismi geçtiği halde, bölüm
oyuncusundan farkını anlayamıyoruz? Yoksa Mert’in ömrü mü bu kadardı? Baskın
bir karakterken niye birden bire silikleştirme ihtiyacı duyuldu? Dediğim gibi bir
izleyici olarak aklıma takılan bir konuydu. Yine de yanlış anlaşılmalara
sebebiyet vermek istemiyorum.

Kocan bile olsa güvenme. Belki bir gün seni uçurumdan atar.
Bilmeyen biri ne kadar da seviyor der. Gel bir de onu Mebrure'ye sor!
Şevket’in, bir anda
Mebrure’ye iyi davranmasının ve yemeğe götürmek istemesinin altında yatan
gerçeği öğrenmek fazla vaktimizi almadı. Aklı sıra Mebrure’nin gözünü
korkutarak boşanmayı sağlamak iyi bir blöftü. Zavallı Mebrure de, el mecbur, bu
blöfü yemek zorunda kaldı. Üzerine kayınvalidesine de “Tavuk yedik, çok
güzeldi.” dedi. Hı hıh, biz de bunu yedik! Ne kadar çaresiz olursan ol, canını
hiçe sayan bir adama hala müsemma göstermek aklıma aptallıktan başka bir
düşünceyi getirmiyor. Etrafımızda o kadar çok Mebrure’ler var ki..
çaresizliklerine içim acıyor. Kaçına elimizi uzatabiliyoruz? Ya da hangisini
görüyoruz? Alt komşumuz, üst komşunuz, sağım, solunuz her tarafta olabilir ama
biz görmüyoruz. Fark ettiyseniz Şevket fiziksel şiddet uygulamıyor. Aslında
çoğu kadın, Şevket’in Mebrure’ye uyguladığı gibi psikolojik şiddete maruz
kalıyor. Ve en tramvatiği de bu değil mi? Fiziksel yaralar, morluklar çabuk iyileşir.
Ya ruhundaki hasarlar? Bunun okumuşlukla da ilgisi yoktur. Diyeceğim odur ki
ezilmek en büyük çaresizliktir.
Niye bu perişanlığı Hem kendilerine hem de Cihan'a yaşatıyorlar? Sonucu çok mu iyi oldu?
Gülfem ile Cahide bu planı yaparken oyunlarının böyle bozulacağını biliyor muydu?Cahide Hekimoğlu, Gülfem’le işbirliğinin son kozunu Yonca’nın hamilelik raporlarında ve Çiçek’in Taner’le öpüşme görüntüleriyle oynadı. Bile bile bir insanın canına kastetmek bu oluyor. Amacına ulaşan Cahide Sultan zafer nidaları atarken, Salih Efendi canıyla boğuşuyor. Salih Efendi’nin ölüp, ölmediğini bilmiyoruz. Bölümün finalinde benim hissettiğim, Salih Efendi’nin ölmesi. Eğer gelecek bölüm Salih Efendi ölmüşse, Gülru toparlayamaz ve Ömer’le ayrılır. Bu demek oluyor ki, şimdilik, Gülfem Sipahi ve Cahide Hekimoğlu bu savaşta bir adım öne geçti. Sunu unutmayın; savaşlar her iki taraf için karlı değildir. Her ikisi de kaybeder. Kimi insanlarını, kimi de insanlıklarını…
Mortis