Gözlerimi kapadım, dileğimi diledim...
Şu fotoğrafı Seçil'e de gönderseydiniz sevabınıza :)
Oldukça yorucu geçen iki günden sonra gece yarısında Adı Efsane’nin 8. bölümünü izleyip izlememekte kararsızdım. Pazar günü sakin sakin izlerim diye düşünsem de yazılarımın bölümün hemen ertesinde yayınlanıyor olmasını önemsediğim için bölümü izlemeye koyuldum. Uyku bastırırsa yarısında uyur kalırım diye düşünürken yerimden bile kalkmadan izlediğim bir bölümle karşılaştım.

İki haftadır ekran başından üzgün ayrılıyordum, açıkçası bu hafta biraz daha üzüldüm. Sanki 6. ve 7. bölümler başka bir dizinin bölümleriymiş de araya karışmış gibi hissettim. Zira 5 de 8 de şahane bölümlerdi ve Adı Efsane’nin aradaki o iki bölümü hak ettiğini düşünmüyorum. Belki ‘total’ seyirciyi ekrana çekmek, reyting pastasındaki payını daha da artırmak için denenen bölümlerdi ama dizinin ruhunu emmekten başka bir işe yaramadı. Geçen hafta reytinglerde görülen düşüş de adeta bunun bir kanıtı.

"Ben varım oğlum, yanındayım ben senin. Sen düştüğün zaman ben kaldıracağım, gücüm yettiğince seni sırtlar götürürüm." Tarık Aksoy

Seyfi’nin varlığının ve Hakan’a yaşattıklarının Tarık ve Hakan arasında bir köprü kurmak amacıyla işlendiğinin farkındayım. Bu durum ilk günden beri hoşuma da gidiyor ama bu köprüyü kurmanın yolu hikayeyi mafya dizisine çevirmek değildi. Umarım yeniden böyle bir yola girmeyiz ve dizinin drama ayağını da bu hafta yaşadıklarımız gibi meseleler oluşturur.

Yer yer gülümsediğim, yer yer ağladığım bir bölüm izledim. Ekranda düşünceli babamız Tarık’ı görüp vedalaştıktan sonra da yüzümün güldüğünü fark ettim. Benim de bir dileğim var... İçimde kalmasın, haykırarak söyleyeyim. Lütfen, hikayeye başka rotalar çizmeyin. Her şeyin dozunda olduğu, gençliğin enerjisini, hayatın zorluklarını, mutlulukları, hüzünleri gördüğümüz bölümler izleyelim. Ne de güzel bir iş var karşımızda, güzelliklerini çoğaltalım. 

Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER