Ve gelelim bölümün asıl meselesine… Bombanın yer aldığı,
Mehmet ve Kerim’in tehlikede olduğunu öğrendiğim ilk fragmanda durup
düşünmüştüm. “Mehmet, bu tehlikeye girmeli miydi?” diye. Cem’in Hülya’nın
çevresindekilere zarar verme isteği bir şekilde somut adımlarla karşılık
bulacaktı. Bıçak, silah gibi aletlerdense bomba tehlikesini kullanmak bir
açıdan daha iyi geldi ki bombanın patlamayacağını biliyorduk. Ama mesela silah
patlayıp yaralamaya neden olabilirdi.
Senin gülüşünden öpeyim Memo <3
Bombanın ilk anda fark edilmeyip, hikayenin her zamanki
keyfiyle devam etmesi “Bombayı ilk kim fark edecek?” gerilimini de diri tuttu.
Bunun için ayrıca tebrik ediyorum çünkü yemek sofrasında herkes gülüp
eğlenirken ben gerginlikten kırk takla atıyordum. “Başrol ölmez.” düşüncesi çok
basit ama anlamlı bir şekilde gerilime çevrilmiş. Zira Kerim ve Mehmet ölmese
de hikayeden başka birinin çıkmamasının garantisi yoktu ve o bomba çok rahat
bir şekilde patlayabilirdi.
Arda’ya varana kadar herkesin elinden geçen bomba yüklü bir arabadan söz ediyoruz. Kapıda korumalar, evin içinde bebekler. Bu noktada da arabayı ilk kez kullandığı heyecanından belli olan Arda, daha önce de alışverişe gittiğini gördüğümüz Süheyla Hanım detayları da incelikliydi. “Gerilim yaratmak için yeni şeyler icat ettiler.” düşüncesi oluşturmadı. Detaylar diyorum, bir işi gerçek ve samimi kılan budur işte.
Senin cezanı bulduğun an duyacağım sevinci anlatayım ister misin Cem Darende?
Fakat bombayı düşünüp de artan gerilimim Cem’i gördüğüm her anda dibe vurdu. Gerilim dozu ve bomba meselesinin işlenişiyle zirveye çıkabilecek bir bölümken ağzımda kekremsi bir tat kaldı bölümün ardından.
Açık konuşmak gerekirse; Cem, Kerim’e Bahar’dan ve Hülya’yla
ilişkisinden bahsettiği o geceden sonra geriye dönmese benim kalbimde bir parça
kırılırdı. Hikayelerin uzamaması kadar oldu bittiye getirilmemesi de benim için
önemli. Zira Bahar’ın biyolojik babası ve Hülya’nın değişimine neden olan
birinin kişisel hikayesini dinlemeye başladığımız anda gitmesi kadar saçma bir
şey olamazdı. Cem Darende, çeşitli hesaplaşmaların tarafı olmadan
vedalaşabileceğimiz bir karakter değil.
Eltispor üzgün, Eltispor korku dolu.
Hayat Şarkısı, birkaç temel üzerinde yükselen bir hikayeye
sahip ki bunlardan biri de Bahar. Bahar’ın Hülya’yla ilişkisini irdelerken
sanki leylekler getirmiş gibi Cem’i meselenin dışında tutmak ne derece doğru?
Mehmet’in hayatına dokunduğumuz zamanlarda Hülya ve Filiz karşı karşıya
gelmişken Kerim’in elinden Cem’le hesaplaşma imkanını almak ne derece mantıklı?
Ve Hülya’nın en büyük değişimine neden olan o geceyi
yaşanmamış gibi saymak olmaz mı tüm bunlar? Cem, yoldan geçen komşu değil ki
arkasından su dökelim. Hava gibi, su gibi gerekli bir karakter Cem.
Evet, kendisine bol bol söyleniyorum. Zaten bulunduğu konum
itibariyle de söylenmem gerek, orası ayrı mesele. Ama ben Kerim-Cem
hesaplaşması izlemeden Cem’le vedalaşmak istemiyorum. Recep Güneysu’nun büründüğü bir karakteri ne kadar az izlesem daha mutlu olabilirim. Ama “Hikaye de hikaye!” diye tutturuyor ve bu bakış açısıyla yaklaşıyorsam Cem’in bir anda gitmesini isteyemem. İstediğim takdirde kendimle çelişirim zaten.
Ah sizin mutluluğunuz bozulmasın...
Bomba meselesinde kalbime dokunan, “İyi
ki!” dedirten bir cümle duydum ki sanırım yazıyı da o cümleyle bitirmek en
güzeli olacak.
Süheyla Cevher… “Allah dualarımı kabul etti. Ya patlasaydı o kadar insanın içinde. Cumartesi günü insan kaynıyor orada. Hepsinin sebebi olacaktık.” diyerek gözümden bir damla akıttın. Güzelsiniz yahu, çok güzelsiniz.
"Sen ağlama... Dayanamam..."
Emeği geçen herkesin emeklerine sağlık. Nicelerine…