Muhteşem Yüzyıl Kösem: Ölüm Fermanı...
Muhteşem Yüzyıl Kösem ivmeyi adım adım yükseltmeye devam ediyor. Sezonun başlarında, az da değil, yaklaşık 13 bölüm boyunca akıl sır erdirilemeyecek bir sürü tuhaf senaryo ve karakter hamlesinde bulunup, dünyaca ünlü böyle bir markanın marka değerini alt üst eden zayıf bir gidişata imza attıktan sonra son haftalarda bir açıldılar, pir açıldılar. Bir kere daha gözümüzü kırpmadan pür dikkat izlediğimiz mis gibi bir bölümle yolcu ettik bu hafta da kendilerini.
 
Dizinin son birkaç haftadır girdiği yol ve gereksiz ne kadar karakter, zorlama ne kadar hikaye, üstüne uymayan ne kadar söylem varsa hepsini nihayet bir kenara atarak geç de olsa döndüğü özü, kendi adıma bir nevi günah çıkarma gösterisi gibi. Bölümlerde o kadar boş yok ki, izlediklerimiz reyting listelerinde artık maalesef ki varlığını zikredemediğimiz böyle büyük bir projeyi hâlâ yüzüstü bırakmamış olan sadık seyircileri mükâfatlandırmaktan başka bir şey değil gözümde. Yeraltı Edebiyatı’nın meşhur yazarı Chuck Palahniuk’un Dövüş Kulübü’nde sarfettiği ; “ancak her şeyini kaybettikten sonra özgür olabilirsin” sözünü getiriyor aklıma. Sezonun bu noktaya gelebilmesi için zincirlerinden tamamen kurtulup, reyting getirecek zoraki şeyleri değil, başından beri olması gerekeni merkeze alması gerekiyormuş demek ki.
 
Ancak çoğunlukla oldukça başarılı olan bu son bölümler, tamamen de defosuz değiller. Özellikle son iki haftadır, neredeyse kusursuz diyebileceğimiz bölümler tam son dakikada, bölüm sonu canavarı olarak kurgulanan entrikaların baştan savmalığıyla iki saatlik onca emeğe kara bir leke sürüyorlar maalesef. Geçtiğimiz bölümün sonunda Gülbahar Sultan’ın kafası afyonlu fedai cariyelerinin Kösem Sultan’a yönelik gerçekleştirdiği son derece uyduruk bir suikast sahnesi izlemişken, bu bölümün sonunda Yeniçeri Ağası Ferhat’ın 4. Murad’a yönelik gerçekleştirdiği suikast daha da beter oldu. Her ikisi için de insan “ne gereği vardı” diyor resmen. Bu konuya sonra geleceğim ama önce bölüme bir göz atalım.
 
49. bölüm, tam boğdurmak üzereyken çocuk sahibi olacağını öğrenip idamından vazgeçtiği Farya Sultan sayesinde Sultan Murad’ın uzunca bir aradan sonra kendisiyle bol bol iç hesaplaşmalar yapmasıyla öne çıktı. Vefat eden iki evlâdından sonra hiç hesapta yokken tekrar baba olacağını öğrenmesinin etkisiyle, üstüne iyiden iyiye geçirdiği “zalimlik zırhı”nı ve bunun kendisine nelere mal olduğunu sorguladı Murad. Amacına ulaşmış ve herkese korku salan, bu yolla mutlak itaatı sağlamış bir hükümdar olmuşken, zorbalarla savaşırken kendisinin de onlar gibi bir zorbaya dönüştüğünü söyleyen Farya’nın sözlerinden incindi. Gevherhan Sultan’ın, Ayşe Sultan’ın, çocuklarının ve daha nicesinin ölümünün tek sorumlusunun kendisi olduğunu kabul etti, Farya’ya olan aşkı tekrar nüksetti. O kadar ki Revan seferine çıkarken haremin idaresini Farya’ya verdi.
 
Farya ise Murad’ın bu keskin dönüşünün de etkisiyle geçen hafta biraz olsun sempati duyabildiğimiz bir karakterken, yine ister istemez sevimsizleşti. İki çocuğunun anası, hem de çok güzel bir kadın olmasına rağmen Ayşe Sultan’a asla göstermediği şefkati ve aşkı bir kere daha Farya’ya gösterdiğini, onu kayırdığını gördük Murad’ın. Üçüncü çocuğuna hamile kalmış olması bile padişahın gözünde Ayşe Sultan’ın konumunu değiştirememişti ama akan sular Farya için yine durdu. Farya da dönüştüğü halden korktuğunu söylemesine, eleştirmesine rağmen Murad’a yine de beklediğimden çok daha fazla bir anlayış ve şefkatle karşılık verdi.
 
Açıkçası bir anda gözü dönüp kendisini boğdurmaya niyetlenebilmiş bir adamla artık romantizm anlamında bir alışverişinin olmamasını isterim ben Farya’nın. Ortada bir aşk mevzusu olsa bile Farya’nın annesinin haftalar önce kızına gönderdiği mektubu, Osmanlı tahtı üzerinde bir takım emellerinin olduğunu aşikâr eden sözlerini unutmuş değilim. İkili arasında böyle uç bir olay yaşandıktan sonra sanki bu eski defterlerin tekrar açılması, Farya’ya daha farklı bir misyon yüklenmesi ya da en başından beri karakterin bilmediğimiz başka bir hikaye kurulumu vardıysa artık onun gündeme gelmesi daha ilgi çekici ve tutarlı olur gibi geliyor bana. Farya’yla ilgili ne gibi bir planları var göreceğiz.
 
Diğer yandan Eski Saray’da sürgün günlerini yaşamaya devam eden Kösem Sultan, bir taraftan artık onu tahtından indirme planları yaparken, bir taraftan da hünkar oğluna sözde barış elini uzatmaya devam ediyor. Geçen hafta Eski Saray’da geçirdiği ilk akşamında Hacı Ağa’yla konuşurken ; “Ne hayallerim vardı. Beraber, elele cihanı yönetecektik” diyerek devlet yönetimi üzerinde söz sahibi olmayı öteden beri kendine hak olarak gördüğünü anlamıştık. Haliyle oğlunun emirlerine yine uymadı. Önce izinsiz olarak kalkıp Topkapı Sarayı’na konuşmaya geldi, sonra da Murad Revan seferine çıkınca bir dakika bile kaybetmeden kendi kafasına göre hareme gelip koltuğuna kuruldu. 

Şehzade Bayezid de pençelerini artık göstermek için son bir sebep beklerken, Şehzade Kasım’ın Kösem Sultan’a yapılan suikast sonrasında gece vakti gelip kendisine tehditler savurmasıyla istediğini elde etti. Şimdiye kadar hep sessiz sakin görünüyordu ama meğerse cin gibi olma konusunda validesinden aşağı kalır yanı yokmuş. Gerek gidip ağabeyi Murad’a Şehzade Kasım ve Kösem Sultan’ın kendini öldürtmek için kumpaslar içinde olduklarını söyleyip, onun huzurunda validesi Gülbahar Sultan konusunda büyük bir soğukkanlılıkla Kasım’ı itham etmesi olsun, gerekse sahte mezarın başında önce Kemankeş’e, sonra da Kösem Sultan’a hadlerini bildirmesi olsun ilk dizideki Şehzade Selim’in içten pazarlıklı hallerini hatırlattı bana. 

Aşk-ı Derûn’da bütün haklılığına rağmen babası Sultan Süleyman’a lafını dinletemeyip sürekli haksız konuma düşerek iyice hiddetlenen taraf Şehzade Bayezid’di, Kösem’de o Bayezid’in rolünü Kasım devraldı ve çakallık yapma görevi bu defa yeni Şehzade Bayezid’e kaldı. İroninin böylesi :)
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER