Değişim şartsa bana bir travma lazım!
Bir ‘Merve ve yakınmaları’ bölümüne daha hoş geldiniz. Bu yazıyı okuduktan sonra “Madem keyif almıyorsun, neden izleyip de kendine işkence ediyorsun?” diye dertleneceklere sorumluluk denen şeyin ne mühim mesele olduğundan bahsetmek isterim. Tek bir kişi okuduğu sürece de yazacağım. Karakter meselesi işte, yarım bırakmak pek sevdiğim bir şey değil.

Esasında geç yazmak da sevdiğim bir şey değil fakat önce hikaye demlensin istiyorum. Belki o zaman daha az yakınırım. Belki unutmak istediklerimi unuturum. Olmuyor sanırım ama neyse…

Sevgili Adı Efsane senaristleri, sevgili senaryoya onay veren yetkili kişiler, sevgili sete çıkan reji ekibi; siz ilk devreyi referans aldığınıza emin misiniz? Ya da 2. Devre tanıtımını hikayeden habersiz birinin hazırlayıp kimseye göstermeden yayınlaması gibi bir şey mümkün olabilir mi? Belki de bizim hayatlarımız farklı sözlükleri kullanıyordur, ne dersiniz?

Zira, umut derken vurulan Fiko’yu görünce ‘umut’ kelimesinin anlamını sorguluyorum. Umut neydi? Benim bildiğim güzel şeyler beklemekti. Siz diyorsanız ki; “İstediğiniz kadar umut edin, umudunuzu kırıp atmak bizim boynumuzun borcu.” O zaman kabullenirim. Fakat istediğiniz buysa, karakterlerinize ‘umut’ çıkarımı yaptıracak replikler yazmamalısınız. Durum böyle olunca benim zihnim karmançorman oluyor. Ne izlediğimden bir şey anlıyorum, ne izleyeceklerim hakkında fikir edinebiliyorum.

Sonra derseniz ki; “Bugüne kadar var olan bütün karakterleri ters düz edeceğim.” O zaman da kabul ederim. Ama o karaktere travmatik bir mesele yaşatmanızı da şart koşarım. Babası tarafından kardeşi kaçırılan, babasının başka kadından olma çocuğunu nasıl sevdiğini gören Hakan’ı, iki günlük sevgilisinin terk etmesiyle yıkamazsınız! Yıkılmayan Hakan’ın da karakteri değişmez, üzgünüm. Hakan, başkalarından etkilenir ama beylik laflar edecek kadar büyük bir aşka düşemez bu kısacık süre içinde.

Fiko… Sibel diye göğe tırmanan Fiko. Bir anda Çiler dedikten sonra, Sibel-Çiler-Sibel-Çiler-Sib-Çil-Sib-Çil… diye kalamaz olduğu yerde! Zaten bir anda Çiler diyemez, haydi diyelim ki bir travma yaşadı, Çiler’e koştu. Roma dondurmasıyla başlayan bir kültür karmaşasına kapılıp da Çiler’den kaçmaz.

Fiko, nasıl oldu da böylesine karanlık bir ortama sürükleniyor? Nasıl oldu da silahların arasında kalıverdi. Benim aklım almıyor! Hani Adı Efsane gençlik dizisiydi? Değişime karşı değilim fakat değişeceksek bir travma isterim. Fiko, bu saatten sonra değişirse de sesimi çıkarmam. Al sana travma! Ama tatlının üzerine çorba yemeye de bence gerek yok.

Sözün özü, değişim şartsa bana bir travma lazım! Ama karakterlerin geçmişlerinde yaşadıkları göz önüne alınıp ona göre yazılmalı bu travmalar da. Yoksa çok daha kötülerini yaşamış olan Hakan'a icra meselesinin dert olması pek de yeterli gelmiyor bana.

Sadık ve Ali'nin 'fuhuş' meselesinden de bahsetmek isterim. O sahnede çok çok çok üzüldüm, utandım. Bu konuya dair bir şey yazmaya elim gitmiyor fakat çok üzüldüm.

Tüm bu sıkıntılı ortamda tek bir karakter var ki, onu görünce heyecan duyabiliyorum. Ozan! Hiçbir şeyi beğenmeyip Ozan’ı beğenmen de mucize diyebilirsiniz. Fakat türlü kötülükleri yapıp da Reyhan’la Naz’ın evini yakmayıp üzerine posta koyan Ozan’ın travmalarını merak ediyorum. İzleyebilir miyiz? Bilmiyorum. Ama Ozan ve hatta Naz’ın babası arasında kurulabilecek iyi ya da kötü bir çatışmayı da görmek isterim. Zira çok bilindik kodlarla ekranda yer alsalar da duruşlarında bir cazibe var.

Geriye kalan her şey ise akışa kapılmış gider vaziyette. Herkesin emeklerine sağlık…   
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER