Saul’u yaşamaya ikna ederken, “artık ölüm yok” diyen
Carrie’ye kapak niyetine yanıt, sadece birkaç saat sonra beraberinde 36 ölüm
ile geldi. Bölümü korku ve kan ile açıp endişe ve gerginlik ile bitirdik. Bir
yazının giriş gelişme ve sonuç paragrafları gibi Homeland 4. sezonu da ayırırsak; 10. bölüm için sonuç paragrafının
ilk cümlesidir derim. Paragrafın ilk cümlesinden de paragrafın gelişi kestirilebileceğinden,
kaos ortamını bize nefesimizi tutarak izlettiren 10. bölümün bize pek çok şey
anlattığını söyleyebiliriz.
Kaldığımız yer olan yanan arabalar, istila edilen
elçilikten aynen devam ettik. Carrie’ye bir şey olmayacağından emindik de bu
hadiseden bir zayiat verilecekti de kim(ler)di. Hemen gördük ki, benim
yazılarda sıkça günahını aldığım, hep şüpheyle yaklaştığım John ilk
kayıplardandı. Zavallı John ise sadece ajanlık depresyonunda olan hayatı boş
vermiş bir karakterdi aslında. Ne çifte ajanlık heyecanları yaşıyordu ne de
kahraman olmak istiyordu. Sadece bıkkın ve sıkkındı ne diyelim, mekânı cennet
olsun.
Şurada ufak bir terörist varmış
Ardından Carrie ve Saul’u görmeye alışık olmadığımız
aksiyonlu haller içerisinde bulduk. Patlayan arabaların enkazının arasında keskin
nişancıların hedefinde kaldılar. Hep sözle ateşledikleri silahlara bu kez fizikken
hükmettiler. Ancak Carrie emir vererek öldürmedeki başarısını tetiğe basarken
gösteremedi, hep ıskaladı durdu.
%90 karizma is loading, please wait…
Carrie telefona sarılıp Albay Kahn’ı aradığında benim
de karizmadan kanım çekildi. Bu adam hiç dikkatimi çekmemişken bu bölüm itibariyle
aramızda bir etkileşim başladı diyebilirim. Ancak tamamen onun destekçisi olmamı
engelleyen iki his düştü içime. Birincisi, Tanseem’in sözünü dinleyip, kendi
kararının ardında durmayarak düşük karakter örneği göstermesi. Ancak bu
durumun, dizinin sevdiğim feminist damarından kaynaklandığını düşünüyorum. Çünkü
Homeland erkekleri, senaryoda
kadınların bir adım gerisinde kalmaya mahkûmlar. Bu nedenle Kahn’ın Tanseeme
boyun eğmesi ona özel bir durum olmadığından O’nu diğer erkeklerin gerisine
düşürmedi, sadece Albay’ın karizmasına kendimi tamamen kaptırmamı engelledi.
İkincisi ise Albay’ın bize çok iki boyutlu bir karakter olarak sunulması. İlla
arkasına trajik bir hayat hikayesi koymaya da gerek yok ama en azından bir
Tanseem kadar ete kemiğe bürünse yeter.
Al kara kutuyu ver kara kızı
Haqqani ve çetesinin elçiliği istilası sırasında bir
anda kendimi 3. sınıf Amerikan filmlerinde buldum ama iyi ki elçilik içindeki bu
saklambaç oyunu sadece bir an sürdü. Haqqani kolayca, yangında ilk kurtarılacak
önemli zatların saklandığı kilitli kasayı buldu. Peşinde oldukları kara kaplı
dosya, Cıa şefi Lockhard ve Büyükelçi Martha kilitli kapının ardında korkuyla
saklanırken Haqqani kapıya dayandı. Haqqani içinde CIA’in Pakistan
bağlantılarının olduğu kara kaplı dosyayı istedi Martha vermem dedi, Haqqani
bir kişiyi kurban etti. Sonra Haqqani bir daha dosyayı istedi Martha yine
vermem dedi, pat bir kişi daha öldü. Martha’nın buz mavi gözleri soğukluğunu
korusa da, lafta Ali kıran baş kesen, ama aslında kadayıf yürekli Lockhart
Fara’ya kıyamadı ve kapıyı açtı. Ama dosyayı kapan Haqqani sözünde durmayıp Fara’ya
kıyıverdi. Özellikle zavallı Fara’nın iki saniyede böbreklerinden bıçaklanarak
ölmesi biraz hazindi.
Fara benim çok büyük umutlar bağladığım ancak benim
içim tam bir hayal kırıklığı olan bir karakter olarak öldü. Onunla biz Müslüman
bir kadının Amerika’da ajan olarak var oluşunun iç buhranlarını
izlemeyeceğimizi ummuştum. Bir de giderayak, dizideki varlığı bile unutulmuş
Max’in ‘onu alma beni al’ platonik hareketi ise çok yersiz oldu. Diziden ayrılmadan
Fara ve Max’e de bir hikaye yazılmak istenmiş belli ki.
Yağlı urgan olmaya aday bel kemeri
Nihayet bu bölüm Martha ve Dennis ‘en başarısız
evlilik ödülü’nü kucakladılar. Ama bu ödülü Dennis’in az daha kendini asacak
olmasıyla değil asmamış olmasıyla aldıklarını tahmin edersiniz. Çünkü eğer
Dennis hayatında bir kere karakter sahibi bir hareket yapıp kendini asmış
olsaydı, çok kötü ilerlemesine rağmen zirve bir finalle bitecekti bu evlilik. Dennis’in
Martha’ya demir parmaklıklar ardından, yapmış olduğu konuşmadaki gurur kırıntıları
Martha’yı biraz olsun etkilemişti. Ancak kadıncağız ‘kocamın kendisini
kaybettim ama arta kalan gururuna sahibim’ hüznünü yaşarken, Dennis’in kendini
öldüremediğini öğrenmesiyle, kocasının ezikliğinin utancını bininci kez daha yaşadı.
Allah aşkına, Quinn kuzum neler oluyor sana!
Quinn’i ise bu bölüm anlamakta hayli güçlük çektim.
Hele ki Saul’a yaptığı o hareketler, sinirler falan ergenlik çağındaki bir
oğlanın babasına bağırması gibiydi. Neyse sonra annesi Carrie gelip oğlunu
uyardı ama ergen bu, durur mu? Ne söz dinler ne denileni yapar. Carrie’nin ‘eve
dönüyoruz sen de benle geliyorsun’ emrine itaatsizlik Quinn için biraz gereksiz
bir kahramanlık oldu. Çünkü kendisi en başta İslamabad’a gelmek istememiş,
yaptıkları işi sorgulamış, her şey ona çok anlamsız gelmişti. Şimdi kahramanlığa
soyunmaktaki hevesini ben kafamda bir yere oturtamıyorum, anlayan anlatsın lütfen.
Ben mümkünse sağduyulu içsel çatışması bol Quinn’i geri istiyorum.
Artık ölüm yok dedikten 5 saat sonra 36 cesete bakan
Carrie
Gelişmeden sonuca geçirdiği için bizi 10. bölüm heyecanlı
bir geçiş bölümüydü. Artık Carrie ve Quinn hariç bütün ekip vatana dönmüş, güvenle
sığınılacak Amerikan elçiliği kapatılmıştı. Üstüne üstlük Quinn’i geri almak
için kalan Carrie’nin de yasal hiçbir pozisyonu olmayacak bu 5 gün içinde. Yani
Pakistan topraklarında Quinn ve Carrie, bazen bastıkları topraklara karşı bazen
de birbirlerine karşı bir mücadele verecekler belli ki.